Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Referandum sonrası Türkiye'deki toplumsal ve siyasal eksenlere dair tartışmalar yine hız

        kazandı. Toplumsal yapıda ortaya çıkan değişme eğilimlerini dikkate almadan partiler,

        parti sözcü ve liderlerinin yaptığı konuşmalar üzerinden Türkiye'nin toplumsal ve siyasal

        yapısına dair tartışmaları sürdürmek meseleyi bir yere götürmeyecektir. Meseleye tarihsel

        ve toplumsal çerçeveden bakmak zaruridir.

        Siyasal Süreç

        Türkiye'de siyasal sürecin bugün üç eksende farklılaştığı görülmektedir.

        Bunlardan birincisi; 'geleneksel iktidar bloku' oluşturan benim kısaca 'batıcı-devletçi siyaset'

        anlayışı diye ifade ettiğim bir yaklaşımdır. Bu anlayışın ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunduğu

        bilinen bir konudur.

        Kısaca bahsetmek gerekirse bu iktidar bloku tarihsel olarak sahip olduğu siyasal gücü iki

        kaynaktan elde etmektedir. Bu geleneğe göre siyasal gücün birinci kaynağı ideolojiktir.

        Buradaki ideoloji siyasetin meşruiyet kaynağına tekabül etmektedir. Buna göre 'laikratik' bir

        din-devlet ilişkileri yorumu, 'Kemalizm' diye bilinen resmi ideolojinin 'birey'i yok sayan

        devlet-toplum ilişkileri yaklaşımı ile birleşerek kapalı bir siyaset modeli oluşturur.

        Bu iktidar blokunun kendi anlayışına göre seçerek oluşturduğu kavramsal yapı egemen

        konumlarını sürdürecek bir anlayışta 'batılı modern yaşama tarzı' diye takdim edilen bir

        davranış modeli sunmaktadır. Esas itibariyle 'modern' olanla birçok bakımdan uyuşmazlık

        ve çatışma içinde olan bu anlayış belli bir döneme kadar ideolojik olarak hakimiyetini

        tartışmasız bir şekilde sürdürme imkanı bulmuştur.

        Bu siyaset anlayışının ikinci iktidar kaynağı ideoloji üzerinden 'devlet

        içindeki kurumlarla' kurdukları özdeşlikten gelmektedir. Bu ideolojik

        özellikler hem simgesel düzeyde, hem meşruiyet kriterleri düzeyinde, hem de

        'batılı modern yaşama tarzı' diye sunulan davranış tarzı olarak yargıdan,

        askeri bürokrasiye kadar devletin birçok unsurunda ortak olduğu için 'egemen blok'

        topluma karşıt bir yerde konumlanmıştır. Buradaki 'modern-batılı yaşama tarzı' anlayışının

        rasyonalizasyon, özgürlük, bireyin değeri, toplumsal çoğulculuk gibi çağdaş batı

        toplumlarının 'değer'lerinden çok uzak olduğunu ayrıca söylemeye gerek var mı?

        Sivil Eksen

        İkinci eksen sivil eksendir. Türkiye'de siyasal sürecin sivilleşerek yeni

        bir eksen oluşturmasının oldukça sorunlu olduğu bilinmektedir.

        Siyasal hegemonyaya sahip unsurların, ideoloji ve devletin fiili organları

        üzerinde kurduğu baskı, denetim ve müdahaleler sivilleşmenin önünü uzun süre kesmiş

        veya bu eğilimi cılız bırakmıştır denebilir. Burada temel sorunun toplumsal alandan geldiğini

        yani farklılaşmamış bir toplumsal yapıda sivil bir alanın yükselmesinin ne kadar zor olduğunu

        unutmamak gerekir. Siyaset sahnesinde bir söylem olarak ve bazı siyaset aktörlerince

        zaman zaman bu cılız sivil unsurların taleplerinin seslendirildiği dönemler olsa da bunun

        esaslı bir nitelik kazanması, bir eğilim olarak ortaya çıkması yakın zamanlara ait bir olaydır.

        Türkiye'nin monolitik hegemonik yapısının sanayileşmenin 1970'lerden ivme kazanmasıyla

        birlikte değişmeye başlaması bu sivil dinamiğin ortaya çıkmasına imkân vermiştir.

        Bugün gelinen aşamada o monolitik yapı farklılaşıp, sınıfsal ilişkileri

        üretip, toplumu çoğulculaştırdıkça, modernleşmenin sahici formları

        belirginlik kazandıkça sivilleşme kendisini siyaset sürecinde de ifade

        edecek, taleplerini ortaya koyacaktır.

        Üçüncü eksen; değişen toplumsal yapının yarattığı çözülmenin sorunlarıyla

        ilgilidir. Eski yapının unsurları olan zümreleri, cemaatleri, etnik

        toplulukları, birbirine eklemleyen ilke ve değerler değişmenin etkisiyle

        çözülmeye başlamıştır. Ortaya çıkan bu durumu yeniden organize edecek,

        entegre edecek 'toplumsal bağlar'a, yeni ilkelere ihtiyaç vardır. Toplum

        bunu üretecek yaratıcılığı, yeni sentezleri ortaya koyamadığı zaman

        toplumsal alanda çatışmalar ortaya çıkabilecektir. Bugün bu sorun kendisini

        'etnik mesele' olarak göstermeye başlamıştır.

        Diğer Yazılar