Siyasal Süreçte Üç Eğilim
Referandum sonrası Türkiye'deki toplumsal ve siyasal eksenlere dair tartışmalar yine hızkazandı. Toplumsal yapıda ortaya çıkan değişme eğilimlerini dikkate almadan partiler,
parti sözcü ve liderlerinin yaptığı konuşmalar üzerinden Türkiye'nin toplumsal ve siyasal
yapısına dair tartışmaları sürdürmek meseleyi bir yere götürmeyecektir. Meseleye tarihsel
ve toplumsal çerçeveden bakmak zaruridir.
Siyasal Süreç
Türkiye'de siyasal sürecin bugün üç eksende farklılaştığı görülmektedir.
Bunlardan birincisi; 'geleneksel iktidar bloku' oluşturan benim kısaca 'batıcı-devletçi siyaset'
anlayışı diye ifade ettiğim bir yaklaşımdır. Bu anlayışın ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunduğu
bilinen bir konudur.
Kısaca bahsetmek gerekirse bu iktidar bloku tarihsel olarak sahip olduğu siyasal gücü iki
kaynaktan elde etmektedir. Bu geleneğe göre siyasal gücün birinci kaynağı ideolojiktir.
Buradaki ideoloji siyasetin meşruiyet kaynağına tekabül etmektedir. Buna göre 'laikratik' bir
din-devlet ilişkileri yorumu, 'Kemalizm' diye bilinen resmi ideolojinin 'birey'i yok sayan
devlet-toplum ilişkileri yaklaşımı ile birleşerek kapalı bir siyaset modeli oluşturur.
Bu iktidar blokunun kendi anlayışına göre seçerek oluşturduğu kavramsal yapı egemen
konumlarını sürdürecek bir anlayışta 'batılı modern yaşama tarzı' diye takdim edilen bir
davranış modeli sunmaktadır. Esas itibariyle 'modern' olanla birçok bakımdan uyuşmazlık
ve çatışma içinde olan bu anlayış belli bir döneme kadar ideolojik olarak hakimiyetini
tartışmasız bir şekilde sürdürme imkanı bulmuştur.
Bu siyaset anlayışının ikinci iktidar kaynağı ideoloji üzerinden 'devlet
içindeki kurumlarla' kurdukları özdeşlikten gelmektedir. Bu ideolojik
özellikler hem simgesel düzeyde, hem meşruiyet kriterleri düzeyinde, hem de
'batılı modern yaşama tarzı' diye sunulan davranış tarzı olarak yargıdan,
askeri bürokrasiye kadar devletin birçok unsurunda ortak olduğu için 'egemen blok'
topluma karşıt bir yerde konumlanmıştır. Buradaki 'modern-batılı yaşama tarzı' anlayışının
rasyonalizasyon, özgürlük, bireyin değeri, toplumsal çoğulculuk gibi çağdaş batı
toplumlarının 'değer'lerinden çok uzak olduğunu ayrıca söylemeye gerek var mı?
Sivil Eksen
İkinci eksen sivil eksendir. Türkiye'de siyasal sürecin sivilleşerek yeni
bir eksen oluşturmasının oldukça sorunlu olduğu bilinmektedir.
Siyasal hegemonyaya sahip unsurların, ideoloji ve devletin fiili organları
üzerinde kurduğu baskı, denetim ve müdahaleler sivilleşmenin önünü uzun süre kesmiş
veya bu eğilimi cılız bırakmıştır denebilir. Burada temel sorunun toplumsal alandan geldiğini
yani farklılaşmamış bir toplumsal yapıda sivil bir alanın yükselmesinin ne kadar zor olduğunu
unutmamak gerekir. Siyaset sahnesinde bir söylem olarak ve bazı siyaset aktörlerince
zaman zaman bu cılız sivil unsurların taleplerinin seslendirildiği dönemler olsa da bunun
esaslı bir nitelik kazanması, bir eğilim olarak ortaya çıkması yakın zamanlara ait bir olaydır.
Türkiye'nin monolitik hegemonik yapısının sanayileşmenin 1970'lerden ivme kazanmasıyla
birlikte değişmeye başlaması bu sivil dinamiğin ortaya çıkmasına imkân vermiştir.
Bugün gelinen aşamada o monolitik yapı farklılaşıp, sınıfsal ilişkileri
üretip, toplumu çoğulculaştırdıkça, modernleşmenin sahici formları
belirginlik kazandıkça sivilleşme kendisini siyaset sürecinde de ifade
edecek, taleplerini ortaya koyacaktır.
Üçüncü eksen; değişen toplumsal yapının yarattığı çözülmenin sorunlarıyla
ilgilidir. Eski yapının unsurları olan zümreleri, cemaatleri, etnik
toplulukları, birbirine eklemleyen ilke ve değerler değişmenin etkisiyle
çözülmeye başlamıştır. Ortaya çıkan bu durumu yeniden organize edecek,
entegre edecek 'toplumsal bağlar'a, yeni ilkelere ihtiyaç vardır. Toplum
bunu üretecek yaratıcılığı, yeni sentezleri ortaya koyamadığı zaman
toplumsal alanda çatışmalar ortaya çıkabilecektir. Bugün bu sorun kendisini
'etnik mesele' olarak göstermeye başlamıştır.