Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Bir ödülün sahtesi nasıl anlaşılır? Eğer ödül veren, bu ödül verme işinden, alandan fazla yararlanıyorsa, o ödül sahtedir. Dürüst ödülde kural, ödülü verenin, ödülü vermekten, doğrudan veya dolaylı hiçbir çıkarı olmamasıdır. Eğer ödül “aldım-verdim” muhabbetinde karşılıklı bir çıkar ilişkisi varsa bu tam sahtekârlıktır.”

        İlk bakışta yukarıdaki paragraf sanki memleketteki film festivallerini eleştirmek için yazılmış gibi duruyor öyle değil mi? Halbuki bu yazıyı iktisatçı Ege Cansen’in 9 Nisan tarihinde yayınlanan köşe yazısından aldım. Üstat temelde ticari hayatta verilen ödüllerden bahsetmiş olsa da, ne yazık ki ülkemizdeki sinema ödüllerinin çoğunda da durum tam olarak tasvir edildiği gibidir.

        Türkiye’de sinema alanında verilen ödül organizasyonlarına baktığımızda gerçekten de karşımıza pek iç açıcı bir tablo çıkmıyor. İster belediye, ister vakıf olsun festivallere destek veren kurumların, bu işi temelde sinema sanatı için değil de, kendi menfaatleri için yaptıkları şeklindeki algı, her geçen gün insanların zihninde daha da çok yer ediniyor. Gişe mücadelesine daha girmeden pes edip, finansman için sadece film festivallerini kovalayan sinemacıların sayısının artmasınınsa durumu daha da çetrefilli hale getirdiği kesin. Belli bir “sinemasal biçem?” (üslup demek!) veya “ideolojik duruş” çevresinde bir araya gelen bu “sinemacıların, şirketlerin, yapımcıların” belirli organizasyonlarda adeta ödül kontenjanları olduğuna dair dedikodular, sinema camiasında gün geçtikçe büyüyor.

        Bu algıya direnmeye çalışan bir iki festivalimiz yok da değil. Bunlardan belki de en önemlisi “İstanbul Kültür Sanat Vakfı” (İKSV) tarafından bu yıl 30.’su düzenlenen “İstanbul Film Festivali.” İKSV gerçekten de kendi ismini festivalin arkasında tutmayı başarabilmiş nadir vakıflardan biridir. Bunda geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Şakir Eczacıbaşı’nın isminin ve kişiliğinin etkisi çok büyüktür. Sektördeki herkes İKSV’nin sadece sanatın ülkede hak ettiği yeri bulması için var olduğunu bilir ve buna gönülden inanır.

        Öte yandan her şey toz pembe de değil. Bu yıl 30.’su düzenleniyor olmasına rağmen, İstanbul Film Festivali’nin hala daha kendine has “sinemasal biçemini” oluşturamadığını gözlemliyoruz. Halbuki kurumsallaşma adına belki de en önem vermeleri gereken nokta tam olarak da burası.

        Bunu nereden çıkarıyorsun derseniz sadece şu örneklere bakmamız bile yeterli. Geçtiğimiz yıl Ulusal yarışmada yılın en iyi Türk filmi ödülü Yağmur ve Durul Taylan kardeşlerin çektiği “Vavien” filmine gitmişti. Bu yılsa Tayfun Pirselimoğlu’nun yönettiği “Saç” Altın Lale’nin sahibi oldu. Bana sinemasal biçem bakımından birbirine tamamen zıt iki film seç deseniz, daha isabetli bir atış yapabilir miydim bilemiyorum. En iyisi mi ben bu işe hiç girmeyeyim. Ağanın eli tutulmaz.

        Bir sinemacı hangi festivali seçeceğini organizasyonun ruhuna bakarak karar verebilmelidir. Berlin, Cannes veya Sundance Film Festivallerinin yıllara dayanan köklü gelenekleri vardır ve filmciler yarışmalara katılacakları zaman, bu kriterleri göz önünde bulundururlar. Fakat ne yazık ki bizim memlekette durum tam tersidir. Özellikle ulusal yarışmalarda, o yıl üretilen filmlerin “sinemasal biçemleri” festivalin yapısını belirler. Tam da İstanbul Film Festivali’nde olduğu gibi. Oysa bir festival, sinema sanatına katkı yapmak istiyorsa, edilgin değil etken olmalıdır. Kendi geleneğini oluşturamayan organizasyonların, sinemamıza istenen faydayı sağlaması mümkün değildir.

        Termodinamik yasaları bize der ki: “Mevcut düzensizliği (durumu) korumak için bile enerji harcaman gerekir.” Şakir Eczacıbaşı uğraştı didindi, 30 yıl içerisinde bu festivali bir yerlere getirdi, fakat artık aramızda değil. Mevcut düzenin korunması için bile İKSV’nin şimdiki yöneticilerinin mutlaka biraz daha fazla enerji harcamaları gerekiyor. Onlardan rica ediyorum, lütfen “Yoksa bunlarda mı?” girdabının içerisine düşürmesinler festivali. Kendi üslubuna sahip dünya çapında A sınıfı festival namzedi olarak, elimizde sadece bir iki tane kaldınız zaten.

        Son olarak bir festival ödüllendirdiği insanların mutlu olmasına ve onurlanmasına vesile olmalı her şeyden önce. Bir filme sıkletine bakmadan, istiap haddinden fazla abanırsanız, adamı onurlandırayım derken utandırırsınız sonra. “Ya gerçekten ben bir şey yapmadım, kendiliğinden verdiler” diye sağda solda laf anlatmak zorunda bırakmayın insanları.

        Diğer Yazılar