Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son yıllarda memleket insanının sinema kavramlarıyla başı belada. Bir tarafta çok izlenilen, hasılat rekorları kıran, fakat eleştirmenler tarafından neredeyse hiç görülmeyen gişe filmleri, diğer taraftaysa çok az seyredilen, buna mukabil festivallerden ödüllerle dönen, eleştirmenlerin yere göğe sığdıramadığı sanat filmleri. Hadi gişe filmini biraz anladık da, nedir bu sanat filmi dedikleri?

        Belki de önce biraz genel algıyı resmetmemiz gerekiyor. Sokaktan geçen vatandaşa sorsanız, filmin afişi kızıl sonbahar yaprakları fonunda birbirine umarsız gözlerle bakan mutsuz bir çifti resmediyorsa bu sanat filmidir. Eğer bir de afişin köşelerine festival armaları dizilmişse, büyük ihtimalle filmi seyrederken sanat içinde kalacaksınız demektir. Filmde ne kadar canlı varsa hepsinin kellesini yan yana görüyorsanız, buna da gişe filmi denir. Hele bir de fonda alev topları, taramalı? tüfekler ve çıplak hatunlar falan varsa telaşa gerek yok, burada sanat manat olmaz, yayıla yayıla izlersiniz filminizi!?

        Keşke her şey bu kadar basit olsaydı! Filmler birbirinden afişleriyle, festivallere katılıp katılmamalarıyla veya hasılatlarıyla ayrılmaz. Yeşilçam sağ olsun algı öyle değil, ama sinema aslında metin temelli bir sanattır. Gişe filmleriyle sanat filmleri arasındaki ayrımı anlayabilmek için her şeyin başladığı yere temele, yani senaryoya gitmek zorundayız. Aynı CERN’de teorik fizikçilerin maddenin yapısıyla ilgili tutarlı modeller üretebilmek adına her şeyin başladığı an olan “Büyük Patlama” anına laboratuar ortamında gitmeye çalışmaları gibi. Onların Heisenberg’i, Fermi’si, Higgs’i varsa, bizim de Robert Mckee gibi senaryo üstadlarımız var neyse ki.

        Senaryo dediğimiz şey aslında bir öyküdür. Öyküleri sınıflandırırken kullandığımız temel kavramaysa olay örgüsü denir. Bu yapı önce senaristin, sonra da yönetmenin, öykü içerisine girecek olayları seçmesi ve onları belirli bir sıraya göre düzenlemesiyle oluşur. Bir takım deneysel çabaları bir tarafa koyarsak, senarist/yönetmen film çekimine başlanmadan önce metindeki olayların seçimini bitirmelidir. Burada iyi ya da kötü tercih yapılmış olabilir. Sonuç sadece olay örgüsüdür. Gişe filmi veya sanat filmi ayrımı kesinlikle bu tercihlerin kalitesinin bir ürünü değildir.

        Bu sorunun cevabı olay örgüsü kavramının türlerinde gizlidir. Öyle ki olay örgüsüne göre filmler klasik, minimalist ve anti yapılı olmak üzere üçe ayrılır. İşte bizim gişe filmi diye tabir ettiğimiz filmler büyük oranda bunlardan klasik örgülü dediğimiz yapıların içerisinden çıkar. Bu tür Hollywood sinemasının resmi olay örgüsüdür aynı zamanda. Bizdense “Kurtlar Vadisi: Filistin” klasik örgüye sahip beton gibi bir filmdir mesela.

        Sanat filmi olarak tabir edilen filmlerse aslında minimal olay örgüsüne sahiptirler. Minimal filmler de klasik tasarım öğelerini kullanır, fakat ismi üstünde minimalist bakış bu öğeleri silikleştirmiş, hatta yer yer dönüştürmüştür. Nuri Bilge Ceylan’a Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü kazandıran “Üç Maymun” bu türe verilebilecek en iyi örneklerden biridir.

        Son olarak bir de anti-olay örgüsünden bahsetmekte fayda var. Zira bir evren tanımlamak istiyorsak en az üç noktaya ihtiyacımız var. Anti-olay örgülü öyküler anti-romanın sinemadaki karşılığıdır. Reha Erdem’in “Kozmos”u bu tip filmlere son zamanlardan verebileceğimiz en iyi örnektir. İşte köşelerinde bu üç türün saf/mutlak hallerinin yer aldığı geometrik yapıyaysa olay örgüsü evreni/üçgeni denir efendim.

        Peki, mesele bu kadar basitken insanlar neyi paylaşamıyor, ya da bu öyküdeki ana çatışma nerede? Kestirmeden hemen cevap vereyim. Bu üçgenin içersinde tanımlanabilecek sonsuz sayıda farklı nokta varken, ne yazık ki bizim sinemacılarımız nedense hep en köşelerde, mutlakta, birbirlerinden olabildiğince uzakta kalmayı yeğliyorlar da ondan.

        Evrendeki tüm yapılar birbiriyle modülerdir/uyumludur. Yaşadığımız evren belki sonsuz değildir, ama aynı bir küre yüzeyi gibi sınırsızdır. Olay örgüsü üçgeni de görüldüğü gibi sonsuz bir alana yayılmaz, buna mukabil bu alan içinde bir sınır yoktur.

        Sinemacılarımızın da artık beyinlerindeki sınırları kaldırmaları şart. Sadece mutlak minimal filmler çekerek veya onları gözü kapalı destekleyerek statü sahibi olunmaz. Öte yandan insanların saygısının parayla satın alınabildiği bir dükkan da daha henüz açılmadı ne yazık ki. Türk sineması el birliğiyle kendi köklerinden beslenen bir üslup geliştirmek zorunda.

        Diğer Yazılar