Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem İslam düşünürü Mahmud Erol Kılıç: Panzehir Anadolu İslam'ı

        Anıl EMRE / GAZETE HABERTÜRK

        Radikal İslam, Selefilik, cihatçılık, El Kaide, IŞİD… Bu kavramlar gündelik literatürümüze iyice yerleşmiş durumda. Neredeyse her gün dünyanın farklı bir ülkesinden terör saldırısı haberi alırken, İslam’ın adını kullanarak dehşet saçanları nasıl durdurabileceğimizi tartışıyoruz. Bu küresel tartışmanın içerisinde ötekileştirme tavan yapmışken, bilge sesler ise maalesef pek duyulmuyor. Ben de bugün tartıştığımız sorunların dününü ve yarınını konuşabilmek için İslam coğrafyasını en iyi bilen isimlerden birinin kapısını çaldım. 8 yıldır merkezi Tahran’da olan İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamentolar Birliği’nin genel sekreterliğini yürüten Prof. Mahmud Erol Kılıç, birçok dünya lideriyle tanışıklığı olan, İslam coğrafyasında sık sık seyahat eden dünyaca ünlü bir düşünür. Paris’te düzenlenen terör saldırılarına katılanların çoğunun yaşadığı, ‘Avrupa’nın cihat merkezi’ olarak adlandırılan Brüksel’de Mevlânâ üzerine bir konferans vermek üzere çıkacağı Belçika seyahatinden önce buluştuğum Kılıç’la; radikalleşmeyi, terörizmi, İslam dünyasının sorunlarını ve çözüm yollarını konuştuk...

        -Günümüzde dünyanın dört bir yanından Irak veya Suriye’ye giderek IŞİD ya da El-Nusra gibi terör örgütlerine katılıp kan dökenler var. İşledikleri vahşete referans olarak Kuran’ı gösterdiklerini, ancak baz aldıkları ayetleri tamamen arka planından ayırarak, cımbızlayarak okuduklarını biliyoruz. Bu yaklaşım dinin ruhuyla taban tabana zıt değil mi?

        Önemli olan sizin bir dine hangi gözlükten baktığınızdır. Mesela Hıristiyanlığı mistik bir formatla temellendirirseniz, o önceliklere sahip bir Hıristiyanlık elde edersiniz. Ancak Haçlı Seferleri mantığıyla formatladığınız zaman herkesi kâfir ilan eden, adeta Ortaçağ DAEŞ hareketi gibi bir Hıristiyanlık elde edersiniz. İsa adına kılıçtan geçirmenin Hıristiyanlık olduğunu düşünürsünüz. Bugün İslam dünyasında olan da aynen böyle bir formatlama durumudur.

        ‘BUGÜNKÜ CİHATÇILARIN HEPSİ KATİLDİR’

        -Bunlar kendilerini cihatçı, yaptıklarını da Allah adına cihat olarak tanımlıyorlar. Peki İslam dininde cihat nasıl tanımlanmıştır?

        Cihat sadece bildiğimiz anlamda savaş değildir. İslam dininde iki tür cihat tanımlanmıştır. Küçük cihat ve büyük cihat. İlki; cihad-ı askeri yani fiziksel olarak savaştır ki bu Peygamber’in tavsiye etmediği bir savaş çeşididir. Zira “Savaş istemeyin” demiştir. Mecbur kalınırsa, meşru müdafaa için savaşmaktan ise kaçılmaması gerektiğini söyler. Öldürmeye mecbursanız da “Güzel öldürün” der. Cesedin kâfir olmadığını, saygı gösterilmesi gerektiğini söyler. Ciddi bir savaş etiği vardır İslam’da. Bir de bugün olanlara bakın.

        -Peygamber’in asıl önem atfettiği savaş, kişinin kendi iç mücadelesi midir?

        Kesinlikle. Cihad-ı ekber, yani büyük savaş. Hikâyesiyle anlatayım. Bedir Savaşı çok kanlı, çok çetin bir savaş olmuştur. Ancak Peygamber, “Bu aslında çok küçük bir cihattı. Şimdi büyük cihada gidiyoruz” der. “Gerçek savaş kendi içimizde yapacağımız savaştır” der. İnsanın kendi içsel savaşını, kâmil bir insan olmak için gerçekleştirdiği mücadeleyi gerçek cihat olarak görür.

        -Terör gruplarının saçtıkları dehşeti ‘adadıkları’ sözde cihat, bu iki kategoriye de girmiyor.

        Bugün ‘cihat’ yaptıklarını iddia edenler, İslam geleneğindeki ‘kutsal savaşçı’ değillerdir. Hepsi katildir. Kendi şahsi yaşamlarında her türlü kötülük vardır. Birçokları dini bile bilmez. Kelime-i şahadet dahi getiremeyenleri vardır. Ancak kolaylıkla tekfircilik yaparlar, yani kendileri gibi olmayan Müslümanlar da dahil olmak üzere, ötekini kâfir olarak tanımlarlar. Peygamberimiz, “Bir kimsenin kalbinde hardal tanesi kadar Allah’a inanç varsa ona ‘Kâfir’ diyemezsiniz, derseniz size döner” demiştir. Bir kimseyi kâfir ilan etmek dinimizde o kadar zordur ki. Bunların İslam adına hareket etmeleri söz konusu değildir. Dini sadece bahane ediyorlar.

        ‘HUKUKİ KONULAR İSLAM’IN SADECE YÜZDE 10’UDUR’

        Evet, özellikle Osmanlı coğrafyasında. Osmanlı İslam zihniyetine göre Selefilik marjinaldir. “Osmanlı neydi?” derseniz, Sufi’ydi. Evet Hanefi’ydi, evet Şafi’ydi ama esas anlayışı Sufi idi. Çok güzel bir tolerans iklimi, müthiş bir sentez yakalanmıştı. Muharrem törenleri bile yapılırdı Osmanlı’da. Hırsızlıktan ötürü 7 asır boyunca sadece 2 kere kol kesilmiştir. Selefilik ise İslam dinini sadece ceza hukukuna indirger. Şu anda en büyük yanlış, dünyadaki birçok medresede gençlere İslam öğretilirken yalnızca İslam hukukunun öğretilmesi. İslam felsefesi, İslam estetiği, İslam sanatları öğretilmiyor. Hukuki konular İslam’ın sadece yüzde 10’udur. İslam dinini sadece fıkıha (İslam hukuku) indirgediğiniz zaman, fıkıhın da ötesinde sadece ceza hukukuna indirgediğiniz zaman, bunu da gencecik beyinlere bu şekilde aşıladığınız zaman bu çocuklar medreselerden mezun olurken radikalleşmiş olarak çıkıyorlar.

        -Ünlü Ortadoğu tarihçisi Bernard Lewis, Selefiliğin, Suudi Arabistan’ın kurulmasıyla yayıldığını anlatır. Mekke ve Medine’ye sahip olmanın verdiği itibar ve petroldan gelen muazzam gelirin, tüm dünyada medreseler açmasını, krallığın kendine has din anlayışı ve Selefiliğin bir yorumu olan Vehhabiliği dünyaya ihraç etmesini sağladığını söyler. Afrika’dan Doğu Asya’ya, Kafkaslar’dan Avrupa’ya, Selefi cihatçı grupları bugün dünyanın her yerinde görmemizin sebebi bu mu sizce?

        Lewis’e katılıyorum. Bugün Suudi Arabistan’da ya da Körfez ülkelerindekiler, Suriye’de kafa kesen çeteleri görünce dehşete düşüyor ve tenkit ediyor ama “Zihniyet olarak bunlara biz sebebiyet verdik, bizim açtığımız medreselerde okuyan öğrenciler bu hale geldiler” demiyorlar. “İslam’ı sadece ceza hukuku olarak anlattık, bu sebeple oldu” denilmiyor. Her devlet kendi ideolojisini promote eder. Özellikle de petro-dolarlarınız varsa sizin reklamınız hepsinden fazla olacaktır. Hele Pakistan gibi, Afganistan gibi, Hint kıtası gibi sosyoekonomik anlamda geri yerlerde siz bir öğrenciye 200-300 dolar burs verirseniz, hepsinin aileleri tarafından bu medreselere gönderilmeleri söz konusu olur. Ancak bu medreselerde okuttuğunuz müfredatla çocukları baştan yaratmış, ideolojik formasyonlarını sıfırdan şekillendirmiş oluyorsunuz. Sufilerin, Şiilerin mutlak kâfir, Batı’nın ebedi düşman olduğunu öğretirseniz çıkacak sonuç ortadadır. İslam dünyası bu anlamda eteğindeki taşları dökmeli. “Ben tertemizim” demek hiçbir şeyi çözmez. Kafayı kesenler de Müslümanlar arasından çıkıyor.

        ‘İSLAM’INIZI NETLEŞTİRMENİZ GEREKİR'

        Bu iş bumerang gibidir. Umarım ki Arabistan Yarımadası Sufi damarı keşfeder. Osmanlı’nın Mekke’de, Medine’de Mevlevihaneleri vardı. Bunu kimse bilmez. Bugün dahi oralarda Vehhabi görünen ama gizli Sufi olanlar var. Bunlar bir gün “Yeter artık” derseler, İslam’ı her yerde doğru yaşamaya başlarız.

        ‘ANADOLU İSLAM’I ÜVEY EVLAT MUAMELESİ GÖRÜYOR’’

        -Peki radikalleşmenin panzehri ne olmalı? Hangi reçeteyle İslam, özünde olduğu gibi, Arapça anlamına geldiği ‘barış’ kavramıyla tüm dünyanın gözünde özdeşleşebilir?

        Osmanlı Devleti İslam’ı, İbn-i Kemal Paşazade’ye verdirdiği fetva ile “Ben sufi İslam’dan yanayım” demiş bir İslam’dır. İslam’ınızı netleştirmeniz gerekir. Bugün İslam dünyasının başına en büyük belayı açan, iki uçlu anlayıştır. Fanatik Şiizm ve fanatik Selefizm. Bu iki uç arasında biz Anadolu İslam’ının mensupları maalesef üvey evlat muamelesi görüyoruz. Halbuki Mevlânâ’dan beslenmiş; Yunus Emre’den, İbn Arabi’den, Hacı Bektaş-ı Veli’den, Hacı Ahmed Yesevi’den beslenmiş bir anlayışa hem ülke hem de devlet olarak ihtiyacımız var. Sema sadece turist çekmek için kullanılmamalı, anlaşılmalı, özümsenmeli, ciddiye alınmalıdır. Bugün İslam dünyasının en çok ihtiyacı olan panzehir, Anadolu’nun Sufi İslam’ıdır. Buna sahip çıkmak gerekir.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ