Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Magazin Semih Çalışkan'ın 'Bir Bar Filozofu' hızlı giriş yaptı

        Ece SARUHAN / HABERTÜRK MAGAZİN

        ‘Bir Bar Filozofu’ adlı ilk romanıyla hızlı ve derinden bir giriş yaptı Semih Çalışkan hayatlarımıza. Hızlı çünkü kitap çıkar çıkmaz geniş bir okuyucu kitlesine ulaştı. Derinden çünkü yazdıklarıyla can evinden yakalıyor okuyucuyu; yalın haliyle de yalan haliyle de hepimizde derin izler bırakan aşk; romanının konusu. Romanda sevdiği kadın tarafından aldatılan, kalbi yara bere içinde bırakılan bir adam var. Adı Sinan ama aslında Çalışkan’ın ta kendisi. Yani bu gerçek bir aşk hikâyesi. O çok sevdiği eski sevgilisinin adı da Şebnem olarak geçiyor romanda. Sinan intikam ateşiyle kendinden bir Okan yaratıyor önce, Twitter’da ‘1barfilozofu’ adında bir hesap açarak Şebnem’le Okan’mış gibi konuşuyor. İçindeki derin şüpheler, çektiği aşk acısı ondan bir filozof yaratıyor ve bu aşkı da, kendisini de, sevdiği kadının içindeki yerini de bambaşka bir noktaya taşıyor. Anlayacağınız bir aşkın küllerinden ve intikamın ateşinden doğan bir roman bu! Çalışkan, en yakın arkadaşıyla dertleşir gibi kaleme almış ‘Bir Bar Filozofu’nu... Sohbetimiz de dertleşme tadında geçti. Bakın bana neler söyledi...

        ‘GÖNLÜMDE DUBLAJ İSTEMİYORUM’

        Yazmaya olan ilgin ne zaman başladı?

        Çocukluğumdan beri sevdiğim insanlara şiir yazarım. Gizli bir blogda duran 300-400 tane şiirim var. Hayalimde hep kitap yazmak vardı. Boğaziçi Üniversitesi’nde senaryo dersleri aldım. Biriktirdiğim çok hikâye var, çok iyi bir kurgu arıyordum. Hayat bana böyle bir hikâye yaşatınca “Bunu yazmam lazım” dedim. Zeki bir insan olduğumu düşünürüm ama oturup kurarak yazmaya kalksaydım aklıma bu kadar güzel bir hikâye gelmezdi.

        Duygularını hiç gizlemeden ve süsleyip püslemeden yazmışsın. “İçimden ne geliyorsa o” mu dedin?

        Her an her şeyin olabileceği bir dünyada yaşıyor ve ne kadar zamanımızın kaldığını bilmiyoruz. Bu yüzden ben yaşarken de yazarken de içimden geldiği gibiyim. Gönlümde dublaj istemiyorum. Hayatın içinde fazlasıyla otosansür var. Özellikle aşkta insanlar ne söylüyorlarsa aslında tersini söylüyorlar. Hep başka bir dublaj var, bu yüzden ilişkiler saçmalamış durumda. Kitapta bu otosansürün olmasını istemedim.

        ‘AŞKTA DOĞAÇLAMADAN OLDUK’

        Romanın başında Şirinler’den bahsetmişsin. İyi insanlar olursak onları görebileceğimize de Türk filmlerindeki naif aşklara da inanarak büyüdük ama günümüzde ortada ne Şirinler var ne de o naif aşklar!

        Hiç sorma! Ben de bunlara inanarak büyüyenlerdenim. Sanırım en büyük hayal kırıklıkları da bizim gibi hayalci çocuklarda oluyor. Günümüzde aşkı bulabilmek Şirinler’i görebilmekten çok daha zor. Bir baksana etrafımıza; konu aşksa herkes aynı cümlelerle konuşuyor. Ezbere cümleler kurarken doğaçlamadan olduk. Çoğunluk kafasında yarattığı imajın içine herhangi birini yerleştirip aşk yaşamaya çalışıyor. Amaç boşluk doldurmak. Ben boşluk doldurmak için sevenlerden değilim. Benim aradığım başka bir şey. Bu arayışta yanlış yollara girdiğim, canımın çok acıdığı, kalbimin kapkaça uğradığı oldu ama olacak o kadar!

        ‘Yaşadıklarımı yazmak, duvara yumruk atmaktı’

        Roman bir zamanlar çok sevip de tarafından aldatıldığın kadından aldığın intikam. Çok ağır bir intikam yolu değil mi? Kendisinden tepki geldi mi?

        Bence çok naif bir intikam. İnan ağırsa benim için ağır, çünkü yazarken her şeyi bir daha yaşadım. Bu hikâyeyi yazmak duvara yumruk atmak gibiydi. Kendisiyle iletişime geçebileceğimiz ortak bir noktamız yok artık. Tepkisini bilmiyorum. Okuduysa kafası yastığa değdiğinde rahat uyuyor mu bilmiyorum ama ben çok rahat uyuyorum.

        Defalarca aldatıldığına dair şüphe düşmüş içine. Niye gitmemek için inatla direndin?

        Gitseydim aklım kalacaktı. Soru işaretleri yerine net bir noktayı tercih ettim. Sosyal medyada hesap açmam da bundandı. Son nokta da bu kitap oldu.

        Peki devamı gelecek mi hikâyenin?

        Evet, serinin ikinci kitabını yazıyorum.

        ‘Aşkın şekilsizliğine inanıyorum’

        Kendi araşıyında canının çok acıdığının olduğunu söyledin. Bunu göze alanların anlatacak bir hikâyesi oluyor bence, kalanlar yaşadıklarını aşk sanıp oyalanıyor.

        Aynı fikirdeyim. Çocukken ‘Super Mario’yu çok severdim. Kimileri o oyunun birinci, ikinci seviyesinde, bedene indirgenmiş aşklar yaşarak mutlu olmayı başarıyor hatta oyunun çok kolay olduğunu bile düşünüyor olabilirler. Ben o level’ları geçeli çok oldu, aşkın şekilsizliğine inanıyorum. Dediğin gibi bir hikâyem oldu. Öyle bir hikâye ki bu hem acıyı öğrendim hem de insanların nasıl yalan söylediğini. Artık ne istediğimi, ne istemediğimi çok daha iyi biliyorum. Anlayacağın yeni seviyeler yükleniyor oyuna.

        ‘Hayalim kitabın film olması’

        Gupse Özay’la birlikte romanla ilgili kısa filmler çekmiştiniz, Dada’da yayınlanmıştı. ‘Bir Bar Filozofu’nu beyazperdeye taşıma hayalin var mı?

        Gupse, tanışır tanış- maz kendisini yıllardır tanı- yormuş gibi hissettiğim biri. Hayatımda onun kadar ruhu kirlenmemiş bir insan görmedim. Romanı yazdıktan sonra kendisini aradım ve “Amatör bir ekiple kısa filmler çekeceğiz, oynar mısın?” dedim. “Senin kitabın, benim kitabım” dedi. O video’ların çekimleri en az 6 saat sürdü. En büyük hayalim ‘Bir Bar Filozofu’nun film olması. Sinematografik bir hikâye olduğunu düşünüyorum. Bunun için birkaç teklif geldi ama hikâyemi teslim etmek için hayalimdeki yapımcıyı bekliyorum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ