Hiçbir zaman Forrest Gump gibi başladı mı durmak bilmeyen bir koşucu olmadım. Mahalle maçlarında, halı sahada, topun peşinde koşmalarım dışında son 30 yılda spor salonlarındaki koşu bantlarında koşarak kat ettiğim mesafe bırakın bir maratonu, yarı maratonu, bir arpa boyu ya vardır ya yoktur. Koşmamayı tercih ettiğimi düşünüyordum bütün bu yıllar boyunca... Ta ki birkaç hafta önce Kabataş’ta Kadıköy motorunu yakalamak için 50-60 metrelik bir depar atana kadar! Turnikeden geçip motora bindikten sonra, Kadıköy’e kadar 20 dakikalık yol boyunca, bana sonsuzluk kadar uzun gelen o deparın ardından, kesilen nefesimi toparlamaya çalıştım! İşte orada benim koşmayı değil koşmanın artık beni terk ettiğini anladım. Hep orada olduğundan ve istediğimde geleceğinden emin olduğum koşmak ben vapurdan inerken arkamdan el sallıyordu.
50’li yaşlarım karşıladı beni iskelede; insan her Allah’ın günü, her dakika birlikte yaşadığı kendisine şaşırabiliyor böyle. Kendisini çok iyi tanıdığını sandığı anda kendisiyle ilgili daha önce hiç bilmediği bir şeyle karşılaşıyor ve haline şaşarak bakakalıyor. İstediğimde koşabileceğim düşüncesinin hoş bir seda olmaya başladığını fark etmek şaşırtıcı oldu benim için... Bir bayrak yarışında bayrağı benden sonra gelene bırakıp, o uzaklaşırken ben yavaşlıyormuşum gibi hissediyorum. Tuhaf hepi topu 60 metrede 30 yıl yaşlandım...
HAYATIN ANLAMI İÇİN 422 KİLOMETRELİK ULTRA MARATON KOŞMAK
Pazar gününün mahmurluğuyla koltuğa gömülmüş gazetelerin dergilerin internet sitelerinden makaleler okurken Esquire’da 49 yaşındaki sosyal hizmet uzmanı ve psikoterapist Belçikalı Raf Willems’in öyküsüne denk geldim.
Yaklaşık on yıl önce kırklı yaşlarına yaklaşırken koşmaya başlamış Willems, birkaç maratonda koşmuş. Ancak kalabalıkta koşmak onu çok da mutlu etmemiş. Dağlarda, ormanlarda, dar patikalarda koşmak istediğini fark etmiş. Ve bu arzu onu 'ultra maraton’a yönlendirmiş. 42 kilometrelik maraton yarışından uzun olan yarışlara ‘ultra maraton’ deniyormuş, bilmiyordum. 80-100- 300- 400 kilometrelik ultra maratonlar var.
Raf Willems 15 Ocak 2023’te Kuzey İngiltere’den İskoçya’nın dağlarına kadar olan 422 kilometrelik parkurun Derbyshire'da Edale kasabasındaki başlangıç noktasına geldiğinde kafasında yarışı kazanmak yokmuş, tek isteği bitirmekmiş. Yaz sıcağındansa böyle soğuk havalarda koşmayı seviyor. Koşarken yağan yağmur, engebeli arazi, fiziksel durumunu zorlayan şartlar onu heyecanlandırıyordu; bu hayatında yokluğunu hissettiği o macera duygusuydu. 168 saatlik süre içerisinde tamamlanması gereken yarışa başladığında her şey yolundaydı. İlk 80 kilometre hiçbir terslik olmadı. İlk büyük kontrol noktasına ulaştığında kendisini iyi hissediyordu. İlerleyen günlerde ne değişen hava koşulları ne yorgunluk tek mesele uykuydu. Yarışmacılar bu uzun yarışlarda parkur üzerindeki ağaçların altında ya da barınaklarda uyuyup yola devam ediyordu. Willems, üçüncü kontrol noktasına geldiğinde üç günde sadece üç saat uyumuştu. Geceleri uyumayıp koşmaya devam etti. Günler ilerleyip, hava koşulları kötüden daha kötü bir hal almaya başladığında yedi gecede sadece 6 saat gözleri kapalı kalmıştı.
BEN KİMİM? NASIL BİR İNSANIM? ZOR KOŞULLARDA NE YAPARIM?
Beşinci kontrol noktasında, ıslak ve buz gibi bir odada, uyku matının üzerinde 29 dakika uyudu. Gözlerini açtığında, varış noktasına 80 kilometre kalmıştı ama biliyordu geri kalan her metre “Çok zor” olacaktı. Gece yeniden koşmaya başladı. Kar fırtınası başladı, yoldaki izler kayboldu... İşte her şey bu noktada başladı. Dizlerine kadar kara batmış halde koşmaya çalışırken halüsinasyonları ilk bu noktada gördü. Ne ölü ne tam diri cesetler vardı etrafında... Karın içinde boylu boyunca uzanmış, “İmdat, imdat yardım et!” diye ona bağırıyorlardı.
İşinden dolayı akıl sağlığı bozulmuş birçok insanla karşılaşmıştı; ilk kez kendisi vardı karşısında. 400 kilometreden fazla bir mesafenin ardından bembeyaz bir sonsuzluğun ortasında kendi kendine bağırıyor, ağlıyor, yardım çığlıkları atıyordu. Hem fiziksel hem ruhsal olarak kaybolmuş hissediyordu, pes etmeye hazırdı. Sönmüş bir yanardağın eteklerindeki son sığınaktan bir görevlinin aracının farları gözünü aldı. Adam ona, “Sana yardım edeceğim, yeniden bitiş rotasına gireceksin... Hala bitirebilirsin” dedi.
Son bir gayret yola koyuldular ama koşmuyorlar hatta yürümüyorlardı bile... Ayaklarını sürüyerek ilerlemeye çalışıyorlardı. Sonunda sığınma evine ulaştılar. Raf Willemes hala kendinde değildi. Yardım etmeye çalışan tıbbi personelin kendisine zarar vereceğini sanıyordu. “Bırakmalısın” diyenlere, “Çok iyiyim” diyerek devam etmek için yalvarıyordu. Yarışı bitirmesine 10 kilometre kadar kalmıştı. Ama devam etse de yarışı süresinde bitirmesi imkansızdı. Bir görevli, eşi ve çocukları onu düşünüp endişelenirken onun onları değil yarışı düşünmesinin haksızlık olduğunu söyledi. Willems sakinleşti ve yarıştan çekildi. 22 Ocak Pazar günü sabah saat 06.00’da kurtarma ekibi onu alıp bitiş noktasına götürdü...
Raf Willems Esquire’dan Chris Hatler’e ultra maratonu şöyle tarif ediyor: “Ultra koşu her zaman kişisel yeteneklerin sınırlarını zorlamakla ilgilidir. Ben kimim? Nasıl bir insanım? Zor koşullarda ne yaparım?..”
YAŞASIN KENDİ YARIŞINI KOŞANLAR!
Willems’in öyküsünü okuduktan sonra arkama yaslanıp sosyal medyaya ‘koştum’! Karşıma çıkan ilk ‘story’ yayın koordinatörümüz sevgili Mesut Toptan’dandı. Mesut bir koşu aşığı... Birkaç yıl önce koşmaya başladı. Daha önceden de koşuyordu belki, ben son birkaç yılı biliyorum. Dün Öğretmenler Günü Koşusu’na katıldı. Yarışın ardından paylaştığı ‘story’sinde şunları yazmış: “75 yaşında bir koşucu ile konuştum. Ona dedim ki: ‘Hedefim sizin gibi olmak.’ Bugün derece yapıp 10 yıl sonra merdiven çıkamayacak hale gelmektense ömür boyu koşabilmek gibisi yok. Yaşasın kendi yarışını koşanlar...”
Önce Raf Willems’in öyküsü, ardından da Mesut’un ‘story’si...
Sanırım koşmak için bacaklarımda güçten önce kalbimde bir arzuya, tutkuya ihtiyacım var. Motoru kaçırmamak için değil “Ben kimim? Nasıl bir insanım? Zor koşullarda ne yaparım?” sorularının cevabı için ‘kendi yarışımı koşmaya’ başlamalıyım.
Bahsettiğim koşu için yüzlerce kilometrelik mesafelere de ihtiyacım yok... 30 yıl geri almak için birkaç metre bile yeter bezen. Sizce de öyle değil mi?