'Yurt': Baskıyla büyümek…
Nehir Tuna’nın yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı film ‘Yurt’, dünya prömiyerini geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali’nde yaptı ve ‘Ufuklar’ bölümünde en iyi senaryo ödülünü kazandı. Yabancı festivallerde kazandığı diğer ödüllerin yanı sıra geçtiğimiz ay İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Yarışma bölümünde en iyi film seçildi.
‘Yurt’, 1996 yılının sonbahar ayında geçiyor. Film başlamadan önce çıkan yazıda, dönemin siyasi kutuplaşmasına atıfta bulunuluyor ve askerlerin çeşitli dini cemaatlere ait öğrenci yurtlarına düzenli baskınlar gerçekleştirdiği belirtiliyor.
Hemen peşinden, 14 yaşındaki Ahmet’in (Doğa Karakaş) iki dünya arasındaki bölünmüşlüğünü, aidiyet ve kültürel kimlik sıkıntılarını yansıtan sahneler peş peşe geliyor. Dönemin müfredatına uygun olarak eğitim veren Özel Trakya Koleji’nde öğrenim görüyor Ahmet. Orada, seküler eğitim sisteminin içinde olmaktan rahatsız değil. Ama akşamları diğer arkadaşları gibi ailesinin yanına değil, dini eğitim veren öğrenci yurduna gitmekten mutlu olmadığı belli. Dolabındaki çocukluk fotoğraflarından, babasının (Tansu Biçer) yurdun sahibi olan cemaate katılmasının üzerinden çok zaman geçmediğini; üç kişilik çekirdek ailenin radikal bir değişimden geçtiğini ve ergenlik çağındaki Ahmet’in hayatının nasıl alt üst olduğunu anlamak çok zor değil.
O güne kadar varlıklı bir ailenin tek evladı olarak büyüyen Ahmet’in, babası tarafından ‘İleride kendisi gibi cehennem çukuruna düşmemesi’ için teslim edildiği yurttaki hayat koşulları, sistem ve uygulanan disiplin açısından devlet yatılı okullarından ziyade asker kışlalarını andırıyor. Sözgelimi, okul ve tuvalet temizliği öğrencilerin sorumluluğunda. Yemekler karavanadan dağıtılıyor, yatakhanede sadece ranzalar var. Ahmet kuşkusuz evin rahatlığını, anne baba şefkatini özlüyor ama asıl sorunu konfor arayışı değil; baskı ortamı…
Yurttaki iş bölümünü kabul edip benimsediği belli. Sadece arapsabununun kokusuna dayanamadığı için marketten gidip harçlığıyla başka malzeme alıyor ve tuvaleti onunla temizliyor. Hatta pantolonunun, ayakkabılarının çalınmasına bile takılmıyor. Hemen başka bir çift ayakkabı giyip idare ediyor. Yurt müdürü Yakup (Ozan Çelik) sorduğunda geçiştiriyor; açıkça şikâyet etmiyor. Ne var ki, babası hırsızlıkları Yakup’un üstü Behlül Hoca’ya (Orhan Güner) bildirdiğinde yurt hayatı, onun için giderek daha zorlaşıyor; üstündeki baskı artıyor. Yakup’un ve diğer çocukların Ahmet’in üst sınıftan olmasına karşı duydukları nefret, ayyuka çıkıyor. İşte tam da böyle bir ortamda ekonomik açıdan ‘en alttan’ gelen ve tatillerde gidecek evi dahi olmayan bitirim Hakan’la (Can Bartu Aslan) yakınlaşıyor.
Filmin görünen ilk teması, Ahmet’in iki ayrı dünya arasındaki kimlik arayışı… Ahmet saf ve naif şekilde inanmak, inancın gücünü içinde hissederek manevi kurtuluşa ulaşmak istiyor; hâlâ aklının bir köşesiyle babasına güvendiği belli. Buna karşılık, cemaat yurdunda kaldığı için kolejdeki arkadaşlarından utanıyor.
Alttan alta ilerleyen ikinci önemli tema, babanın kendini cemaat otoritesine kayıtsız şartsız teslim etmesi... Çocuğunu cemaate gözü kapalı vermesinin sonucunda geliyor şiddet ve baskı. Ahmet, nerdeyse onun verdiği kurban gibi… Mesela, Yakup’un sahip olduğu özgüvenin altında Ahmet’in kendine emanet edilmesinin rahatlığı var. Emir ‘en yukardan’ geldiğinde Behlül Hoca dahil herkesin riayet edeceğini biliyor çünkü… Dayak ve şiddetin yurttaki eğitimin parçası olması, belli ki en yukarıdan onaylanan bir uygulama.
Baba karşımıza ilk çıktığı sahnelerde Ahmet’e karşı şefkat ve sevgi dolu gibi görünüyor ama film ilerledikçe cemaatte yükselmek adına oğlunu feda edebileceği netleşiyor. Oğlunu görmek ve onu yurttan almak isteyen eşinin (Didem Ellialtı) haklı isyanına ‘Ben senin aldığın deterjana karışıyor muyum? Sen de benim işime karışma!’ diye tepki göstermesi, kadın düşmanlığının göstergesi. Kaldı ki, daha ileriki sahnelerde aile içinde psikolojik şiddete başvurduğunu görüyoruz. Sonuçta, Ahmet’in yurtta gördüğü fiziksel şiddetin birinci elden sorumlusu babanın ta kendisi. Yönetmen Nehir Tuna’nın filmdeki hedeflerinden birinin, 14 yaşındaki oğluna bunları reva gören zihniyeti deşifre etmek olduğu kesin. Oğluna dahi sahip çıkmayan bir iş insanının parasının gücüyle cemaat içinde yükselmesi ayrı bir nokta elbette…
Final, kuşkusuz farklı şekillerde yorumlanabilir. Kesin olan tek şey, Ahmet’in babasını daha iyi tanıması, umudunu kesmesi ve ona artık güvenmemesi… Finalde geldiği noktada, babasının desteği olmadan artık yalnız başına büyümesi gerektiğini biliyor ve büyümenin ilk adımı olarak okul arkadaşlarına yalan söylemekten vazgeçiyor.
Görüntü yönetimi ve kadrajlar kadar Ayris Alptekin’in kurgusunun da filme önemli katkısı var. Tıpkı Avi Medina’nın yurt mekânının aklımıza getirdikleriyle tezat teşkil eden müziği gibi… Ahmet’in okulda hoşlandığı Sevinç’in Vivaldi’nin ‘Dört Mevsim’ini sevmesini hesaba katmak gerek. Klasik müziğin Ahmet’in içindeki seküler hayat özlemini yansıttığı söylenebilir.
‘Yurt’un, mütedeyyin kesimden nasıl tepkiler alacağını kestirmek zor. Ama kendi adıma filmin inancı veya dini değil; otoriter, baskıcı ve bağnaz tutumu hedef aldığını düşünüyorum. Baskının hiçbir işe yaramayacağına dair çok anlamlı sahneler var filmde. Sözgelimi, askerlerin yurdu basacağı haberinin gelmesiyle, Arapça yazıların olduğu her şey ortadan kaldırılıyor, broşürler kazanda yakılıyor ve duvarlara Atatürk fotoğrafları asılıyor. Siyasi kutuplaşma süreçlerinde devletin yaptığı baskının hiçbir işe yaramayacağının, hatta ters tepeceğinin açık bir kanıtı bu sahne… Yurdun kapısında ‘Türkiye laiktir, laik kalacaktır’ diye gösteri yapanların içeri giren öğrencilere ‘Aczmendi’ demesini de unutmamak gerek. 1990’ların ‘irtica korkusu’nu yansıtan simgesel bir ifadeydi Aczmendi… Ahmet’in filmin başından itibaren kendisine neden Aczmendi dendiğini merak etmesi ve baskın sırasında yaptıkları ilgiye değer detaylar.
Nehir Tuna, günümüzden 28 yıl öncesine bakmayı, farklı ve düşündürücü bir deneyim haline getirmeyi başarıyor. Asıl önemlisi, inançlar ve düşünceler üzerinde baskı kurmanın hiçbir işe yaramayacağının altını bir kez daha çiziyor.
Oyunculuk açısından parlak bir film bekliyor sizi. İki genç oyuncu, Ahmet’te Doğa Karakaş ve Hakan’da Can Bartu Aslan karakterlerini inandırıcı kılmayı başarıyor; çok iyi performanslar sergiliyorlar. Ozan Çelik, farklı karakterleri canlandırmaktaki başarısını bir kez daha gösterirken; usta Tansu Biçer de filmin kilit karakteri babada üstüne düşeni yapıyor. ‘Yurt’u şimdiden 2024’ün en iyi yerli filmlerinden biri olarak ilan edebiliriz.
- Başarılı bir ilk film16 dakika önce
- Soğuk ve insan sevmez bir film11 dakika önce
- Bal, tereyağı ve ekmek peşinde40 dakika önce
- Yılın en iyi filmlerinden biri32 dakika önce
- 'Sonsuza dek' ama kiminle?16 dakika önce
- Eski usul distopya37 dakika önce
- Popüler Amerikan masalına yeni yorum40 dakika önce
- Oscar'a aday gösterilen Filistin filmi3 dakika önce
- En duygusal Frankenstein uyarlaması1 ay önce
- Predatör bu kez iyi karakter1 ay önce