Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Her şey ölümsüzlük için

        HT PAZAR / Gülenay BÖREKÇİ

        Yaşlılık, dünyada her gün 100 binden fazla insanın ölüm sebebi. Yaşlılık kanserden de, trafik kazasından da daha öldürücü bir hastalık. Peki ama tedavisi var mı? Ölümsüzlük Kitabı’nın yazarı Adam Leith Gollner, ölümsüzlüğün peşinde dünyayı dolaşıyor ve öğrendiklerini bizimle paylaşıyor...

        Araştırmacı yazar Adam Leith Gollner, son günlerde herkesin merakla karıştırdığı bir kitapla çıktı okur karşısına. İnsanoğlunun ölümsüzlük arayışını konu alan "The Book of Immortality / Ölümsüzlük Kitabı", Gollner'ın anlattığı komik bir hikâyeyle açılıyor.

        "Ölümsüzlük konusunda araştırma yapmaya başlayacaksam önce bunu başarmış olanlarla konuşmalıydım. İlkin Japon mimar Arakawa'yla röportaj yapmayı denedim. Kendi deyişiyle, herkesin 'ölmek' adını verdiği şu olağan insan kaderine karşı koyan evler tasarlıyordu. Gelin görün ki bulamadım. Birkaç ay önce ölmüştü! Ardından hücrenin doğal gelişimini adım adım tersine çeviren şifreli mantralarla ölüme direnme yöntemlerini anlatan astrolog Linda Goodman'a ulaşmaya çalıştım. Olmadı. O da kısa bir süre önce ölmüştü! Nihayet Dr. Daniel Rudman'a telefon ettim. 1990'da bir tıp dergisinde yaşlanmanın hiç de kaçınılmaz bir şey olmadığını yazmıştı. Heyhat! Hiç şansım yokmuş, o kaçınılmaz son Rudman'ı da çoktan ele geçirmişti..."

        GERÇEK HAYATTA ÖLÜMDEN KAÇABİLEN OLMADI

        Gollner'in ne söylemeye çalıştığı aşikâr. Anlıyoruz ki bugüne dek yaşlanmaktan da, ölümden de kaçabilen olmamış. Ölümsüzlüğün sırrına eriştiğini iddia edenler arasında bile... Adam Leith Gollner ölümsüzlüğün sadece imkânsız değil aynı zamanda fazlasıyla tekinsiz bir mesele olduğunu da öne sürüyor. Zira 10 binlerce yıllık insanlık tarihinde ölümsüzlük arzusu istisnasız olarak hep olumsuz çağrışımlar taşımış. "Bunun için edebiyattaki ölümsüz karakterlere bakmak bile yetebilir" diyor Gollner, "vampirler, kurtadamlar, zombiler... Evet, ölümlülerin hayatı tekdüze ve sıkıcıydı belki ama Frankenstein'dan Kont Voldemort'a şu ya da bu şekilde ölümsüz olabilmiş karakterler de mutlaka yıkıcı, yok edici tiplerdi."

        Ama belki öyle değildir, belki sadece numara yapıyoruzdur. Nasıl olsa ölümsüz olamayacağımıza göre bunun kötü, karanlık bir şey hatta suç olduğuna inanmak işimize geliyordur. Öyle ya; ölümsüzlük otunu bulup da kaybeden Uruk Kralı Gılgamış gibi biz de aslında bu dünyaya kazık çakmayı pek o kadar istemiyoruz, değil mi?

        Ayrıca ölümsüzlük sandığımız kadar hoş bir şey olmayabilir de... Mesela İngiliz hiciv ustası Jonathan Swift, Gulliver'ın Seyahatleri adlı kitabında ölümsüz bir ırktan bahseder. Struldbrugglar sivri dilli, huysuz, gergin, mutsuz, dostu arkadaşı olmayan insanlar. Gözleri görmüyor, ciltleri kırış kırış olmuş, belleri bükülmüş. Dediklerini kimse anlamıyor, çünkü yüzlerce yıl öncesinin diliyle konuşuyorlar. Tek yaptıkları kaderlerine lanet etmek ve "Bir an önce ölsek de kurtulsak şu hayat denen sonsuz ıstıraptan" diye gizli gizli ağlaşmak.

        ÖLÜMSÜZLÜK KORKUSUNU YENME ZAMANI

        Evet burası gerçeğe dönmek için kesinlikle harika bir nokta. Geçmişin ölümsüzlük korkusunu bütünüyle unutmanın zamanı geldi. Günümüzün gerontologlarına, yani insanın yaşam süresini uzatmak için çalışan bilim adamlarına göre ölümsüzlüğün sırrına vakıf olduğumuz zaman sonsuz gençliğin sırrına da vakıf olacağız. Üstelik bunun için önümüzde hiç de uzun bir zaman dilimi yok.

        Ama önce biraz geriye, 1912'ye gidelim... Nobel Ödüllü Fransız cerrah ve fizyolog Alexis Carrel o tarihte tavuğun embriyosundan aldığı hücrelerle bir doku kültürü başlattı. Düzenli olarak yenilenen hücreler tam da umulduğu gibi zamanla kendiliğinden çoğalmaya başladı hatta 35 yıl canlı kalabildiler. Carrel hücrenin ölümsüzlüğünü kanıtladığına inanarak tüm dünyaya "Ölüm mecburi bir şey değildir" ilanında bulundu. Yetiştirdiği bilim adamlarının aynı deneyi insan hücreleri için yapacağını ve aynı şekilde çoğalan bu hücrelerden yaşama potansiyeline sahip organlar elde edeceklerini umuyordu. Böylece yaşlanmak tarih olacaktı ve artık hiçbirimiz ölmeyecektik.

        Ne yazık ki yanılıyordu. Ölümünden 15 yıl sonra yani 1959'da kanıtlandı ki titizlikle gözetim altında tutulan bu hücreler de yaşlanıp ölüyordu.

        Bunu moralinizi bozmak için anlatmadım. Tam tersine bilim dünyası zaman zaman keskin "u" dönüşlerine tanık olabiliyor. Carrel'ın izinden giden doku mühendisleri son yıllarda onun tamamen de yanılmadığını keşfettiler. Mesela laboratuvar ortamında 3 boyutlu ve noksansız atan bir fare kalbi üretebildiler. Hatta farelerden aldıkları kök hücreler yardımıyla insan böbreği bile ürettiler. Fare sırtında insan kulağı üretildiğini belki hatırlarsınız. "İyi güzel de bunlar ne işimize yarayacak" diye sormak hakkımız değil mi? Soralım...

        'YAŞLANMAMAK' DENEN İLMİN SÜPER STARI

        Adam Leith Gollner bu alanın süper starı sayılan İngiliz bilgisayar programcısı Aubrey de Grey'le de konuşuyor. Amatör gerontolog Grey umut veren şeyler anlatıyor. Yaşlılığın tedavi edilebilir bir hastalık, insan metabolizmasının önlenebilir bir bozukluğu olduğunu, en geç 15-20 yıl içinde ölümsüzlüğün sırrına vakıf olacağımızı... "İnsan vücudu çok karmaşık bir makine ve her makinede olduğu gibi zaman zaman bazı parçalar yorulup devre dışı kalabilir. Sandığımızdan daha akıllı bir mekanizmayla işleyen vücudumuz bu parçaları kimi zaman tamir eder, kimi zaman da edemez. Yaşlılık işte tam olarak budur" diyor. Gollner de yaşlanmayı nasıl önleyeceğimizi soruyor. Yapılacak şey basit: Mekanizmanın sorun çıkaran parçaları tamir edilemiyorsa, onları yenileyecek, yani hasarlı bir organın yerine laboratuvarda kök hücre teknolojisiyle üretilmiş yenisini koyacağız. Ayaküstü bir parmak hesabı yapıyor Grey: Bozulan, hastalanan her bir organın yenilenmesi kişiye 30-40 yıl kazandıracağına göre, insan ömrü çok yakında 500-600 yıla uzayabilecek. Nihai hedefse 1000 sene.

        Uzun yaşamaya hazırlanın: 100+ jenerasyonu geliyor

        Eskiden 100 yaşını aşmış birine rastlamak şaşırtıcıydı, şimdiyse gayet sıradan bir mesele. Gazetelere, televizyonlara artık haber bile olmuyor, o derece... ABD Ulusal İnsan Genomu Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Francis Collins 100 yaşını aşan insanlara yakında çok daha sık rastlayacağımızı söylüyor.

        "Eğer başıma bir kaza gelmezse, bundan 50 yıl sonra büyük olasılıkla 109 yaşında olacağım. Daha da önemlisi, insan DNA'sı üzerine yapılan çalışmalar bu hızla devam ederse dünyada, 100 yaşın üstünde olup hayatlarını sağlıklı ve aktif bir biçimde sürdüren kişilerden oluşan yepyeni bir jenerasyon olacak. Teknik imkânlarımız hızla gelişiyor... Yakında, tek tek bütün bireylerin DNA haritalarını çıkarıp hangi hastalıklara yatkın olduklarını kolayca belirleyebilecek ve daha hastalıklar ortaya çıkmadan önlem alabileceğiz. Kişiye özel tedavi yöntemleri de geliştirilecek. Genom araştırmalarımız sürüyor. Hücrelerin aşırı ve orantısız büyümesini kontrol etmeyi başarırsak kanser gibi hastalıkları önleyebileceğiz. Hücre ölümünü engeleyebilirsek de yaşlanmak ortadan kalkacak. 50 yıl sonra insanlar şimdikinden çok daha mutlu hayatlar sürecekler, çünkü ne kadar uzun yaşayacaklarını merak edip durmak yerine, ne kadar uzun yaşamak istediklerini düşünecekler ve kararı kendileri verecekler."

        İnandığımız için mi gençleşiyoruz?

        Japonya'daki "uzun yaşam cenneti" Okinawa Adası'nda halkın yüzde 80'i 100 küsur yaşında. 150'ye kadar yaşayanların sayısı da azımsanacak gibi değil. Tahıl, balık ve sebzeyle beslenen, yağ, kırmızı et, tavuk ve yumurtadan uzak duran Okinawalılar güleryüzlü, dışa dönük insanlar. Ayrıca inançlarına bağlılar ve düzenli olarak meditasyon yapıyorlar.

        Adam Leith Gollner bu inanç meselesini çok önemli buluyor ve esas şifanın belki de bizim engin inanma kapasitemizde olduğunu anlatıyor. Dolayısıyla yaşlanma karşıtı ilaç ve kremlerin büyük bir kısmının placebo etkili olduğunu duymak onu şaşırtmıyor. İnandığımız için iyileşiyor, inandığımız için gençleşiyoruz.

        Placebo etkisi hakkında bilimin eksiksiz bir bilgisi yok aslında. İnancın endorfin üretimini harekete geçirdiğini biliyoruz sadece. Koşup terlediğimizde, baharatlı yiyecekler yediğimizde ve bir şeye yürekten inandığımızda, "şahsi afyon tarlamız" çiçekleniyor. Başı ağrıyan koyu Katolik birinin içindeki eczacı, o kişi kilisede Meryem Ana ikonalarına bakarken harıl harıl çalışmaya başlıyor mesela ve ağrı bir süre için hissedilmez oluyor.

        İnsan menisi ve greyfurt ömrü uzatıyor mu?

        Tabiattaki bazı canlılar bize ölümsüzlüğün başka yolları da olabileceğini ima ediyor. Mesela 2011'de kurtçukların kimyasal bir boya maddesi olan Thioflavin T sayesinde 2-3 kat uzun yaşayabildikleri kanıtlandı. Yarasaların uzun yaşama sebeplerini araştıran bilim adamları da çok ilginç bulgular elde ettiler. Paskalya Adası toprağında bulunan rapamycin'in farelerin ömrünü yüzde 30 uzattığı, bu yüzden insanlarda yaşlanmaya bağlı hastalıkların tedavisinde kullanılabileceği ortaya çıktı. İnsan menisi, greyfurt, buğday tohumu ve soyada bulunan spermidine'in de hücre çekirdiğini "gençliğe programladığı" keşfedildi.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ