Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Christopher Nolan macerasına bıraktığı yerden devam ediyor. Batman serisinin son filmi "The Dark Knight Rises" ile vitesi biraz kıran Nolan, “Interstellar” ile hayranlarını atağa geçirdi. ‘Katı bilim-kurgu’ filmi yapmak için epey düşünen Nolan, kafasını kurcalayan çok önemli teorilerin kökünü“Interstellar” aracılığıyla kazımaya çalışıyor sanki… Zaten Nolan’a aşina olanlar onun teoriler ile ilgili olduğunu bilirler. Yıllarca askıda kalan projeyi deşmek için bolca araştırma yapan Nolan, teoriler hakkında bilgisi olmayanlara karşı, iç açıcı bilgiler veriyor, ama kesinlikle yeni bir şey katmıyor. Bildiğimiz sularda yüzüyor, ancak hepsini bir araya getirebilmek de zekâ ve beceri ister, o da Nolan da fazlasıyla var!

        Şu günlerde “Interstellar” (Yıldızlararası) filmiyle bir hayli tartışma yaratan ChristopherNolan filmlerini, şöyle bir gözden geçirelim istedik. Bir sürü başarılı filme imza atan Nolan’ın“İnterstellar” gibi bir filmle tarzının dışına çıkması, bizi epey düşündürdü. Keşke Nolan yanımızda olsaydı da ona ‘neden’ diye sorabilseydik. Demek ki aklına böyle bir film yapmak gelmiş, Nolan belki de kendini farklı bir film kurgusuyla göstermek istedi. Sebebi her ne ise saygı duyuyoruz ama mantığımıza yatmayan şu: gotik mekânlar, psikolojik motifler ve bilinçaltı oyunları yerini bu kez bilimkurguya bırakıyor. Nolan, daha önce ‘katı bilim-kurgu’türüne hiç yer vermemişti, acaba ne değişti? Aslında “İnterstellar” filmini StanleyKubrick’in"2001: A Space Odyssey" özdeşleştirmemiz mümkün, Nolan’ın esin kaynağı Kubrick olabilir, tabi bu bir varsayım.

        Nolan’a geçmişi deşmeye gerek yoktu demek geliyor içimizden… Einstein’in “İzafiyet teorisi” ile şekillenen film, sinemasal zaman mekânla oynayarak, kuantum fiziğini anlamamız adına bazı açıklamalarda bulunuyor. Ama şunu çok iyi biliyoruz ki, kuantum fiziği günümüzün en çok konuşulan konularından biri… Şimdi hepiniz muhakeme yapıyorsunuz filmi izlesek mi, izlemesek mi diye… Kesinlikle izlenmesi gerekiyor, sonuçta karşımızda zeki bir yönetmen var elindeki malzemeyi doğru kullanan Nolan, onu eline yüzüne asla bulaştırmaz, ama diğer filmlerine oranla son filminin biraz geride kaldığı aşikâr…

        Film aslında daha önce de örneklerini izlediğimiz spesifik bir hikayeden yola çıkıyor: ‘Warmhole’(solucan deliği, kara delik) teorisi…

        Albert Einstein tarafından ileri sürülen Warmhole ya da Einstein-Rosen köprüsü, uzay zamanının, temelde uzay ve zamanda bir kısayol olan kuramsal topolojik bir vasfıdır. Solucan deliğinin belirli bir merkezi vardır, o delikten geçerken de yıldızların bir ömrü bitirmesini 10 saniyeliğine görebilirsiniz. Oradan çıkmak için çok çabuk hareket etmeniz gerekmektedir, aksi takdirde enerji kütlesine dönüşebilirsiniz. Karadeliklerin zaman ve mekân parametreleri oldukça farklıdır. İşte burada Nolan devreye giriyor. Nolan’ın‘kara delik’ olayını sorguluyor oluşunun altında yatan düşünce şudur: Karadelikten çıkarak başka bir alt uzaya yolculuk yapmak mümkün mü, yoksa değil mi…? Kara delik ışığı bile bükebilecek güce sahiptir. Peki, filmin ismi neden “Interstellar”? Yıldızların, bir ömrü bitirmesinin yalnızca 10 saniyesini görülebilecek oluşumuzdan dolayı olabilir mi, sonuçta yıldızlararası bir geziye gidiyoruz.

        Farklı boyutlar ile farklı evrenleri anlatan “Interstellar”, göreliliği (dünyadaki zaman ile uzaydaki zaman farklıdır çünkü uzay zamanı fizikseldir), murphy kanunlarını, paralel boyutları, zaman ve uzam arasındaki farkı ağır bir dille ortaya koyuyor. Her şey çok yavaş ilerlediği için teoriler izleyeni sıkabiliyor. Teorilerle arası iyi olmayanların filmi sevmesi biraz zor…

        Geleceğin karanlık dünyasını ‘uzay distopyası’ ile ele alan Nolan, dünyadaki yıkımı önlemek için gezegenler arası yolculuğa çıkan bilim adamlarının dördüncü ve beşinci boyuta ulaşmaları adına verdikleri mücadeleyi,dramatik bir şekilde kurguluyor. Günümüzün distopya filmlerinin başka bir benzeri olan “Interstellar”, paralel kurguyu destekleyerek, gelecek kaygısı taşıyan bizlere, önemli bir mesaj ulaştırmaya çalışıyor sanki…

        Yalnız Nolan bir konuda bizi oldukça mutsuz etti: Yer yer M.Night Shyamalan’ın “Signs” filmine gönderme yapan-özellikle de filmin ilk yarısında-Nolan’ın neden böyle bir bağlantı aradığını tahmin etmek olasılıklar dâhilinde değil ne yazık ki. Nolan sanırız Shyamalan’dan çok etkilenmiş. Etkilenmemek mümkün değil ki! Ekolojik sistemin bozulması ile evren arasında yakın bir ilişki kuran Nolan, sahneler arasına bazı semboller yerleştirerek insan zihninin derinliklerinde yol alıyor. Şimdi enteresan benzerlikten söz edelim. Sevginin önemini vurgulayan film, sevgi olmadığı zaman her şeyin çökeceğini dile getiriyor, hatırlarsanız korku distopyasını anlatan “TheGiver”filminde de sevgi olmadığı zaman sistem çöküyordu, aynı mantık burada da var.

        Paralel olaylara yer veren Nolan, aslında bize hikâye içinde birkaç hikâye anlatıyor: insanlığı kurtarmaya çalışan birkaç bilim adamı ile aynı zamanda kızına kavuşmaya çalışan bir baba… O baba sonu gelen dünyadan kızını nasıl kurtaracak, asıl açmaz da bu ya! Olaylar zincirleme olarak birbirine bağlanıyor ve ortaya çıkan sarmal şekilleri anlamlandırmaya çalışıyoruz. Ama üzülerek belirtiyoruz ki;“İnterstellar” Nolan’ın en iyi beş filmi arasında yer alamadı.

        Nolan’ın beş filmi şu şekilde yer alıyor:

        1-Dark Knight (Kara Şövalye) (2008): Nolan’ın hemen hemen en önemli filmlerinden biri olan ve joker efsanesine yeni bir pencere açan “Dark Knight” gotik filmlerin kralı. Batman ve Joker arasında geçen gerilimli anlara kamerasını yönelten Nolan, özellikle Joker’in mimiklerini ve sıradışı kıyafetini vurgulamak için, değişik açılar kullanıyor. Buradaki amaç Joker’inBatman’ekarşı kazandığı üstünlük… Joker karakterini canlandıran HeathLedger’ın,Batman’i canlandıran ChristianBale’e kafa tutuşu ise filmin kilit noktasını oluşturan kurgulardan biri. Batman’i ulaşılmaz bir karakter haline dönüştüren Nolan, filmin finalinde Batman’i aracınla beraber uğurlar. Batman o meşhur aracıyla beraber kayıplara karışır, işte o an çalan fon müziği eşliğinde, düşüncelere dalıp, kendimize ait bir son yazarız. Zaten Nolan da bunu istedi. Ucu açık bir son her zaman iyidir.

        Not: Rahmetli Heath Ledger’ı saygıyla anıyoruz.

        2-Memento (Akıl Defteri) (2000):Akıl oyunlarıyla sürekli izleyicilere soru soran Nolan, şifreli söylemleriyle karakterlerin dünyalarını keşfetmemiz adına bir sürü ipucu bırakır. O ipuçlarını takip ederek bazı gerçeklere ulaşmaya çalışırız, ama o gerçekler bazen izleyiciyi şoke eder, çünkü Nolan izleyicinin hiç ummadığı bir anda tüm kurguyu ters yüz eder. Hikâyeyi çözdüğünü sanan izleyici, aslında çözmediğini fark eder. Akıl bulandırmayı seven Nolan, oyunbaz tavırlarıyla ve dinamik kamera hareketleriyle, tam bir kurgu estetiği koyar ortaya. Bulmaca çözmeyi sevenlerin baş tacı olan film, ince detayları bir araya getirerek aklın bile ulaşamayacağı bir noktaya ulaşır sanki… İki ayrı hikâyeyi içe içe geçiren Nolan, ikisi arasında ortak nokta bulmaya çalışır. Dilemma yaşayan karakterlerin kendilerini çözmek için verdikleri mücadele oldukça nefes kesicidir. Sorular soruları doğurur ve siz de şaşkın gözlerle perdede akan hikâyeyi seyredersiniz.

        3-Inception (Başlangıç) (2010): “Inception”da teknolojik altyapı sayesinde, perdede olan biten her şey, bilimsel bir dayanak gösterilmeksizin aktarılıyor. Ve tüm bunların yaşanmasına patlak veren olayların bilinçaltında meydana gelmesi ya da gelecek olması ‘sürrealistik’ dünyanın gizemini ön plana çıkarıyor. Hem bilim-kurgu tekniğiyle… Bilim kurgu kültürüyle beslenen yeni nesil seyirciler için hazırlanmış olan film; sığ sularda yüzmek yerine tıpkı “Elm Sokağı Kâbusu”nda olduğu gibi, rüyalar aracılığıyla vuku bulan olayların daha derinlerine inerek, gerçekleşmesi muhtemel olan rüyaların önemini vurguluyor. Peki, ya o rüyalarınızı çalan bir hırsız varsa? İşte orası muamma…

        Uzmanlık alanı, zihnin en savunmasız olduğu rüya görme anında, bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çekip çıkarmak ve onları çalmak olan DomCobb çok yetenekli bir hırsızdır. Casusluk dünyasında aranan bir oyuncu olan Cobb’a bu durumdan kurtulmasını sağlayacak bir fırsat sunulur. Ona hayatını geri verebilecek son bir iş, tabi eğer imkânsız “başlangıç”ı tamamlayabilirse…

        “Inception”ı tek ana düşünsel figüre bağladığımızda günümüz çağında internet kullanarak bilgi hırsızlığı yapmak çok modayken, bu bilgi hırsızlığını bilinçaltı yoluyla yapıyor olmak ortaya atılan fikrin özgün olduğunu gösteriyor.

        4-Batman Begins (Batman Başlıyor) (2005):“Memento” filminden sonra serinin ilk Batman filmini çeken Nolan, Batman’in doğuşunu anlatıyor. Batman’i sığ bir görsel efekt şöleni olmaktan çıkaran Nolan, ona derinlik katarak, onun sadece bir aksiyon kahramanı olmadığını göz önüne seriyor Batman’in altını dolduran Nolan, gotik şehir efsanesini kurarak, Batman’işeytanlarla ve kötü hesapların peşinde olan adamlarla karşı karşıya getirtiyor. Şehre adaleti getirmek için canını dişine takan Batman, insanların ruhlarındaki karanlığı kaldırmak için kahraman olmaya karar verir. Karşısına çıkan engelleri aşarak, hızlı adımlarla koşar, öyle bir koşar ki, onu yakalamak neredeyse imkânsızdır, çünkü o istediği zaman ortaya çıkar ve kesinlikle peşinden koşulmasını sevmez. Önceki Batman filmlerinin mantığını elinin tersiyle iten Nolan, kendine has teknikleriyle yepyeni bir karakter yaratır, bu karakter yer yer ürkek, korkusuz, kırılgan, kafasına özgü takılan, endişeli, gizemli ve biraz da tüyler ürperticidir. Eh ne de olsa Nolan, yaratıcılığı seven bir yönetmendir, ortaya konulan hazır malzemeyi/hikâyeyi olduğu gibi çekmez, ona farklı parçalar ekler. Tıpkı bu filmde olduğu gibi…

        5-Prestige (Prestij) (2006):1874-1926 yılları arasında yaşamış olan Harry Houdini’nin sırlarla dolu yaşamından etkilenen Nolan, filminde iki ünlü sihirbazın başındangeçen trajik olayları anlatır seyirciye… Zamanla birbirlerine düşman olan iki sihirbaz, birbirleriyle oyun oynamaya başlarlar. İntikam için yapmadıkları numara kalmamıştır. Sihirbazlar şovlarında hile yapmayı sevdikleri için o hileyi gerçek hayatlarına da yansıtırlar. Neyin gerçek, neyin hayal olduğunu anlayamaz hale geliriz, işte o zaman Nolan’ın muhteşem kurgusu ön plana çıkar ve sihirbazların düellosuna konuk oluruz. Yük olarak taşıdıkları sırlar da filmin gizemli havasını ortaya koyan anlatım biçimlerinden biridir. “Prestige” sihirbazların bilinmeyen dünyalarına doğru açılan gizli bir kapıdır, o kapıdan girdiniz mi bir daha sonsuza değin çıkamazsınız.

        Diğer Yazılar