Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Anılarınızın şöyle bir an uçup gittiğini düşünün, geçmişe dair hiçbir şey hatırlamıyorsunuz ve hatırlayamadığınız için de hayattan zevk alamıyorsunuz. Emin olun ki, hayat o zaman çok acımasız olurdu! Bunu baz alarak, amnezi hastalığını gerilimli sahnelere bulayarak anlatan “Before I Go To Sleep”, bu hastalıkla savaş veren, bir karakterin iç yolculuğunda yaşananları aynen olduğu gibi anlatıyor. Çok satan bir romandan uyarlanan film, ‘hafızanız gitseydi yaşamın manası kalmazdı’ cümlesinin altını kazıyarak, beynin çok önemli bir mekanizma olduğunu vurguluyor. Bozulan beynin tamirinin zor olduğunu,hikâyenin belirli yerlerine ekleyen filmin, hafızanın önemi üzerinde duruyor oluşu ise, ince bir mesaj içeriyor: “onu iyi koruyun, ona sahip çıkın”

        Anılarınız ve hafızanız size kim olduğunuz konusunda yardımcı olur. Peki, ya her sabah uyandığınızda anılarınız kayboluyorsa? Adınızı, kimliğinizi ve değer verdiğiniz arkadaşlarınızı sadece bugün hatırlayıp, ertesi gün unutuyorsanız, o zaman ne yaparsınız? Ya en sevdiğiniz insan sizden sır saklıyorsa? Efsunlu dünyaya hoş geldiniz!

        S.T Watson’ın romanından adapte edilen “Before I Go To Sleep” (Uyuyana Kadar), seyirciyi karanlık dehlizlere çekerek, derin dalgalarla boğuşmasını sağlıyor, bunun da ötesinde; seyircinin, kimlik ile bellek kavramı üzerinde bol bol düşünmesini istiyor. Seyirci karmaşık sorular eşliğinde, bazı cevaplar arıyor, zihni; jimnastik hareketleriyle elastik misali esneten film, aklımızda yüzen kayıkların doğru yönde ilerlemeleri adına, psikolojik argümanlara başvuruyor, hem de gerilimi yükseklerde tutarak…

        TEKRAR BAŞA DÖN!

        David Lynch-vari manevralarla, Lynch filmlerinin/hikâyelerinin basite indirgenmiş halini ortaya koyan “Before I Go To Sleep”, bulmaca çözdüren sahneleriyle, psikolojik-gerilimi hareketlendiriyor. Amneziden mustarip bir karakterin yaşadıklarını unutarak, her yeni güne sıfırdan, yani sil baştan başlıyor oluşunun kökünü kazan film, karakterin geçmişine bağlanarak, post travmatik anları su yüzüne çıkartıyor. Mesela bir kadın tacize uğradığında şiddetli travma geçirip, her şeyi aniden unutabilir. İşte buradaki karakter de aynı sebep yüzünden (tam olarak belli değil), geçmişini hatırlamıyor. Yaşanılanların üzeri bir perdeyle örtülüp, etiketlendiğisürece beyin işlevini yitirir ve var olan kaydı öteler. Eğer o kaydı oradan temizlemezsek nasıl önümüze bakabiliriz ki? O zaman daha ileri giderek şunu soruyoruz: İyi de o kayıt oradan nasıl silinir? Yanıt: “Yaşanılanları tekrardan yaşayarak…”

        Filmdeki Christine karakteri de bu sebeple düzgün düşünemiyor. Her uyandığında beyni boşalan Christine ne yazık ki, yaşadıklarını hatırlamıyor, hatırlayamadığı için de video kaydı oluşturuyor ki, ertesi gün onun üzerinden geçebilsin. Christine’i sıkışmışlık hissinden kurtarmak için çabalayan doktor, onun görsel hafızasını geliştirmesi için bazı teknikler uyguluyor. Doktor Christine’e şunu söylüyor: “10 yıl önce sokağın ortasında uyandın”, bu cümle Christine’in belleğine o an öyle bir yazılıyor ki, hemen olayları anlamlandırmaya çalışıyor.

        Hayatını, her yeni gün, ıstırap içinde geçiren Christine’in, yanında kocası olarak yer alan Ben’in şüpheli tavırları filmin omurgasını biraz çatırdıyor sanki… Kolayca tahmin edebiliyoruz bir sonraki sahnelerde olacakları, üstüne üstlük bir de Ben karakterinin bizi dünyasına davet edemeyişi iyice sıkıntı yaratıyor. Ben; filmin dünyasında değil, kendi dünyasında yer alıyor, bize o kadar uzak… Tabi biz bunu Ben karakterini canlandıran ColinFirth’e atfediyoruz. Açıkçası; ben karakterine dair ipuçları açık edilmiş anlayacağınız… Kitapla bir gitmeyen hikâye, karakterleri detaylı olarak işleyemediği için, tam olarak onların duygularını hissedemiyoruz ve bazen neyi niçin yaptıkları belli olmuyor. O da filmin adaptasyonundaki hatadan kaynaklanıyor, ama filme genel olarak baktığımızda; neon ışıklandırma ile sarı ve kahverengi renklerin, tekinsiz veyahut savunmasız ortamları yansıtıyor oluşu, karakterlerin iç dünyalarındaki terk edilmişliği gösteriyor aslında… Bu kadar yalnızlar işte! Eğer bir de amnezi problemi ile cebelleşiyorsanız, yalnızlığınızın ikiye katlanıyor.

        BAZI ÖNEMLİ FİLMLERDEN KARELER…

        Amneziyi konu alan “Memento” (belli bir bölümü), “Spellbound”, “Clean Stete”, The Lookout”, “Wintersleepers”ve “Eternal Sunshine of the Spotless Mind”gibi filmlerle ilişki kuran “Before I Go To Sleep”; yer yer de “Edge Of Tomorrow” ve “Groundhog Day” filminden topladığı malzemeler ile hikâyenin çatısını oluşturuyor. Hazır “Egde Of Tomorrow”dan konu açılmışken önemli bir yere değinelim: “Edge Of Tomorrow”daki, karakter aynı günü farklı şekillerde yaşamak zorunda kalıyordu ve olaylar sadece 24 saat içinde meydana geliyordu. Buradaki durum daha farklı, olaylar 24 saat içinde meydana geliyor ama, yaşanılanlar sanki hiç yaşanmamışçasına maziye gömülüyor.

        Buradaki mantığa göre değerlendirecek olduğumuzda; Amnezi ya da diğer adıyla hafıza kaybının ortaya çıkma nedenlerinin organik veya fonksiyonel olduğunu anlıyoruz. Mesela, yaşanılan travma ve hastalıklar yüzünden beynin hasar görmesi, diğer bir açıklamayla; bazı sedatif maddelerin kullanımı organik nedenlerdendir. Fonksiyonel nedenler ise psikolojik faktörlerdir, tıpkı savunma mekanizmaları gibi… Amnezi aniden ortaya çıkabilir, bazıları kalıcı, bazıları da geçici olur, daha ziyade hasta kişinin durumuna göre değişir. Ama şunu unutmamak gerekir ki, mutlaka hastayı tetikleyecek, bazı kötü kayıtlar vardır. Bilinçaltında, onlar ne zaman ki gün yüzüne çıkar, işte o zaman Amnezi ansızın kapınıza dayanır.

        SÜRPRİZLERLE İLGİLİ SORUNLAR VAR

        Detaylı tahlilde; geçmişin bulanık sayfalarını netleştirmek için, var gücüyle çalışan Christine, yazının başında da söylediğimiz üzere, kaydettiği videolar aracılığıyla kendi trajik geçmişini çözmeye çalışıyor, aslında kelebek etkisi yaratan olayların yerini yeniden doldurmaya çalışıyor. Bu şu demek oluyor: günün özetinin kayda alınması… Melankolik bir ortam yaratmakta başarılı olan film, özellikle Christine karakterinin depresif hallerini güzel bir şekilde hikâyeye bağlıyor, ama Christine’in mücadeleci ruhu da, filme ayrı bir hava katıyor. Ne olursa olsun pes etmiyor Christine…

        Seyirciye heyecan yaşatıp, hop oturup, hop kaldıran filmin, zaman zaman bazı doneleri birleştirmedeki sıkıntısı, bazen detayların anlamsızlaşmasına sebebiyet veriyor. Hikâye örgüsünde yer alan trükler iç içe geçemediği için, yönetmen bizi yormuş oluyor, en azından böyle düşünüyoruz. Daha en başından filmin nasıl gelişeceğini tahmin ettiğimiz hikâye yapısının, sürprizbozanlarla donatılıyor oluşu, filme karşı biraz önyargılı yaklaşmamıza sebebiyet veriyor, ama sonrasında yapmış olduğumuz fikir teatisi bazı dengeleri değiştirmiyor değil…

        Sözün özü; Christine’in neden hafıza kaybı geçirdiğinin sebebini bir türlü öğrenemiyoruz, hatta şöyle bir soru beynimizi kemiriyor: taciz edildiğinden ötürü mü hafıza kaybı yaşadı, yoksa bilinmeyen başka bir olay daha mı vardı? Bunun üzerinde durduk, çünkü filmin finali hikâyede geçen olaylarla pek bir alakasız… Burada spoiler vermemek adına bahsedemediğimiz için, söyleyebileceğimiz tek şey finalini çok dikkatli izlemeniz gerektiğidir. Yine de şaşırtıcı bir final olduğunu belirtmek gerek. Peki, Christine’i o hale getiren suçlu kimdi? Muamma… Film boyunca gerçek suçlunun peşinden gidişimiz, bizi farklı karakterlere doğru sürüklüyor. Sanki her şey Christine’in hafızasının yerine gelmesi için düzenlenen bir oyunun tezahürüydü.

        COLIN FIRTH OLMAMIŞ!

        Oyunculuklar hakkında söyleyeceklerimize geldi şimdi de sıra… Christine karakterini canlandıran Nicole Kidman, rolünün hakkını veriyor ve gerçekten hafızasını yitirmiş gerçek bir hasta gibi davranıyor. Ben karakterine hayat veren Colin Firth ise soğuk ve samimi olmayan tavırlarıyla cool olduğunu bir kez daha gözümüze sokuyor.

        Netice “Before I Go To Sleep” psikolojik oyunlarla seyirciyi manipüle eden, gerim gerim geren, sağ ve sol köşeden vuran, aklımızı kurcalayan, sıkmayan ve bilinçaltına tohum fırlatan buhranlı bir film… Uzun metraj filmlerin standart süresinin biraz gerisinde kalan “Before I Go To Sleep”, anlatacaklarını uzun uzadıya perdeye yansıtmak yerine, kısa keserek abartıdan uzaklaşıyor, bu yönüyle takdire şayan, fakat hikâyede daha çok şey görmek isterdik. Pat diye başladı ve pat diye bitti. Siz de benim gibi düşünüyorsanız, romanını okuyup heyecana kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

        Diğer Yazılar