Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Stephen King severler her zaman olduğu gibi yine çok mutlu olacaklar. Ama Haziran ayına kadar beklemeleri gerekiyor, çünkü King yeni filmi ile bomba gibi geliyor. Filmin senaryosunu yazan King, genellikle projelerinin ya yapımcısı ya da senaristi olur, sebebi de sinemayı seviyor oluşudur. Hatta kendisinin yönetmenlik denemesi bile var. Sinema ile iç içe yaşayan King, korku üstadıdır ve filmleri birçok kitlenin ilgisini çeker. Sürekli üreten King’in sinemayı mesken edişine pek şaşırmamak lazım, çünkü kulağımıza çalınan bir haberde King, romanlarını filmlere konu olması için yazdığını söylemiş. Ne kadar doğru bilemiyoruz, ama paylaşmak istedik.

        Stephen King’den haber var: King’in “Cell” (Cep) romanı beyazperdeye uyarlandı ve çok yakında ülkemizde vizyona girecek. Şu an post prodüksiyon aşamasında olan film hakkında söyleyebileceğimiz, başrolde John Cusack’ın yer alıyor oluşu. Korku ve gerilim filmlerinin daimi oyuncularından olan Cusack hatırlarsanız daha önce Stephen King’in romanından adapte edilen “1408” filminde yer almıştı. Stephen King, Cusack’ı sevmiş olsa gerek ki, yeniden çalışmak istemiş. King’in kararına saygı duyuyoruz.

        King bu kez bizi farklı bir çemberin içine alarak, dijital dünyanın bizi felakete sürükleyeceğine vurgu yapıyor ve şunu soruyor: “hayatımızı kolaylaştıran akıllı telefonlar felaketin habercisi mi?” Basit bir düşünceden yola çıkarak onu farklı biçimlerle yorumlayan King, bildiğimiz korku mitini bir kenara bırakarak günümüzün en büyük sorununu odak haline getiriyor. King, telefonun azizliğine uğrayan karakterlerin dünyalarına balıklama dalarak, cep telefonlarından yayılan ve sonradan frekans adıyla anılacak olan fenomeni anlatıyor. Medeniyetin çöküşünü ve karanlığı romanda bize destekli bir şekilde ifade eden King, kaosun gelişini haber veriyor. Bu kaosun büyük bir katliam yaratacağını belirtelim. Akıllarını yitiren karakterler, ‘akılsız insanlar’ sürüsüne dönüşerek yeni bir evrim başlatıyorlar ve bu evrim bizi bazı bilimsel teorilere doğru sürüklüyor.

        Son zamanlarda tarzını değiştiren King, korku öğelerini artık bilimsel olaylar üzerinde kullanarak, onların başkalaşım geçirmeleri adına uğraşıyor. Eski Stephen King filmlerini, her ne kadar özlesek de, yenilerine de yer vermemiz gerekiyor. Ortaya çıkan sonuç aslında şu: ‘King çağa ayak uyduruyor.‘

        2006 yılında “Cep” ismiyle piyasaya çıkan romanın neden bu kadar geç beyazperdeye uyarlandığını da merak etmiyor değiliz. Kitap yayınlandıktan birkaç ay sonra filmi perdede izlemiş olsaydık, film ve roman arasında daha sıkı bir ilişki kurardık. Şimdi kitabı yeniden okumamız gerekebilir. Söz konusu Stephen King olduğu zaman defalarca bile okuyabiliriz.

        Hazır Stephen King’in “Cell” filmi yoldayken sizler için King’in en iyi beş filmini derledik.

        İşte o meşhur beş film:

        1- Shawhank Redemption (Esaretin Bedeli) (1994):

        Tim Robbins ile Morgan Freeman’i bir araya getiren film, Andy Dufresne'nin masum olduğunu savunmasına rağmen karısını ve sevgilisini öldürdüğü gerekçesiyle Shawshank Devlet Cezaevi'nde yaklaşık 20 yıl geçirir.Cezaevinde kaldığı süre boyunca diğer mahkûmlardan Ellis Boyd "Red" Redding ile arkadaşlık kuran Dufresne, cezaevi müdürünün para aklama faaliyetlerine, yardım etmeye başladıktan sonra gardiyanlar tarafından korunmaya başlanır.

        Film; iyi bir gişe yapamamasına rağmen eleştirmenlerden olumlu not alarak 7 dalda Oscar’a aday gösterilmiştir ve Amerikan Film Enstitüsü'nün(AFI) hazırladığı 100 Yılın 100 Filminin 10. Yıldönümü listesine dâhil edilerek, büyük bir başarı sağlamıştır. Bunun haricinde; Imdb.com’da 10 üzerinden 9.3 alan film yılın filmi seçilmiştir. Şu ana kadar izlediğimiz en iyi Stephen King filmi olmakla beraber, duygusal kroşelere başvurarak gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyar. Gözyaşlarının sel oluşundan hiç bahsetmiyoruz bile…

        Filmin en büyük özelliği ise Rita Hayworth’un hikâyesinin filme yansıyor oluşudur. Peki, filmin “Papillon” ve “Great Escape” filminden sonra en iyi üçüncü hapishane filmi olduğunu biliyor muydunuz? Stephen King tarzından çok farklı bir kulvarda yer alan film, Stephen King’in kafasının içindeki acı olayları öyle bir anlatır ki, saatlerce etkisinden çıkamazsınız.

        2- The Green Mile (Yeşil Yol) (1999):

        Tennessee Eyalet Hapishanesinde çekilen filmde, infazların yapıldığı elektrikli sandalyenin tasarımı yapılırken New York`taki Sing Sing hapishanesinin gerçeğinden yararlanılmıştır. Film,‘En İyi Film’,‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’,‘En İyi Uyarlama Senaryo’ve‘En İyi Müzik’ ödüllerine aday gösterilmiştir. En az “Esaretin Bedeli” kadar şaşalı olan “Yeşil Yol” gelmiş geçmiş en duygusal ve acıklı filmlerden biridir. İşte bu sebeple bazı Stephen King hayranları şunu sormuştur: “Korku uzmanı olan King, seyircileri hüzünlendirmeyi nasıl başarmıştır, altında yatan nedir?” Gerçekten bu soruya yanıt vermek çok zor, çünkü Stephen King’in bilmediğimiz çok özelliği var, bunlardan biri de duygusal oluşu sanıyoruz ki… Doğaüstü metaforlarla sarılı olan film, parapsikoloji ile harmanladığı hikâyeye farklı bir form vererek, hayatta mucizelerin olduğunu hatırlatmıştır. Mucize filmi halen izlemiş olanlar varsa, izledikleri zaman hayatları tamamıyla değişecek.

        3- Shining (Cinnet) (1980):

        Bir sahneyi neredeyse 70 kere çeken Amerika’nın en büyük yönetmenlerden biri olan Stanley Kubrick, “Shining”in uzun ve ayrıntılı takip sahnelerini çekmek için, steadicam kullanmıştır ve şu ana kadar en uzun süreli kullanılan steadicam bu filmdedir. Çok fazla çekim tekrarı yaptıran mükemmeliyetçi Kubrick, Jack Nicholson'ın banyoya baltayla girmeye çalıştığı sahneyi 127 kere çekmiştir. Filmin kusursuz oluşu da bundan ileri gelmektedir. Stephen King’in en korkutucu filmlerinden biri olan “Shining” geçmişte yaşanan olayları bugüne taşıyarak, gizemin ve korkunun sınırlarını çizmiştir. Bunun da ötesinde; doğaüstü varlıkları ustaca kullanan Kubrick, çeşitli sürprizlerle ve fotoğrafik görüntülerle hikâyenin yönünü belirleyerek, sonundan başına kadar izleyicide merak duygusu uyandırmıştır. Kubrick’in film için Jack Nicholson’u seçmesi de filmi daha çok hareketlendirmiştir.

        Yıllar sonra “Shining” yeniden çekilmiş ancak istediği başarıyı elde edememiştir.

        4- Misery (Ölüm Kitabı) (1990):

        Filmin başrolünde yer alan Kathy Bates, sergilediği olağanüstü performansla dünya çapında tanınan bir oyuncuya dönüşmüştür. Acı ve ıstırabı gayet sert ve kanlı biçimde anlatan film, bir kadının şeytan kadar kötü olacağını ifade etmiştir. Bir insana yapılacak, en kötü şeyleri yapan Bates, psikopat bir karakterde olması gereken tüm özellikleri kullanarak, hunharlığın resmini çekmiştir. Hayatı boyunca acı çekmiş olan Bates, intikam alıp içindeki acılardan kurtulmak için, karşısındaki insanın duygularını düşünmeden kendi dünyasında olup biteni işkence çektirdiği karaktere yansıtmıştır. Bir insan bu kadar kötü olabilir mi dedirten film, bunun cevabını zaten birçok kere vermiştir. Kan tutar biz izleyemeyiz diyorsanız, en azından bazı sahnelerine bakmanızı öneririz çünkü böyle bir film kaçmaz.

        5- 1408 (2007) :

        Bir yazarın hayal gücünün, gerçekleri yaratmasına sebep olan film, yazarın çıktığı hayali yolculukta onun paralel imgelerle karşılaşmasına vesile olur. Stephen King’in her filminde olduğu gibi doğaüstü olaylar, yine ilginç olayların yaşanmasına sebebiyet verecektir. 1408 numaralı odada kalan yazar romanını gizemli bir odada yazdığını bilmediği için, yazdığı romanın gerçekleştiğini düşünmeye başlar. Sözün özü; filmin adını ortaya koyan mitlerden biri olan 1408 aslında şeytanın inine giden gizli bir geçittir. Ama 1408 numaralı oda hiçbir şekilde kayıtlarda gözükmemektedir, çünkü şeytanın odasıdır. 1408 sayılarını topladığınız zaman 13 sayısına tekabül eder. Buradan hareketle; seyirciye mantık oyunları yaptıran King, odanın uğursuzluğuna dikkat çeker. 1408 numaralarını toplamak aklımıza gelmedi diyorsanız, filmi yeniden izleyerek fikir teatisi yapabilirsiniz. Stephen King zaten denklem kurmayı çok seven bir yazardır, sayıların gizemini 13 sayısına yorması da bir hayli enteresandır. Şunu da belirtmeden geçmeyelim; film Stephen King’in kısa hikâyesinden uyarlanmıştır. Görsel efektlerle donatılan film, hem hikâyedeki detaylara eğilir, hem de mistik dünyanın kapılarını açarak, çapraz kurguya yer verir. Kedi fare oyununun oynandığı hikâye, bilinçaltında kayıtlı tutulan, tüm verilerin ortaya çıkmasına olanak sağlayarak, korku dolu bir atmosfer yaratır. Mutlaka izlenmeli!

        Diğer Yazılar