Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “İnterstellar” ile katı bilim kurguya eğilen Christopher Nolan, bilimsel açıklamaların filmin dört bir yanını kaplamasına izin vererek, yıldızların daha da ötesinde bir hayat olabileceğini ve oraya yalnızca kara delik ile ulaşabileceğini, o delikten içeri doğru girildiğinde ise en fazla 10 saniye kalınabileceğini ifade ediyor. Şunu da unutmamak lazım; eğer orada 10 saniyeden fazla kalınırsa enerji kütlesine dönüşebileceğinizi unutmayın. Kara deliğin ışığı bükecek bir güce sahip oluşundan tutun da, belirli bir merkezinin oluşuna kadar, her şey detaylıca masaya yatırılıyor. Solucan deliklerinin var olduğunu ve bu sayede zamanda yolculuk yapmanın mümkün olduğunu tartışan Nolan zor bir alana giriş yapıyor.

        Oscar’da beklediği şansı yakalayamayan “İnterstellar”, yalnızca ‘En İyi Görsel Efekt’ ödülünü alarak yere çakıldı. Beklenen bir sonuçtu bu! Hakkı yendi mi diye soracak olursanız, cevabımız hayır olur, çünkü film çok fazla şişirildi. Nolan her zaman iyi film yapacak diye bir kural yok, biraz objektif bakmak gerekiyor, yoksa iyi ve kötüden söz edemeyiz.

        Nolan çevresindeki yönetmenleri analiz ederek, çağın şartlarına uymayı tercih ettiği için “İnterstellar” gibi bir film yaptı. “İnterstellar”a patika açan filmlerden biri olan “Gravity” filmi ile Oscar ödüllerini toplayan Alfonso Cuarón’un, Nolan’ın kafasındaki teorileri gerçekleştirmesinde büyük bir etken olduğunu düşünüyoruz. Hızını alan Nolan, ‘bakın ben de yaptım bir uzay filmi’ diyerek, aradan sıyrıldığını düşünüyoruz. Aslında her şey Stanley Kubrick’in "2001: A Space Odyssey" filmiyle başladı ve böylelikle türe hizmet eden filmlerin sayısında artış yaşandı.

        BU BİR UZAY DİSTOPYASI MI?

        Uzay distopyası olarak ele alabileceğimiz “İnterstellar”, Nolan’ın “İnception” filminden göndermeler içererek, bilinçaltı ve dördüncü boyut arasında bir denge oluşturuyor. Sadece “Inception mı”? Hayır. Nolan yer yer M.Night Shyamalan’ın “Signs” filmine atıfta bulunarak, ekolojik sistemin bozulması ile evren arasındailişki kuruyor ve bazı metaforlar aracılığıyla, insan zihnine derin bir yolculuk yapıyor. Küresel ısınma yüzünden insanlığın geleceğini tehlikeye atacak problemler ile yüzleşmek zorundaoluşumuz da cabası!

        Film, çökmesi muhtemel olan zifiri karanlık dünyadaki sorunları önlemek için gezegenler arası yolculuğa çıkan, bilim adamlarının farklı boyutlara atlamaları adına yol çiziyor ve bunu yaparken de paralel kurguyu kullanıyor. Geleceğimizin tehlikede olduğunu vurgulamaya çalışan Nolan, şu ana kadar yaptığımız tüm hataların doğanın ve evrenin dengesini bozduğunu görsel olarak anlatarak, hataları düzeltmediğimiz takdirde, sonumuzun felakete doğru gideceğini savunuyor.

        Bunların yanı sıra; Einstein’in “İzafiyet teorisi” ile örülü olan film, sinemasal mekânla oynayarak, kuantum fiziğini merkeze alıyor. Karadeliği kullanarak alt uzaya ulaşmanın mümkün olup olmadığını araştıran Nolan, göreliliği, murphy kanunlarını, paralel boyutları, zaman ve uzam arasındaki farkı izleyenlere açıklayarak, kendince bir tahlil yapıyor. Lakin ufak bir sorun var, o da şu: “neden bu teoriler içe içe geçiyor?” Bu kadar teoriyi aynı anda özümsemek pek mümkün değil.

        Filmin en büyük özelliği; günümüzdeki çatırdayan sistematik yapının artık tamamen çöktüğünü, distopya çerçevesinde ele alıyor oluşu. Bilimsel açıklamalarla örtüşen neden-sonuçları irdeleyen Nolan, belki de bu yüzden teorilerden yaralanıyor. Teoriler hakkında bilgisi olmayanlar bile hikâyenin gidişatına göre teorileri anlamlandırmaya çalışıyorlar ve sorular soruları doğurmaya başlıyor, bu da filmin zorluk derecesini ortaya koyuyor. Uzay zamanının bükülmesiyle, balansın sağlanamayacağına dikkat çeken film, zaman ve mekân parametreleriüzerinde durmamızı istediği için, paralel olaylar birbirini takip ediyor. Sarmal şekillerle daha da karmaşık bir hal alan hikâye, zamansal sıçramaların geleceğimizi değiştireceğini belirterek, günümüzdeki zaman kavramı ile uzaydaki zaman kavramının eşit olmadığının altını çiziyor.

        DİDAKTİK SÖYLEMLERLE DOLU BİR BİLİM KURGU

        Didaktik söylemler ile şekillenen film, evrenin ucu bucağı olmadığını ve evrende yapılan en ufacık bir değişikliğin, günümüzdeki yaşantımıza ters etki edeceğini ima ederek, dünya dışında yaşanacak başka bir gezegen olup olmadığını araştırıyor. Diğer bir deyişle; bilim adamları dünya artık yaşanmaz bir hale geldiği için, yeni bir yaşam biçimi arıyorlar ama nafile! Yerçekimi kuralı nedeniyle bu şimdilik imkânsız… Bu anlatılanlar çerçevesinde, distopik dünyanın temelini oluşturan Nolan, şu andan itibaren, her an tetikte olmamız gerektiği konusunda bizi uyararak, geleceğimizi güvence altına almamızın mantıklı olduğunu iddia ediyor.

        Bunlara sebep olan ne derseniz açıklayalım: kişisel egolar, şiddet, zararlı gazlar, elektromanyetik dalgaların doğru kullanılmaması, kirlilik ve daha sayamadığımız birçok etmen… Bu etmenler yalnızca dünyayı kötü bir yer haline getirmiyor, aynı zamanda insanların hayatlarını da mahvediyor. Peki, filmde bize anlatılanlar sadece bunlardan mı ibaret? Hayır, çünkü film iki hikâyeyi bir araya getirerek, ortak bir hikâye yaratıyor. Birinci hikâyede bilim adamlarının verdikleri mücadele, ikinci hikâyede ise kızını dünyada bırakan bilim adamının, kızına kavuşmaya çalışması anlatılıyor. Zincirleme olarak birbirine bağlanan hikâyeler, hem dramatik yapıyı, hem de bilim çağına ait bazı bilinmeyen gerçekleri güzel bir şekilde harmanlıyor ve şu soruyu yöneltiyor: “Kimseye açıklayamadığınız ya da üstesinden gelemediğiniz sorunları nasıl çözüme erdirirsiniz?” Bilimsel yöntemlerle mi yoksa kuramlarla mı?

        TEKNİK ANLAMDA BAŞARILI

        Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgiyi hacimlendiren bilim, belli bir amaca yönelen araştırma sürecinin büyük bir parçasını oluşturduğu için, Nolan’ı farklı bir noktaya doğru itti. Geldik bazı teknik detaylara… 1.44: 1 (IMAX 70 mm versiyon), 1.90: 1 (IMAX dijital versiyon), 2.20: 1 (70 mm versiyon) ile 2.39: 1 teknik formatla çekilen film, başarılı sinematografisiyle, görsel efektleriyle ve ses miksajıyla Nolan’ın başarısını ortaya koyuyor, ama aynısı filmin bütünü için geçerli değil, sebebi de Nolan’ın bilindik sularda yüzmesi. Nolan’ın bir araya getirdiği unsurları daha önce farklı farklı filmlerde seyretmiş oluşumuz bizi biraz hayal kırıklığına uğrattı. İyi hoş da bu film bize ne kattı? Bazı şeyleri yeniden gözden geçirmemize yaradı ve duygusal sahnelere sıkıca bağlanmamıza vesile oldu. Ama o kadar…

        Şu bir gerçek ki; Nolan her zaman hafızayı, kâbusları, rüyaları kullanarak izleyicilerden geçer not aldı. Bu sefer ne değişti çok merak ediyoruz. Tezimiz şu yönde: Ana akım sinemaya eğilip hikâyeyi popüler mitlerle dolduran Nolan, eski yapılmış projelerden ilham alarak, kafa karışıklığına sebebiyet verdi. Hikâyeye bazı ufak yenilikler katarak, bazı verileri çürüten Nolan, kaş yapayım derken göz çıkardı. Tıpkı M.Night Shyamalan gibi… Shyamalan, Stanley Kubrick ve biraz da Steven Spielberg’dan izler taşıyan film; fizik ya da kimya dersi gören öğrencilerin derslerini daha iyi kavramaları adına, perdeye yaftalanan görsel bir makaleydi sanki… Nolan’ın büyük bir hataya düştüğü açıkça ortada. Nolan’ı farklı ve özgün buluşumuzun nedeni zekâsını sonuna kadar kullanarak bulmaca-vari projeler üretmesiydi.

        Toparlayacaklar olursak; eğer “Gravity” ve “2001: A Space Odyssey” gibi filmleri seyretmediyseniz Nolan’ın “İnterstellar” filmi size yeni gelecektir. Bu kadar olumsuzluklara rağmen, filmin seyirciyi mutlu eden bir tarafı yok mu derseniz, elbette var, o da Hans Zimmer’ın başarı ile kurgulanmış müzikleri. Filmi izlemesek bir şey kaybeder miyiz derseniz, cevabımız hayır olur, ama teorileri çok seviyoruz ve Nolan’ın hatırına izlemek istiyoruz diyorsanız da, sizi filmle baş başa bırakıyoruz. Umarız Nolan kısa zamanda özüne döner ve keyfimizi yerine getirir.

        Diğer Yazılar