Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Vizyonda sürekli aynı şeyleri izleyip bıkmışken, kısa bir mola vermeye ne dersiniz? “Selfless” bilindik klişelere başvurmadan kendini ötekileştirmeye çalışan kendi halinde bir film… Peki, bu film ne anlatıyor? Film uçurumun sonuna kadar gelmiş bir insanın ölümden dönmek için verdiği mücadeleyi bilimsel gerçeklere dayandırıp, bilimin bazı şeyleri rahatça çözebileceğini perdeye yapıştırıyor. Ölüm temasını işleyen film, ölümü değişik bir metotla izleyiciye aktarıp akıllara soru düşürüyor. Filmi izlerken kafanızın karışması kuvvetle muhtemel! Takibi zor olan hikâyede, çok fazla mesaj var, haliyle o mesajları analiz edip özümsemek başlıca göreviniz. Eğer bu tarz filmlere ilginiz varsa filme bir şans verin.

        Çok kısa bir süre önce DVD’si çıkan “Selfless” çok hafife alındı ve kıymeti bilinmedi. Çok başarılı bir film değildi, belki ama hikâyesi orijinaldi, sebebi de romandan adapte edilmiyor oluşuydu. Değişik fikirlerin kapımızı sık sık çalmadığını bildiğimizden dolayı o fikirlerle üretilen/tasarlanan filmleri artıları ve eksileriyle el üstünde tutmak önemli. Altını çizmek gerekirse; orijinal hikâyeyi tam anlamıyla, yani sorunsuzca ortaya koymak adaptasyon filmlerine nazaran daha zor, çünkü o filmlerde izlenilen yol baştan belli olduğu için kolaylık sağlıyor. Bunu şu şekilde açıklamak daha doğru; eğer önünüzde başı ve sonu belli olan bir roman varsa, o romanın tamamen dışına çıkmanız olasılıklar dâhilinde değildir, ancak birkaç yerini değiştirip kendi yorumunuzu katarsınız. Oysaki kendi yarattığınız film sadece sizin kafanızdadır ve onu istediğiniz gibi yönetebilirsiniz, yönetirken de bazı sapmalar meydana gelir, o yüzden mizansenleri baştan iyi kurmak gerekir.

        Kurgu orijinal hikâyelerin olmazsa olmazıdır, kurgu iyi yapıldığı vakit hikâye rayına oturur. “Selfless” filmindeki kurgunun çok sağlam olduğunu söylemeyeceğiz, belki ama hikâyenin izleyiciyi etkiliyor oluşu filmin gücünü ortaya koyuyor. Bazı ufak detaylar atlanmış ve bazı sahneler havada kalıyor, o sahnelerin içi doldurulsaydı herkesin uzun süre aklından çıkartamayacağı bir filme dönüşürdü ama teğet geçti.

        “Selfless” önce “İçinde Yaşadığımız Deri” ve “Ölümsüz Aşk” filmleriyle bağ kurup, sonrasında psikolojik ve fantastik sularda yüzmeye başlıyor. Mutlak gerçekliği sorgulayan film, ölümsüzlüğün mümkün olmadığını bilimin çeşitli yöntemlerle insanın ömrünü uzattığını vurguluyor ve şunu ekliyor: “her ne yaparsak yapalım tanrının istediği olur”. Bilim bazı şeylerin anahtarı da olsa ölümün çaresi bulunmadı, bulanamaz da! Evrenin işleyişini bugüne kadar kim değiştirebilmiş ki? Tanrı insanı yarattı, insan da ölümsüzlüğünü düşüncesini ironik bir şekilde filme yaftalayan Hintli yönetmen teorik ve bilimsel açıklamalarla; ‘insan sonsuza kadar yaşasa bile mutlu olamazdı’ ana fikrini hikâyeye yayıyor. Hiçbir şey sonsuz değildir, dünya bile!

        İnsan daha fazla yaşamak adına her yolu yapar, tıpkı filmdeki Damian karakteri gibi… Ölüme karşı çaresiz kalmış bir adamınyaşamını devam ettirmek uğruna kanserli bedenini genç bir bedene transfer ediyor oluşunu göz önüne seren film, insanoğlunun yaşamının ne denli kıymetli olduğuna dair göz kırpıyor. Film bize esasında şunu soruyor: “Yaşamak için ne kadar ileri gidebilirsiniz?” Cevabınız eğer sonuna kadarsa Damian size yol gösteriyor ve macerasını anlatıyor. Onun gözünden izliyoruz filmi. Söz ün özü; insan sorunlarla ve acılarla dolu bir yaşamın var olduğunu bile bile kabule geçiyor. Bu yüzden filmlerde ‘ölümsüzlük’ ilkesi sık sık karşımıza çıkıyor. Fantastik düşüncelere ve ütopyalara bel bağlamak doğru değil deyip geçmemek lazım, çünkü fantastik düşüncelerin altında ne sırlar saklı…

        Ütopya kategorisinde değerlendirebileceğimiz film, ütopik bir olayı dikkat çekici bir şekilde seyirciye aktarmasının yanı sıra seyircinin merakını celbediyor. Yönetmenin İspanyol Pastor kardeşlere senaryo yazdırması doğru bir karar olmuş esasında… Genelde ilginç fikirler İspanyolların kaleminden çıkıyor. “Carriers” ve “Los Ultimos Dias” filmleriyle öne adından söz ettiren Pastor Kardeşler genellikle, korku, macera, bilim kurgu ve gerilim filmlerine ağırlık verdikleri için yine benzer sularda dolanıyorlar. Ayrıca bazı teorik bilgilerin bilimle açıklanamayacağını savunan film, doğada bir denge olduğunu ve o denge bozulduğu takdirde akışın değişeceğini, yani terse döneceğini öne sürüyor.

        Zaten doğanın dengesi bozulursa kıyamet geldi demektir ki, bu düzgün işleyen yasanın distopik olarak evrim geçirmesine sebebiyet verir. Ölümle burun buruna gelişimizi farklı teorilerle dile getiren film, “1001 Gram” ile “Looper” filmlerine selam yollayarak, ölüm ve bilim arasındaki dalgalanmaya farklı bir boyut katıyor. Buraya kadar her şey çok iyi, fakat filmin giderek ‘lackluster’ aksiyona dönüşmesi işi biraz bozuyor, çünkü hikâyenin altyapısı aksiyona dayanmıyor. Bir anda seyirci kendini aksiyonun içinde buluveriyor, sürprizli birkaç sahne ekleyelim derken ipin ucu tamamen kaçıyor. Mesela kovalamaca sahneleri son derece gereksiz! Filmin girişi, gelişmesi güzel, ama finali için aynı şeyi söylemek zor. Giriş ve sonuç arasında bağlantı kurulamayınca seyircinin kafası karışıyor.

        Geldik teknik detaya… Sade bir görselliğe sahip filmde mavi ve beyaz renkler ağır basıyor, düzgün kamera açıları ve yakın plan çekimleriyle teknik anlamda başarı sağlıyor. Ama şu çok nettir ki; İspanyol sinemasında önemli olan teknik değil hikâyedir. Burada da hikâyeye ağırlık verilmiş durumda! Film belki aksiyona dönüşmeseydi daha çok ilgi çekerdi. Tabi bir de şu var; filmin karmaşık trüklere ve göz boyayan hilelere başvurmadan hedefe doğru ok fırlatması gerçekten de anlamlı. Genel itibariyle; bunun bir sorgulama filmi olduğunu, tanrıya ve evren yasasına karşı gelinemeyeceğini sıkı bir şekilde seyircinin aklına kazıyan Hintli yönetmen yolundan sapmadan felsefik alanlara doğru yelken açıyor.

        Önemli bir not düşelim. “Scorpion” dizisinin bir bölümünde buna benzer bir tema ele alınıyordu. Temadan bahsetmek gerekirse; Walter O’Brian hasta olan kardeşini yaşatmak için bir makine geliştiriyordu, makinenin işlevi ise şuydu: bedenselliğini yitiren bir kişinin algı ve düşünceleri değişse de, bilinç farklı algılarla ve duyularla başka bir yere nakledilerek sonsuza kadar yaşayabilir. Bakınız: ‘HUMAN CONNECTOM PROJESI’…Ufak bir ara not: Walter O’Brian tarafından yapılan ve test edilen makinenin hayata geçirilememiş oluşu izleyicinin meraklı gözlerle neden öyle oldu diye soru sormasına sebebiyet verse de, dizi böyle bir ihtimalin var olduğuna karşı yeşil ışık yaktı. Bu kadarı bile yeter!

        Netice itibariyle; “Selfless” televizyondaki belgeselleri baz alıp, bilimsel teorileri ön plana alarak, bazı fantastik olguları gerçeklikle birleştiriyor. Bu konuya ilgi duyanlar ve uzun süredir araştırma yapanlar için film basit gelebilir, ama bilmeyenlerin ilgisini çekeceği aşikâr…

        Diğer Yazılar