Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Duyduk duymadık demeyin, haziran ayının ikinci haftası biraz duygusal geçecek. Söylemedi demeyin! 15 Haziran’da kutlanacak olan “Babalar Günü”kimini sevindirecek,kimini de yasa boğacak. Ama unutmayın ki hepimizin ortak bir noktası var. O da duygularımızı tavan yaptırtan filmler… O günü,güzel geçirmek için yapacağınız en iyi şeylerden biri, babanızı kapıp sinemaya gitmek ya da onunla beraber baba temalı bir film seyretmek. Seçim sizin!

        Babalar günü hepimiz için kutsaldır. Kimimizin babası hayatta, kimimizin değil. Baba hasreti çeken bir çok insan ne yazık ki filmlerle avutuyor kendini.Kanımca; filmler onları anmak için en ideal yöntemdir. Çünkü filmler bilinçaltımızın bir parçası gibidir, istesek de değiştiremeyiz bunu. Filmleri seyrederken hüzenlenebiliriz belki,ama belleklerimize kazınan o sahneler bizi geçmişe bağlar. Dolayısıyla geçmişle kurulan bağ, babalarımızın sonsuza dek yaşayacağının önemli bir göstergesi haline gelir. Bunun en önemli sebebi de kalbimizin her daim onlara açık oluşudur. Buradan yola çıkıldığında, göz önüne serilmesi gereken o kadar çok film var ki… Bunların en önemlileri “The Champ”, “John Q”, “Road to Perdition”, “ I am Sam”, “Leon”, “Pursuit Of Happyness”, “Mr. Popper's Penguins”, “ A Bronx Tale” ve “After The Promise” ve “Lorenzo’s Oil”, “Kramer vs Kramer, “Mr Popper’s Penguins”, “Dom Hemingway” ve “Real Steal”dir.

        “LEON” FİLMİNE YEŞİL IŞIK YAKALIM

        Hazır konu baba filmlerinden açılmışken, biz de babayı en iyi şekilde tasvir eden filmlerden bahsedelim istedik. Baba sevgisini derin bir şekilde işleyen “Leon” ailesini kaybetmiş küçük bir kızın, baba sevgisini tatmasını konu alır. “Leon” karakterine can veren Fransız oyuncu Jean Reno, gırtlağına kadar çamura batmış ezeli bir suçludur. Hayattan hiçbir beklentisi yoktur, hatta o kadar yalnızdır ki, çevresindeki insanlara dahi katlanamaz. Sadece işine odaklanır. Ama günün birinde hayatı, ufak bir kızla tanışmasıyla alabora olur. Ufak kızın hayatta kimsesi yoktur. Tek istediği aile sevgisidir. Leon onu yanına alır, ilk başlarda ona hiç pas vermez ama zamanla içindeki sevgi büyür ve kendini nehrin akışına doğru bırakır. Artık nehir onu nereye götürürse… Ufak kızda öyle bir şeytan tüyü vardır ki, adeta Leon’un yıkılan dünyasını yeniden inşa eder. Leon da buna karşı koyamaz. İlerleyen zamanda Leon ondan kopamayacağını anlar. Leon onun gerçek babası olmamasına rağmen, içindeki babalık sevgisine dur diyemez. Artık Leon’un ufak bir kızı olmuştur. Demek ki sevginin gücü bir suçluyu bile değiştirmeye yetiyormuş. Özellikle de Leon gibi sert birini!

        “PURSUIT OF HAPPINESS” FİLMİNİN YERİ AYRIDIR

        “Pursuit Of Happyness” filminde de buna benzer bir durum vardır, ama tek fark babanın öz oluşudur. Duyarlı bir baba olan Chris Gardner, işinde sorunlar yaşayan ve maddi sıkıntı çeken bir adamdır. Aynı zamanda da iyi bir eştir. Maddi sorunlarından iyice bunalan eşi bir gün evi terk eder. Baba ve oğul perişan bir halde yollara düşer. Çünkü ev sahibi onları çoktan kapı dışarı etmiştir. Sokak yaşantısına ayak uydurmaya çalışan baba-oğul amansız bir mücadele verir. Duygusallığın matematiğini yapan film, yüreğimizdeki sevgiyi aydınlatır ve biz de o sevgiyle çevremize ışık saçarız. Zaten dramatik ve melodramatik filmler de bu mantığı gütmüyor mu?

        “KRAMER VS KRAMER”DEN BABALIK DERSİ

        Geldik “Kramer vs Kramer”e… Nostaljilerin kralı sayılabilecek “Kramer vs Kramer” filmi, ihmalkar bir babanın kendine özgüven aşılayıp, hayatını değerli kılmasıyla çok önemli bir yere parmak basıyor ve bize iyi bir hayat dersi veriyor. Bu hayat dersini şu şekilde ifade edebiliriz: Siz siz olun evladınızı ihmal etmeyin, onun arzularına kulak verin ve onu her ne pahasına olursa olsun koruyun. Aslında film seyirciye aileler arasındaki, diyalog eksikliğini aktarıyor. Ataerkil bir düzenin egemen olduğu toplumlarda, baba her zaman koruyucu ve fedekar olmalıdır. Şunu unutmayın ki, yüreklerini evlatlarına açan babalar her zaman kazanır.

        ASİ BABA DOM HEMİNGWAY VE “REAL STEAL”

        Peki, ya “Dom Hemingway” filminde sorumsuz bir babayı canlandıran Jude Law’a ne demeli? Dom Hemingway aslında çok acımasız ve kötü bir babaydı ama, kızından çok önemli bir ders aldı. Dom’a farkındalık sağlayan kızı onun tamamiyle değişmesine vesile oldu. Zaten burada önemli olan bir evladın, bir baba üzerindeki kalıcı etkisiydi, bu nedenle izleyenlere duygu dolu anlar yaşattı.

        Yine aynı şekilde duygu dolu anlar yaşatan bir diğer filmise “Real Steal”dir. “Real Steal”, baba ve oğul arasında cereyan eden trajik olayları ele alıyor. Zamanında evladını ihmal etmiş bir babanın hayat hikayesine konuk oluyoruz. Çocuklarla arası iyi olmayan babanın yaşantısı oğlu sayesinde bir hayli değişir Aralarında öyle güçlü bir bağ oluşur ki, kimsenin gücü yetmez o bağı kopartmaya… Tıpkı yenilmez Çelik Yumruklar gibi…Oğlunun olumlu telkinleri sayesinde robotlar arası yarışmayı kazanan baba, nasıl baba olunur sorusunun yanıtını öğrenir. Film, bu yönüyle bize çok şey katıyor. Özellikle de Hugh Jackman’ın olağanüstü oyunculuğu!

        “MEET THE FOCKERS” İLE “THE CHAMP “ÇOK ÖNEMLİ İKİ FİLMDİR

        Diğer önemli filmleriise şu şekilde sıralayabiliriz: “The Man Who Knew Too Much”, “Hector”, “Ordinary People”, “Life İs Beautiful”, “World’s Greatest Dad”, “American Beauty” , “The Family Man”, “Real Steal” ve daha niceleri… Bazı filmleri yazıya aktaramadık belki ama,onlar her zaman aklımızın bir köşesinde duruyor.

        Bana göre; babayı başarılı şekilde işleyen filmler “Meet The Fockers” ve “The “Champ”dır. “Meeet The Fockers” kendi düşüncelerini dikte etmeye çalışan bir babanın kızını evlendirmek istemeyişini, kızına olan düşkünlüğünü ortaya koyuyor. Robert De Niro’nun (Jack Byrnes) otoriter bir babayı canlandırmış oluşu, kesinlikle belleklerimizden silinmiyor. Zaten böyle bir babayı kim unutabilir ki? “The Champ”da durum bunun tam tersidir. Eski bir boksör olan Billy Flynn’nın hayatındaki en önemli şey sekiz yaşındaki oğludur. Karısından ayrılan Billy, oğlunun vesayetini alarak oğluyla beraber yeni bir hayata başlar. Billy artık at eğitmeni olarak görev yapmaktadır. Ama bu durum maalesef çok kısa sürecektir. Çünkü eski eşi yeniden çıkagelir. Herşey arapsaçına döner. Billy kendine ve oğluna bir söz verir: ölene değin oğlunu koruyacak ve yanından ayırmayacaktır. Billy verdiği bu sözle süper bir “babalık” örneği sergiler. “The Champ” 1979 yılının en duygusal filmlerinden biridir.

        Sonuç olarak; babalar gününün her yıl kutlanıyor oluşu bir nebze de olsa küskünlüklerin barışla sonlanmasına vesile oluyor. Yani bu özel günde birbirleriyle küs olan babalar ve evlatlar değişik duygulara bürünüyor. Gelelim günün anlam ve önemine… Bu özel gün her ne kadar tüketimi hareketlendirmek için yapılmış olsa da, işe yarıyor. Sözün özü; bazen ticari olaylar insanı farklı bir noktaya taşıyabiliyor. Bol filmli haziran ayı geçirmeniz dileklerimle…

        Diğer Yazılar