Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kendi gerçekliklerinde yaşayan sürrealistler için maddesel unsurlar önemli değildir. İçsel dürtülerin harekete geçmesini sağlayan sürrealistler, soyutluğun kavramsallığını yakalamaya çalışırlar. Manevi düşünceler ve maddesel boyut arasında gidip gelen sürrealistler, yaşananları doğru veya yanlış diye sınıflandırmazlar. Kuralları kendi kalıplarına göre koyarlar. Psikenin davranışlarını inceleyen sürrealistler, algımızın kapasitesini ölçmek için psikanalitik yöntemlere başvururlar. İki dünya inşa ederler ve o dünya arasında mekik dokurlar. Tıpkı sürrealist filmlerdeki karakterler gibi… Aslında o karakterler kendileridir.

        Salvador Dali deyince aklımıza sürrealim gelir. Salvador Dali’nin resimleri dış dünyayı değil, iç dünyayı simgeler. Dali’nin kendine ait bir gezegeni vardır. Dali o gezegene kendinden başka kimseyi almaz. Çünkü Dali onu kilit altına almada oldukça ustadır. Dali kesinlikle keşfedilmeyi sevmez, Dali’nin tek derdi kendi alt benliğindekileri resme döküyor oluşudur. Onun beyni aslında resmettiği tablonun ta kendisidir! Gerçekleri tablolarına yansıtmayı tercih etmeyen Dali, kendi gerçekliğini ütopik bir şekilde resimlerine yansıtır. Bazen çok fazla uçuktur. Resimleri kimi zaman aydınlık, kimi zaman karanlıktır. Yani herşey ya ak ya da karadır. Dali’yi iyi bir şekilde anlayabilmek için resimlerine saatlerce bakmanız gerekebilir. Tıpkı David Lynch filmleri gibi…

        SÜRREALİZM NASIL ORTAYA ÇIKTI?

        Sözün özü; Dali’nin sanatından etkilen çok fazla yönetmen var. Bunların en önemlileri: Luis Buñuel, David Lynch, Lars Von Trier, Dario Argento, Wes Anderson ve bunların birçoğu… Andre Breton’a göre gerçeküstücülük bilinç ile bilinçdışını birleştiren bir yoldur. Andre Breton gerçeküstücülüğün teorisyeni olsa da, bayrağı Breton’dan alanlar Breton’un başlattığı akımı devam ettirmişlerdir. Luis Buñuel”in “Endülüs Köpeği” (1929) bu akımın en önemli filmidir. En az “Endülüs Köpeği” kadar önemli olan bir diğer film ise Jean Vigo’nun “L’atalante” adlı eseridir. Peki, gerçeküstü sinema ne anlatır? Gerçeküstü sinema gerçekleri temel almaktadır, ancak gerçekler bilinçdışı ile ilişkilendirilir. Gerçeküstücülük gerçekliğin insanlar üzerinde bıraktığı izdir. Gerçeküstücülük akımı 1.Dünya savaşından sonra etkisini göstermeye başlayan gerçeküstücülük; akılcılığı reddeden, karşı-sanat akımı ile uğraşan insanların uğrak yeridir. Dadaistlerin atılımlarıyla gitgide kökleşen akım, bilinç ile bilinçdışını birleştiren bir mihenk taşı olmuştur.

        SİGMUND FREUD VE LUİS ARAGON’UN ETKİLERİ

        Sigmund Freud’un teorilerinden etkilenen akımın savunucuları şunları düşünmektedir: “Bilinçdışılık düş gücünün merkezidir, bu merkeze girebilme yeteneği yalnızca bilinçdışı dünyaya adım atmakla gerçekleşebilir”. Luis Aragon’un deneylerine göre konuşacak olduğumuzda; gerçeküstücülüğün düşsel, cinsel ve sapkın imgeleri, filmlere öyle bir sirayet etmiştir ki, bu filmler bazı sinemaseverler tarafından yanlış yorumlanmıştır. Halbuki gerçeküstücülüğün savunduğu şey; insanın kendisini irdeleyip çözümlemesinde, sanatın yol gösterici bir araç oluşudur.Geldik gerçeküstücülüğün en önemli tekniklerinden biri olan özdevime… ‘Özdevim’ tamamen sinema ile bağlantılıdır. Sinemadaki görseller iki farklı aşama içerir. Bunlardan biri bilinç, ve diğeri de bilinçsizliktir. Karakterler bilinç ve biliçsizlik arasında savrulup dururlar. Tabi zaman zaman da transa geçerler ve dış dünyaya kapalıdırlar. Transtan çıktıklarında ise yaptıklarını hiçbir şekilde hatırlamazlar. Buradan yola çıktığımızda ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor: her türlü yaratışın kaynağı bilinçaltıdır. Andre Breton bunu şu şekilde tanımlar: “Gerçeküstücülük, her türlü estetik ve ahlaki endişenin dışında, usun denetiminde olmadan düşüncenin yazılması işidir” Yani diğer bir deyişle gerçeküstücülük çağrışım biçemlerine, rüyanın gücüne ve çıkarsız düşünceye dayanır.

        BİLİNÇALTI VE RUHSAL OLAYLAR

        Kendiliğinden ortaya çıkan ruhsal durum ve olaylar bilinçaltının ürünüdür. Ruhsal olaylar olduğu gibi aktarılmalıdır. Bilinçaltı gerçekten çözümsüzdür, engin bir deniz gibidir. Yüzmeyi bilmeyenlerin bilinçaltında boğulmaları muhtemeldir. Bir varoluş biçemi olarak tanımlanan bilinçaltı odaklı akım, beynimizdeki eski bilgilerin silinmesi adına çalışmalar yapar ve burada önemli olan o eski bilgilerin yerine yenilerin monte ediliyor oluşudur. Böylece insan zihninin önündeki engeller kalkar ve düşünce özgürleşir. Şuuraltı yaratıcı ve özgür fikirlerle muhteşem bir şekilde korunduğu için aklın ve mantığın kontrolü sürrealizmin dışında kalır. Gerçeküstücülüğün manifestosunda yazan açıklama şu şekilde yer almaktadır: “Gerçeküstücülük, ister sözle, ister yazıyla, ister başka bir biçemle olsun düşüncenin gerçek işleyişini gerçekleştirmek isteyen katkısız bir ruhsal özdevimdir.” Düşün hakimiyeti ve düşüncenin çıkarsız oyunu bunu doğrular. Bütün ruhsal işleyişler yıkılır ve yaşamın temel sorunları onların yerini alır.

        Yalnız filmlerde irdelenen gerçeküstücülük biraz daha farklıdır. Rüya, delilik, hipnoz ve halisülasyon birleşerek izleyiciyi hem manipule eder hem de transa geçirir. Bakınız: Luis Buñuel filmleri… Buñuel somut verilerle ilgilenmez, tam tersine herşey fazlasıyla soyuttur. Buñuel manevi dünyadan beslenen bir yönetmendir. Kendini olağanüstü olaylara adar. Buñuel’in ifade tekniği, (otantik alt-metinler, sinemasal teoriler, ilham sonucu ortaya çıkan sahneler) rüyaları imgeleyen görsellerle ilintilidir. Buñuel alışılagelmiş estetik anlayışı alaşağı eder ve gerçeği algılayış biçimimiz de buna istinaden değişir. Algısal imgeler Buñuel’in filmlerini doldurur. Birbirleriyle neredeyse ilgisiz olaylar sekans aralarına serpiştirilir. Peki, buradaki amaç nedir? Tabiki algı oyunu!

        LUİS BUÑUEL, DAVİD LYNCH VE DARİO ARGENTO

        Bilinçaltındaki duygu ve düşünceler muazzam bir şekilde genişletilir. Teorik olarak açıklarsak, aklın ve alışkanlıkların denetiminden uzak olan bilinçaltı gerçeklerinin yansıtılması Buñuel sinemasını ortaya koyar. Tartının bir tarafında bilinç diğer tarafında da öteki bilinç vardır. Sanatın ve sinemanın en büyük kaynağı olan bilinçaltı, her tür düşüncenin saklandığı bir depodur. Bilinmeyenler, bilinçaltı aracılığıyla ortaya çıkar. Psikanalitik yöntemler bilinmeyenin ortaya çıkışındaki en önemli unsurlardandır. İşte burada devreye David Lynch girer. Çünkü Lynch insanoğlunun bilinmeyen ve sınırları keşfedilmeyen bir varlık olduğunu düşünmektedir. Lynch’i anlamak için, aklın denetimine, her türlü sosyal ve toplumsal baskıya karşı çıkmak gerekmektedir.

        Beyninin sağ lobu daha fazla çalışan Lynch, ikonik ve fantastik figürleri filmlerine yerleştirerek yaratıcılığını ikiye katlar. Yönetmen Dario Argento ise korku motiflerini ‘ucubeleştirerek’ aklın almayacağı bir şekilde onları bilinçaltı hücresine kilitler. Sıradışı olaylarla, sıradışı nesneleri aynı pakete koyan Argento, metafizik kurallarıyla ilgilenmez çünkü onun dünyası paradoksaldır. Yanılsamalar onun benliğinin bir parçasıdır sanki… Argento’da neden aranmaz. Argento neyi, neden yaptığını bilmemektedir. Argento genelde filmlerinde cinselliği kullanır. Argento’ya göre; cinsel rüyaların çokluğu toplumun bastırılmış hisleri ile ilintilidir. Sürrealist Argento rüyaların göstergebilimi ile çözüleceğine inanmaktadır. Çünkü hipnotizmayı yöneten psikanalitik göstergebilimidir. Argento’nun filmlerinde bilinçaltı bilinç alanına tamamen hakim olur. Esasında sürrealizm ‘avant-garde’ motiflerle güçlenen serbest ve özgür bir akımdır. Argento da bu özgürlüğün tadını çıkartır.

        Şu ana kadar yapılmış olan en iyi gerçeküstü filmler sırasıyla: “Delicatessen” (Jean-Pierre Jeunet), “Brazil” (Terry Gilliam), “Eraserhead” (David Lynch), “Mulholland Drive” (David Lynch), “The Golden Age” (Luis Buñuel), “The Holy Mountain” (Alejandro Jodorowsky), “The Hawks and Sparrows” (Pier Paulo Pasolini), “Un Chien Andalou” (Luis Buñuel) ve daha niceleri…

        Sonuç olarak; uzun yıllardır sinema ile bağını koparmayan sürrealizm, dış dünya ile ilişkisini keserek, ruhsal ve mistik dünyaya doğru yelken açar. Tabi bunu kendi metotlarıyla yapar. Bunun yanı sıra; aklını ve zekasını sonuna kadar kullanan sürrealistler alamet-i farikalarını ortaya koyarlar. Amaç; farklıyım diyebilmek… Kendilerini toplumdan soyutlayan sürrealist sinemacılar az ve öz film yaparlar. Zaten de farklılıkları bu şekilde ortaya çıkıyor.

        Diğer Yazılar