Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Uzun süredir kendime şu soruyu soruyordum: Acaba İstanbul Film Festivali’nde izlemiş olduğum “Attila Marcel” filmi vizyona gelir mi diye…? Sorumun yanıtını aldım. “Attila Marcel” 1 Ağustos’ta vizyona giriyor. Absürt komedinin doruklarına varacağımız “Attila Marcel”, bilinçaltımıza yerleştirdiği enigmatik görsellerle, bizi kendi aurasına doğru çekiyor. O aurada kaybolmamak elde değil! İçsel çatışmalarla, alt benliğe baskı yapan düşüncelerin, bir insanı nasıl tükettiğini ele alan “Attila Marcel”, alternatif yöntemlerle bunları aşmamızın mümkün olduğunu savunuyor. Yeter ki, çözüm yolu arayalım. Geçmiş ve şu an arasında bir köprü vazifesi gören alternatif yöntemler, hikayenin gidişatına yön veriyor. Araya yerleştirilen absürt mizansenler de hikayeyi kanatlandırıyor.

        Bazen beyne çok fazla yükleme yaptığınızda, beyindeki kablolar kısa devre yapar. Çünkü beynin kapatisi dolduğunda daha fazla veri alamaz. Veri alamayınca da patlayacak gibi olur. Ama yaşananlar beynin komuta ettiği bilinçaltında her zaman kayıtlıdır. Bilinçaltı adeta bir veri deposudur. Aşırı yükleme yapıldığında bazı imgeler/yaşananlar hasar görebilir. İşte o imgeler atom misali parçalanır ve onları yeniden birleştirmek istediğinizde, bazı boşluklar oluşur. Peki, o boşlukları nasıl tamamlayacaksınız? Tabiki Paul gibi alternatif yöntemlerle…

        Piyanist Paul takıntılı ve otoriter halalarıyla yaşayan kendi halinde çok garip bir adamdır. Aklımızdan bu adam neden bu kadar garip diye geçiririz. Çünkü Paul’u anlamak çoğu zaman imkansızdır. Ama her ne olursa olsun onu anlamak için elimizden geleni yaparız. Paul bizi iç dünyasına öyle bir ışınlar ki, kendimizi aniden onun dünyasında buluveririz. Şok üzerine şok yaşarız. Artık onun iç dünyasındayız çözelim bakalım sorun neymiş. Paul, mehter marşı gibi bir ileri, bir geri gider bunun en önemli nedeni de kasedin bir ileri, bir geri sarılmasıdır. Çocukluğunda yaşadığı negatif bir olay nedeniyle, bilinçaltına yerleşen ve kök salan imgelemler Paul’u durdurmaktadır. Acı çeken Paul, eğer o imgelemleri oradan çıkaramazsa anı yaşayamayacaktır. Paul’un bu sorunu atlatması için, kitlenmesine neden olan duygunun, geçici bir süre önlenmesi gerekmektedir. Represyona (baskı) oldukça benzeyen bu durum Paul’a şu şekilde yardımcı olur: düşünce engellenirken, gerginlik ortaya çıkar ve o gerginlik bir süre sonra yok olmaya başlar.

        Tabi Paul bunu alternatif bir yöntemle yapmayı tercih eder, orası ayrı… Paul komşusunun hazırladığı şifalı çayı (çay sadece bir metafordur) içerek çocukluk anına döner ve samanlıkta iğne arar gibi, sorunun kaynağınının ne olduğunu bulmaya çalışır. Bunu birkaç kez tekrarlar. Sonunda sorunun kaynağını bulur. Spoiler vermemek adına bunu yazıda açıklamayacağız. Aslında film bize başında çok önemli bir tüyo veriyor, anne ve babasının kucağında olan küçük Paul o kadar çok ağlıyor ki, sanki yeri göğü yıkıyor. Buradan net bir şekilde anlıyoruz ki… İleriki sahnelerde mutlaka ters bir şeyler olacak. Belki de bu tüm bu sıkıntıların kökeni Paul ’un hayalgücüdür. Yoruma açık…

        İÇSEL BİR DIŞAVURUM HİKAYESİ

        İçsel bir dışavurum hikayesi olarak nitelendirdiğimiz “Attila Marcel”, neden-sonuç ilişkisini etki-tepkiye dayandıran absürt ve gerçeküstü bir film. Kişisel gelişime doğru açılan film, karakterin sıkıntılarını absürt bir biçimde aktarıyor. Hayatın bize yüklediklerini, sıradışı motifler ve metaforlarla soyutlaştıran yönetmen Sylvain Chomet, yüklerden kurtulmamızın ancak hafiflediğimizde mümkün olduğunu dile getiriyor. Hikaye ve karakter arasındaki dengeyi koruyan Chomet, çerçeveyi, kurguyu ve anlatım dilini başarılı bir şekilde kullanıyor. Montaj sekansı yapmayı seven Chomet, flashbackler ve flashforwardlar arasında ufak hikayeler kurguluyor. Bizi filmin derinliğine iten Chomet, felsefik kuramlarıyla karakterlerin çatısını oluşturuyor ve onları detaylandırıyor. Chomet’in karakterlerini çözümlerken kullandığı mekan ve nesneler kesinlikle gözden kaçmıyor. İşin ilginç tarafı, filmin başladığı noktaya geri dönmesi… Siz şimdi bu nasıl oluyor diyorsunuz? Çok basit: tarih kendini nasıl ki yeniden tekerrür ediyorsa, hikaye de kendini aynı şekilde tekerrür ediyor. Ama sakın, bir sonuca varacağız diye düşünmeyin, çünkü Fransız filmlerinde son yoktur. Siz kendi sonunuzu kendiniz yazacaksınız. Unutmayın bu sizin filminiz!

        HERŞEY POSTERDE GİZLİ…

        Fransız tiplemelerindeki üstün başarısını ortaya koyan Chomet, filme dair tüm elementleri ustaca birleştiriyor ve bununla sınırlı kalmayıp, komedideki yaratıcılığını epigramlara (kısa, keskin zekâ ürünü ve düşündürücü ifadeler) dayandırıyor. Filmi çözümlemek için, geniş bir perspektiften bakarsak, Chomet ile bir bağ kurabiliriz. Aksi takdirde Chomet de ne anlatıyor diye düşünebiliriz. Hadi buraya kadar herşeyi anladık diyelim, peki filmin adı neden Attila Marcel’di ve ‘Attila Marcel’in Paul ile ilişkisi neydi? Madame Proust’un (yukarıdaki paragrafta bahsetmiştik) yardımlarıyla hayatı değişen Paul, Attila Marcel’i hayatına davet ediyor. Öyleyse ‘Attila Marcel’ ya onun yansıması, ya da dönüşmek istediği marjinal bir karakter. Bakınız: Paul’un yürürken baktığı ‘Attila Marcel’ posteri… Posterde yazan isimlere dikkatlice göz atarsanız, herşey netleşecek. Tıpkı ‘Amelie’ filmi kadar kafa karıştırıcı olan film, hem hikayeyi yapı bozumuna uğratıyor hem de boyutlandırıyor.

        Özetle; Buster Keaton, Wes Anderson ve Jacques Tati’nin birleşiminden oluşan “Attila Marcel” dış dünya ile iç dünyayı aynı potada eriten çözüm odaklı kurmaca bir film. “Attila Marcel”, öyle bir solukta izleyeceğiniz bir hikayeye sahip değil, aksine üzerinde saatlerce düşünmeniz gereken, karakterlerin maceralarını analiz edebileceğiniz bir hayat denklemi sanki…

        Diğer Yazılar