Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bazen kötü bir rüya görüp, uykumuzdan uyanıveririz. Hatta çoğu zaman gördüğümüz rüyayı gerçek sanırız. Peki, o rüya değil de, gerçeğin ta kendisiyse? İşte o zaman akan sular durur. Rüyayı unutur gideriz, ama var olan acı gerçeği ömrümüz boyunca kalbimizde taşırız. Sinema sevimli ve güleç yüzlü oyuncu Robin Williams’a veda etti. Aslında bu bir veda değil, çünkü o her zaman bizimle yaşayacak, filmlerini her seyredişimizde onu hüzünle anmış olacağız. Williams’ın, mimiklerini izledikçe içimizde kuşlar uçuşuveriyor sanki… Ey kuşlar, bizi Robin Williams’ın dünyasına götürür müsünüz? Daha şimdiden onu çok özledik de… Kuşlar yanıt veriyor: tabi ki ne demek görevimiz bu!

        Tüm dünya şu an kan ağlıyor. Çünkü en büyük değerimiz Robin Williams’ı kaybettik. Bu satırları yazarken emin olun ki çok zorlanıyorum, ama ustaya ancak bu şekilde saygı duruşunda bulunabiliriz. Belki bizi uzaklardan duyuyordur kimbilir… İçimizdeki yumrunun derinliği, üzüntümüzün şiddetlenmesine neden oluyor. Williams bizim gülen yüzümüz ve en büyük neşemizdi, onunla güler onunla ağlardık. Bakın Amerikan Başkanı Obama ne söylemiş Robin Williams hakkında: "Robin Williams bir doktor, bir dahi, bir dadı, bir başkan, bir profesör, bir Peter Pan kısaca her şeyden birazdı. Ama o kesinlikle türünün tek örneğiydi. Hayatımıza bir uzaylı olarak girdi ama sonunda insan ruhuna dokunmayı başardı. O bizi hem güldürdü, hem ağlattı." Başkan Obama’ya yürekten katılıyoruz. Bundan iki ay kadar önce, Robin Williams’ın menejeri ile röportaj yapmak için iletişime geçmiştim, bana menejeri Williams’ın çok yoğun olduğundan ve şansımı daha sonra denemem gerektiğinden söz etmişti. Demek ki, daha o günden belliymiş kritik durumu…

        AH WİLLİAMS AH NE YAPTIN SEN!

        Şu ana kadar yazılan haberlerde Williams’ın intihar ettiğinden bahsediliyor (doğrulandı) ama biz sevenleri olarak bunu inatla reddediyoruz. Neden mi? Çünkü bunu kabul etmek pek mümkün değil. Bilindiği üzere bazen yazılı/sosyal medyada çıkan olaylar, spekülasyon olduğu için inanasımız gelmiyor. Ama televizyonda ‘flaş haber’ olarak geçince, işin rengi değişti.

        İçimden hep şunu demiştim: nereye kayboldu bu Robin Williams, uzun zamandır neden ortalarda yok? Meğerse depresyondaymış. 2009 yılında kalp kapakçığı değiştirilen Williams, hastalığından sonra iyice kapanmış dünyasına… Hastalık gözünü kör ettiği için, güzellikleri göremeyecek kadar kendine düşmüş anlayacağınız. Bu kadarını beklememiştik doğrusu! Bir ayağı dünyada, diğer ayağı da öteki dünyada olan Williams, “The Angriest Man in Brooklyn” (Asabi Adam, 2013) filmiyle de aradığı ilgiyi bulamayınca iyice demoralize oldu. Ama yine de son filmleri olduğunu bilmeden “Night At The Museum: Secret Of The Tomb” (Müzede Bir Gece 3, 2014) ve “Merry Friggin’ Christmas” (2014) filmlerinde rol aldı. Unutmadan söyleyelim, bu filmler halen ‘post prodüksiyon’ aşamasında. Bundan sonra ne olacağını cidden çok merak ediyoruz. Bu filmler ülkemize geldiği zaman, içimizdeki acıya karşı koyamayıp, balon gibi patlayacağız. Tersi olmasını bizde isterdik. Robin Williams bir uçak misali yere çakılmış olmasına rağmen, San Fransisco’da bulunan ‘Rubicon Restaurant’ı, meslektaşı Robert de Niro ile birlikte işletiyordu. Belki de sinema ile ilgili açmazları olduğu için bu restoranı işletiyormuş. Ne söylesek boş olur. Tabi şu gerçeğe de direnmememiz gerekiyor; Williams hiçbir zaman medyada gözükmeyi sevmezdi, çünkü gizemli kalmaktan hoşlanırdı. Diğer bir deyişle; Williams sanki hayallerimizi süsleyen, maskeli süper bir kahraman gibiydi.

        Robin Williams’ın en kilit filmlerinden biri olan bağımsız yönetmen Gus Van Sant’ın yönettiği “Good Will Hunting“ (Can Dostum, 1997) kendisine “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” Oscar ödülünü getirdi. Şunun da altını çizmekte fayda var: Robin Williams’ı; Williams yapan hem “Good Will Hunting”, hem de ‘En iyi Özgün Senaryo Akademi Ödülü’nü kucakladığı “Dead Poets Society” (Ölü Ozanlar Derneği, 1989) oldu. Bunların dışında Williams’a başarı getiren filmleri ise şu şekilde sıralayabiliriz: “The Birdcage” (Kuş Kafesi, 1996), Patch Adams (1998), “Jakob The Liar” (Jakob’un Yalanları, 1995), “Jumanji” (1995), “Mrs. Doubtfire” (1993), “Good Morning Vietnam” (Günaydın Vietnam, 1987) ve daha gırla…

        Williams’ın “Patch Adams” filmindeki kırmızı pon pon burnunu, “Jumanji”deki Alan karakterini, “Jakob The Liar”daki Jakob’u, “Mrs. Doubtfire”daki Mrs. Doubtfire (dadı karakterine büründü) karakterini kim unutabilir ki? Bir de daha bizim jenerasyon Williams’ı tanımıyorken, büyüklerimizden dinlediğim TRT’de yayınlanan “Mork and Mindy” isimli televizyon serisi; uzaydan gelen Mork’un dünyalı sevgilisine yaptığı horoz tatlısı ve özel replikleri, en güzel anılarımın başında gelir. Keşke ben de, o televizyon serisini görebilseydim diye çoğu zaman düşlerim.

        ROBİN WİLLİAMS NASIL BİR ADAMDI?

        Aslında biz Robin Williams’ı şu şekilde tanıdık: neşeli, anlayışlı, içi kıpır kıpır, çalışkan, yetenekli, mütevazi, sevecen, dost canlısı, yardımsever ve gizemli bir komedyen… Güldüğü zaman yüzünde gülücükler açan Williams, bize şu ana kadar hiç girmediğimiz bir bahçenin anahtarını verdi: “cennet bahçesi”. Cennet bahçesinden bize selam yollayan Williams, bizi öyle bir yere ışınladı ki, hem de hiç unutamayacağımız bir yere… Mimikleriyle, her türlü surat ifadesine bürünebilen usta oyuncu, her duyguyu bir arada yaşayabilen çok yetenekli bir sanatçıydı. Onun karşısında oyunculuk yapmak kimine göre zor, kimine göre de kolaydı. Ama her şeyden öte onunla oynamak bir lütuftu. Bu şans kolay kolay herkese gülmezdi. Karşısındakini kucaklamayı seven Williams, insanlarla iyi geçinebilen, onları her ne olursa olsun kırmayan bir zatı muhteremdi. Erdemli ve mütevazi oluşu onu çok farklı bir noktaya taşıdı belki, ama yaşadığı travmalar ne yazık ki kendini bataklıktan kurtarmasına yardımcı olamadı. Hayatın dengesini bulamayan William’ın treni raydan öyle bir çıktı ki, artık o treni kimsenin durdurması mümkün değildi. Keşke William’ın treni raydan hiç çıkmasaydı…

        OYUNCULUĞUN TARİHİNİ YENİDEN YAZDI SANKİ…

        Oyunculuk anlamında birçok oyuncuya rol model olan Williams, komedi alanında açtığı çığırda, tüm yapımcıların ve yönetmenlerin göz bebeği haline geldi. Komedi denilince akla direk Robin Williams gelirdi. Bunun yanı sıra; komedi ile dramı aynı anda seyirciye aktaran Williams seyircilerle kurduğu bağı daha da perçinlendi. Verilen komutları doğru bir şekilde algılayan ve onlara yenilik katan Williams, her zaman düzgün bir oyun çıkardı. Doğru yerde ve doğru anda bulunan komedyen; karakterleri sorgulamadan onların duygu ve düşüncelerine tercüman oldu. Yanlış yapma riskine girmeden, oyunculuğunu sergileyen Williams; doğaçlama yeteneğini özgürce kullanarak, mahzun bakışlarını biz seyircilere doğru yöneltmesi, yüreğimizi kavurmakla kalmadı, aynı zamanda hüzünlenmemize neden oldu. Bu; hemen hemen her filmi için geçerliydi. Gözlerimizin içine bakarak oynayan Williams, çoğu zaman peltek yürüyüşüyle ve al yanaklarıyla hem seyircinin ilgisini toplar hem de mahcubiyetini küçük bir çocuk misali gizlerdi. Kendinle övünmekten hoşlanmayan sevimli aktörün, bardağın dolu tarafını görmesinin yanı sıra, canlandırdığı problemli karakterlerle kurduğu ilişki, onlarla özdeşleştiğinin iyi bir göstergesiydi. Filmleriyle insanlara hayat dersi veren usta, ne yazık ki, verdiği hayat dersini kendi yaşamı için uygulayamadı. Yerin öteki dünya olmamalıydı be usta! Bizim boynumuzu nasıl büktüğünü anlatamayız sana, çünkü kelimeler kifayetsiz kalır. Sanatçıların hazin sonuna alışamadık ne de olsa…

        KOMEDİ KRALI OLMASI UZUN SÜRMEDİ

        Komedi kralı olarak adını literatüre yazdırabileceğimiz Williams, kartları açık oynamaktan hoşnut olan bir büyük devdi sanki… Onu biz mi devleştirdik, o mu kendini devleştirdi orasını bilemiyoruz. Karakterlere olumlu özellikler ekleyen Williams, karakterlerin iyi yanlarını bulup onları iyileştirmek ve tedavi etmek için elinden geleni yapardı. Sözgelimi, pozitif psikolojiyi köküne kadar kullanan oyuncu, büründüğü karakterlerle bütünleşerek bize her şeyi onların gözünden yansıtırdı. Geldik en çarpıcı açıklamaya… Williams sadece bir oyuncu değildi, aslında Williams ruhumuza transfer olan bir enerjiydi. Elindeki sihirli değneğiyle herkesi büyülemeyi başarıyordu. Acaba Williams başka bir gezegenden gelmiş olabilir miydi, neden olmasın ki…? O bir Mork’tu nede olsa ve başka bir gezegenden geliyordu. Gezegenine geri döndü. Uğurlar olsun Williams!

        Yazıyı sonlandırmak gerekirse; Robin Williams’ın (“Patch Adams” filmi. İntihar eğilimli biri olarak girdiği akıl hastanesinde gördüklerinden sonra tıp fakültesine yazılır) filmdeki karakterinin, bir gün gerçek olacağı hiç aklımıza gelmezdi. Oynadığı karakterler Williams’ı o kadar etkilemiş ve içini burmuş olsa gerek ki, Williams da o karakterlerin feryatlarına karşı koyamamış. Bu bir tesadüf mü? İşte buna cevap vermek çok zor. Onu kaybettik ya acı olan da bu! Dip depresyona giren herkes, sevenlerini bile unutacak kadar körleşir. Soluk alıp verişini duymak bile bize yeterdi. Neticede sempatik gülüşüyle, derin bakışlarıyla, cana yakınlığıyla, etkileyici beden dili, samimi söylemleri ve hümanist tarafıyla insanlarla hem dostluk, hem de empati kuran Williams, herkese yardım eli uzatan bir şifacıydı belki de… Tüm vefat eden sinema ustalarını burada saygıyla anıyorum. Huzur içinde uyuyun!

        Diğer Yazılar