Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Patronunu seven azdır herhalde… Doğru ya, kim sever ki patronunu? Patronu ve çalışanı birbirine bağlayan ipin, inceldiği yerden kopması tüm dengeleri değiştirir. Şu bir gerçektir ki; kararlılık, azim, mücadele, başarı, motivasyon ve konsantrasyon bir çalışanın sahip olması gereken özelliklerin başında gelir. Bunlar olmadı mı, çöküş yaşanır. Tabi bazen, bunlar da işe yaramaz. Eğer patronunuz sizi işten çıkartmaya kafasını koyduysa, ağzınızla kuş tutsanızda yaranamazsınız. Bu yazdıklarımızı doğrulayan “İki Gün ve Bir Gece” ekonomik sistemi kritize eden, sade ve kendi halinde bir film… Melankoliyi ve dramı iç içe geçiren “İki Gün ve Bir Gece”yi herkesin izlemesi gerekiyor. Böyle bir mücadele daha önce görülmedi (!)

        “Lorna’nın Sessizliği” filmiyle zamanında büyük başarı elde eden Dardenne kardeşler (Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne) bu kez Marion Cotillard’ın başrolde olduğu “İki Gün ve Bir Gece” ile karşımıza çıkıyorlar. Ağır ve ağdalı film yapmayı seven Dardennekardeşler, bizi her zaman olduğu gibi karmaşık bir karakter oyunuyla baş başa bırakıyorlar. Karakterleri birbirleriyle çatıştıranDardenne kardeşler, gerçek hikâyelere yön vererek onları kendi bakış açılarıyla yorumlamaktan bir hayli keyif alıyorlar. Olaylara alt ve üst sınıftan bakan Dardenne kardeşler, hedef kitleyi orta ve üst sınıfa göre belirleyerek, karakterlerin psikolojik travmalarını ve yaşadıkları korkunç deneyimleri, filmin merkezine yerleştiriyorlar. Bununla da sınırlı kalmayıp, karakterlerin sosyo-ekonomik durumlarını inceleyip, onları baskılandıran olayların, perde arkalarını yalın bir dille perdeye yaftalıyorlar ki, hikâye sahici dursun (!) Filmin dramaturjisini iyi yapılandıran Dardenne kardeşler, 1.85 : 1 teknik formatla çekmiş olduklarıfilmin kültürel coğrafyasını oluşturmak için karakter çatışmalarındaki olay örgüsünü usulüyle resmediyorlar ve tanıdığımız, bildiğimiz bir hikâyeyi kendi hamurlarıyla yoğuruyorlar.

        SANDRA’NIN KARIN AĞRILARI…

        Bilindiği üzere; hikâyede çatışma olmalı, çatışma olması için de engel... Bunu açmak gerek:Sandra karakterine can veren MarionCotillard, işini kaybetmemek için tüm yolları deniyor ve tüm kapıları çalıyor. Mesela patronunuz, mali durumum kötü, sizi işten çıkarmak zorundayım dese, ne yapardınız? İşte bu çok acı bir durum… Ama hayatımızda bu tarz sorunlar oluyor. Sandra da bunun mücadelesini veriyor. Tabi şunu da unutmadan ekleyelim. Sandra’nın işten çıkarılmasının haricinde çok büyük bir derdi var, o da parasız bir şekilde evi geçindiremeyecek oluşu… Her şey bu kadar basit değil tabi. Sandra işten atılmamak için patrondan bir oylama talep ediyor. Bu oylamaya göre iş arkadaşları, ya aldıkları ikramiyeden vazgeçecekler, ya da Sandra’yı oy vererek işten atılmamasını sağlayacaklar. Acaba hangisi gerçekleşecek sorusunu kendimize sormadan edemiyoruz. Gelelim biraz önce bahsini açtığımız hikâyedeki engel mevzusuna… Öncelikle Sandra’nın işten atılmaması için lehine oy toplaması gerekiyor. O halde Sandra’nın amacının önündeki engel, o oyları lehine çevirmesi olabilir mi?

        MarionCotillard’ın bu güne kadar hayat verdiği en zor karakterlerden biri olan Sandra, yaşadıklarından dolayı pes etmeyen, arada sırada anlık duygusal türbülanslara giren ve sonra yeniden ayağa kalkan dirençli bir karakter…

        DARDENNE KARDEŞLER’DEN KOPUP GELEN SANDRA KARAKTERİ

        Sosyal ilişkileri ve sosyolojik zemini yerine oturtan film, işlediği kurguyla bu dengeyi koruyor. Her gün şahit olduğumuz olayları acı bir biçimde gözler önüne seren Dardenne kardeşler,yaratmış oldukları kadın karakterin güçlü duruşunu ustaca sahnelendiriyorlar. Hem de kolaya kaçmadan (!) Karakterler arasındaki balansı sağlayan Dardenne kardeşlerin, var olan ekonomik sıkıntıları, karakterlerin gözünden yansıtıyor oluşları, filmin direğini oluşturuyor. Vicdan yasasını filmin ana belleğine yerleştiren Dardenne kardeşler,oluşturmuş oldukları kadın karakteri insan haklarıyla eşleştiriyorlar. Bir kadının kudretli olabileceğine ışık tutan film, yer yer feminist yaklaşımlarıyla kafa kurcalamayı başarıyor. Hemen hemen her filminde kadını öne çıkartan Dardenne kardeşler, kadının mücadeleci ruhunu hikâyeye aktararak, baskıyı ve istismarı öteleştiriyorlar. Mesajı da açık: “baskı ve zorlama olmasın” Biz de aynı şeyi temenni ediyoruz. Yani filmdeki kadın karakter Sandra, göğsünü gere gere işini kaybetmemek adına, patronuna meydan okuyan yürekli bir çalışan… Patron ve çalışan arasındaki ilişkiyi bu kadar sert bir üslupla eleştiren film, işsiz kalan insanları filme davet ediyor sanki… Ekonomik kriz nedeniyle ortaya dökülen sırların ifşa edilmesine özen gösteren Dardenne kardeşler, kadın karakterin özgecil (diğerkâm) taraflarını filmin içine yediriyorlar ve karaktere çok farklı misyonlar yüklüyorlar. Misyonların en önemlisi de hayatta devrilmemek ve egoist olmamak (!) Söz gelimi; kendi çıkarı için iş arkadaşlarını ateşe atmayan Sandra, zaman zaman sinir krizleri geçiriyor. Çünkü Sandra hem kendini hem de arkadaşlarını düşünmek zorunda. Bir patronun çalışanına böyle eziyet etmesi de şaşılacak şey doğrusu…

        PATRONLAR MI?

        Gündelik hayatı filme taşıyan Dardenne kardeşler, patronların olumlu taraflarını yansıtmaktansa, olumsuz taraflarını yansıtıyorlar. Mevzu malum: Patronların tek taraflı düşünce biçimleri her zaman çalışanı zor durumda bırakır. Buradan yola çıkan film, eğer bir işi istiyorsak sonuna kadar direnmemiz gerektiğini öngörüyor. Her ne olursa olsun psikolojik tükenmişliği ivedilikle çöp kutusuna göndermemiz şart (!) Seyirciyi ikilem içinde bırakmaktan haz alan Dardenne kardeşler, tekrarlardan kaçınarak yeni sinemasal formlar oluşturuyorlar ve bu formlar karakterlere bağlanmamıza sebebiyet veriyor. Aslında filmdeki Sandra karakterinin izdüşümü biziz. Neden diye soracak olursanız, yanıtı çok basit: her gün bu sorunlarla iç içeyiz, istesek de bu sorunlardan kurtulamayız zaten… Ne demişler “Balık baştan kokar”

        Bunları doğru yöntemlerle ele alan Dardenne kardeşler, gerilimli, dramatik bir atmosferi nasıl yaratacaklarını iyi bildikleri için, karakter çözümlemesindeki kilit noktaları oluşturmakta zorlanmıyorlar. Hatta film boyunca ısrarcı olmanın bazı durumlarda işe yarayacağını kendi mantıklarına göre işleyen Dardenne kardeşler, sosyal gerçekçiliğin altında yatan nedenleri bir bir irdeliyorlar. Dolayısıyla film sosyal dayanışmanın özünü yansıtmış oluyor. Karakterin iki gün bir gecelik savaşını soluk almadan izlediğimiz film, içimize saplanan yumrunun hiçbir şekilde dışarı çıkmasına izin vermiyor. Tabi tüm bunlar süregiderken, karakterin geçirdiği buhranlar,karakterin psikosomatik yanını ortaya çıkarıyor ve karakter şeytan ve melek arasında gidip geliyor sanki… Filmde teknik vurgulama yer almıyor, tam tersine karaktere ait vurgulamalar yer alıyor. Film tamamıyla hikâye bazlı, hikâye bazlı olduğunu önceden belirtiyoruz ki, filmi izleyenler bu nasıl bir filmmiş demesin. Yalnız filmin bazı pürüzleri var, bu pürüzler zaman zaman ilgimizin dağılmasına neden oluyor. Filmin süresini uzatmak için, bazı sahnelerin montajlanmaması filmin akışına ve izleğine biraz zarar veriyor, veriyor vermesine ama hikâyenin akıcılığı, bunun üstesinden gelmesine bayağı yardımcı olmuyor.

        MARİON COTİLLARD EFSANESİ

        Filmi genel tabloya göre değerlendirirsek; içimizdeki korkuyu dışarı atmamızı öne süren hikâye, bize şu soruyu yöneltiyor: Hayatınızda hiç istediğiniz şeyi elde etmek için bıkmadan usanmadan çalıştınız mı, ya da onu elde etmek için neleri feda ettiniz? Feda ettik mi, ne dersiniz? Bedel ödemeden olumlu bir sonuca varmanın mümkün olmayacağını her şekilde ifade eden film, ayaklarımızdaki prangaları söküp atmamızın artık zamanı geldiğini hikâyenin belirli noktalarına yerleştirerek, içimizdeki manevi güce sımsıkı tutunmamızı istiyor. Kendimizle yüzleşmemizin yararlı olacağı aşikâr… Geldik filmin en önemli ayrıntısına…Dardenne kardeşler genellikle ünlü oyuncularla çalışmayı sevmezler, peki bu tezlerini neden son çektikleri filmle kırdılar? MarionCotillard gibi ünlü bir oyuncuyu başköşeye oturtan Dardenne kardeşler, Cotillard’ın esrarengiz oyunculuğundan besleniyorlar.

        Sonuç itibariyle;“İki Gün ve Bir Gece” müthiş finaliyle izleyicilerin hafızasına kazınmayı başarıyor. Başından sonuna kadar pür dikkat izlediğimiz film, çoğu Fransız filminin aksine finali muallak bırakmıyor. Filmin finali düşündürücü olabilir belki, ama ucunun açık olmadığını söylemekte fayda var. Filmin hikâyesini el üstünde tutan unsurlardan biri de hiç şüphesiz MarionCotillard’ın oyunculuğu… Filmi izleyemeyeceğiz diye dertlenmeyin çünkü çok kısa bir süre sonra ‘Film Ekimi’ne konuk oluyor. Eminiz ki, filmi izleyince Cotillard’a tekrar âşık olacaksınız.

        Diğer Yazılar