Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bundan çok kısa bir süre önce Deniz Özdoğan’la yaptığım röportajda, Özdoğan en sevdiği yönetmenlerden birinin İtalyan Alice Rohrwacher olduğundan söz etmişti. Ben de biraz araştırma yaptım. İlgimi çekmedi dersem yalan olur. Geçenlerde Altın Koza’da “Mucizeler” isimli çok ilginç bir film seyrettim. Meğerse Altın Koza’da seyrettiğim film Alice Rohrwacher’ın filmiymiş. İyi ki de izlemişim filmi. Deniz Özdoğan’a böyle bir yönetmenle beni tanıştırdığı için teşekkürlerimi iletiyorum. Alice Rohrwacher’ın kadın yönetmenler arasında yükselişe geçeceğine kesin gözüyle bakılıyor zaten… “Mucizeler” filmiyle mucize yaratmaya çalışan Alice Rohrwacher, adeta karakterlerin bilinmeyen yaşamlarına ayna tutuyor.

        Monica Belluci’ninMillyCatena rolünü canlandırdığı “Mucizeler” umut vaat eden kadın yönetmen Alice Rohrwacher'ın ikinci uzun metrajlı filmi… Taşra hayatında yaşananları konu alan “Mucizeler”, kozmopolit bir şehirde yaşamak isteyen Galsomina’nın, taşra yaşamından kopuşunu ustalıkla perdeye yansıtıyor. Geleneksel tarımcılık ile kazanç sağlamaya çalışan ataerkil bir aileyi konu alan filmin medya eleştirisiyle iç içe anlatılıyor oluşu da cabası… Ataerkil düzen altında ezilen kadınların, ilkelleşerek taşradan uzaklaşmalarıadına yapmış oldukları mücadeleyi hikâyelendirenRohrwacher, “El Espíritu De LaColmena” (Arı Kovanının Ruhu,1973) filmine selam yolluyor. Tekniğini ve sinemasal mantığını “Arı Kovanının Ruhu”ndan alan Rohrwacher, ‘minimalizm’ ile ‘purecinema’ tekniğini birleştirip, ikisinin ortaklığından doğan bir film elde ediyor. Hatırlarsanız “Arı Kovanının Ruhu” filminde de baba arılarla uğraşıyordu. Tabi oradaki arılar sembolikti. Buradaki arılar ise ailenin geçim kaynağı…

        İki film arasındaki en büyük benzerlik,karakterlerin içinde bulundukları ortamdan mutlu olmayışlarıdır. Bunu bir şekilde değiştirmek isterler. Karakterler hem tutunacak dal bulmak, hem de kaçmak için yol ararlar, peki bu yol onların hayatlarına etki edecek midir? Kısmın evet, kısmen hayır…1.85: 1 formatında ortaya konan film, karakterlerin varoluşsal nedenlerini enine boyuna işliyor ve evrim geçirmeleri adına onlara patika açıyor. Kim olduklarını sorgulayan karakterler, taşra hayatını seven bir babanın otoritesine başkaldırmaya çalışıyorlar. Sert ve esnemeye müsait olmayan ‘Baba’ karakterini, imgesel tekniklerle şekillendiren film, taşraya bağlı bir babanın çocuklarını başka emeller için kullanıyor oluşunu bazı örneklemlerle ortaya koyuyor. Öte yandan, İtalya’nın değişen ve mahvolan doğasını nedeniyle öfke krizlerine giren baba, çevresini hiçe sayıp her şeyi boşvererek sadece kendi fikirlerine odaklanıyor ve böylece olan oluyor. “Keskin sirke küpüne” zarar misali…

        SERTLİĞİN BÖYLESİ…

        Kızlarının fiziksel sağlığını düşünmeyen egoist baba, ekonomik sıkıntılardan kurtulmak için çocuklarını çalıştırıyor. Bu çocuklar daha o kadar körpe ki, bedenleri bile çalışmaya elverişli değil (!) Bir baba bunu nasıl düşünmez, aklımız almıyor. Bu durumdan kötü etkilenen çocuklar çareyi, başka yerde arıyorlar. Nerede mi arıyorlar? Hayallerde… Tabi burada görmemiz gereken çok önemli bir unsur var: Baba, en büyük kızı olan Galsomina’yıöyle bir zorluyor ki, Galsomina ne yaparsa yapsın babasına yaranamıyor. Babanın sankiGalsomina’yatakıntılı bir tarafı var. Yoksa bir baba neden, diğer evlatlarını hiçe sayarak, en büyük kızına bu şekilde davransın ki? Galsomina gel, Galsomina git diye sürekli emir yağdırıyor baba… Kızının psikolojisini bir nebze olsun düşünmüyor. Babanın kafasından geçirdiği şey şu: “nasıl ben eve ekmek getiriyorsam kızım/kızlarım da bana yardımcı olmalı” Zaten hatayı burada yapıyor. Sayın baba efendi, kimseyi zorla çalıştıramayız, bunu bilmiyor muydun? Bilse yapmazdı ki… Başka bir açıdan yaklaşalım bu yazdıklarımıza… Hayatını belli bir rutine oturtmuş, düz düşünen, şehir hayatı hakkında bilgisi olmayan, elindekiyle yetinen, yeniliklere kapalı bir babanın bu şekilde hareket olması çok normal, zaten aksi düşünülemezdi. Yetiştiriliş biçimi, bir insanın özünü ortaya koyan en önemli kaynaktır. Yetiştiriliş biçimine göre karakter tahlili yapan film, “çocuğunuzu özgür bırakın ve sıkmayın” mesajını veriyor. Hatta bu mesaj doğrultusunda, hikâye çok farklı alanlara doğru uzanıyor. Filmin bize aktarmak istediği düşünce, çocuklarımızınfikirlerine kulak vermemiz veçocuklarımıza saygılı olmamız gerektiği yönünde…

        GALSOMİNA’NIN IZDIRABI…

        Şimdi de bunu Galsomina’nın bakış açısına göre değerlendirelim. Galsomina bu yaşadıklarından ötürü bazen öfkeli, bazen de içine kapanık oluyor, ama içinde hep ortaya çıkarmak istediği farklı bir Galsomina var. O Galsomina ortaya çıktığı zaman, Galsomina’nın hayal ettiği şeylere tanık oluyoruz. Gerçek ile hayallerin birbirine karışıyor oluşu, Galsomina’yı perişan ediyor, dolayısıyla Galsomina da kendini akışa doğru bırakıyor. Üzerindeki yükü o şekilde hafifletiyor belki de… Psikolojik motifleri sahnelerin aralarına sıkıştıran yönetmen Rohrwacher, çocuklara yapılan baskının ve şiddetin büyük bir zulüm olduğundan dem vuruyor. İçsel şiddetin nedenlerini araştıran Rohrwacher, adaletli bir dünya yaratmak istiyor esasında, ama adalet bir türlü yerini bulamıyor. Filmi sanki çoklu windows penceresinden yansıtan Rohrwacher, dış çerçeveyi karakterlerin algılarına ve duygularına göre konumlandırıyor. Mekân ve hikâyeilişkisini iyi kullanan genç yönetmen, anne karakterini biraz arka plana itiyor sanki… Filmde anne karakterinin neredeyse hiç işlevi yok. Burada önemli olan baba ve kızları arasında geçen diyaloglar. Aile kavramını yakıp kül eden Rohrwacher, psikanalitik teorileri, ana hikâyenin merkezi haline getirerek, kadınların vahşi çarkın/sistemin altında eziliyor oluşlarını imgesel olarak aktarıyor. “Kurtlarla Dans Eden Kadınlar” romanındanesinlenen yönetmen, temsili erkek karakterini ‘kurt’ olarak tanımlıyor.

        AT GÖZLÜKLERİNİ ATIN (!)

        Kız çocukların serzenişlerine kulak verdiğimiz film, onların dünyasında cereyan eden olayların yansımalarını perdeye yaftalıyor. Kadın ve erkek arasındaki ayrımı, çocukların üzerinden anlatan film, ‘kapalı görüşlerin’ insan hayatında çok büyük bir sorun teşkil ettiğini bu şekilde ortaya koymuş oluyor. Eğer at gözlüğünüz varsa, hemen çıkarmalısınız diye ileti gönderen Rohrwacher, sanırız kendi çocukluğunu öykülendiriyor bize… Rohrwacher filmin içine öyle bir transfer olmuş ki, her şey çok gerçekçi duruyor. Bazen bu film değil, gerçeğin ta kendisi diyoruz. Yani o denli ruhumuza işliyor. Vurucu sahneleri estetik açıdan değerlendiren yönetmen, sanatsal nitelikli bir film yaptığını bir şekilde belli ediyor. Ama hiçbir şekilde bu bir sanat filmi demiyoruz, çünkü bizi derinden yaralayan olayları tüm çıplaklığıyla seyrediyoruz. Realist tavırlarıyla dikkat çeken Rohrwacher, cesaretiyle ve özgürlüğüyle, filmi bizseyircilerin kucağına doğru bırakıyor. Çekinmeden istediğini ortaya döken yönetmen, yüreğinden geçenleri sinema filmiyle göz önüne seriyor.

        Buraya kadar her şey çok olumlu ancak, yönetmen hakkında ufak bir eleştirimizi de aktarmadan geçmek istemiyoruz. Böyle bir filmde Monica Belluci gibi bir oyuncunun yer alıyor oluşu, doğrusunu söylemek gerekirse pek mantıklı gelmedi. Sanki daha çok izleyiciyi salonlara çekmek için yapılmış bir hileydi. Belluci filme renk verdi belki, ama birçok kişi Belluci’yi görmek için filme gidebilir. Bu büyük bir handikap… Hadi diyelim buna tamam dedik, peki Monica’nın rolü az olduğu için, geri plana itilmesine ne buyuruyorsunuz?Yine de olumsuz düşünmemek gerek, Belluci filme destek olmak için de oynamış olabilir, öyle değil mi?

        Çıkan sonuca göre; Cannes’da Büyük Ödül’ü kazanan film,aile kavramına göz kırpmamızı ve kendi doğrularımızın peşinden gitmemizi uygun buluyor. Siz siz olun kimseyi değiştirmeye zorlamayın (spoiler vermemek adına bahsini açmadım), bu kişi babanız bile olsa denemeyin, yoksa Galsomina’dan farkınız kalmaz. Herkesi olduğu gibi kabul edin ve yolunuza bakın. Filmin ülkemizde vizyona girip girmeyeceğine dair net bir bilgi yok. Filmi ‘Film Ekimi’ kapsamında seyretmeniz mümkün.

        Diğer Yazılar