Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şu son zamanda sizi şaşırtan kaç tane film oldu? Herhalde çok fazla değildir. Bu yılın yükselen isimlerinden biri olan ve “İkinci Kattan Şarkılar” filmiyle alamet-i farikasını, sıradışı bir sinema grameriyle ortaya koyan yönetmen Roy Andersson, gerçeküstücülüğün yeni tanımını yapıyor. Gerçeküstü ve absürd gibi, ön takılara ihtiyaç duyan yönetmen, tür kırması filmleriyle hem gerçekleri, hem de buzdağının öteki tarafını seyircilere gösteriyor ve şu soruyu yöneltiyor: “Filmlerimi anlamakta zorlanıyor musunuz?” Aslında zorlanmıyoruz, tam tersine üzerinde saatlerce düşünüyoruz, bunun sebebi de genel bakış açısıyla analiz edilemeyip, öznel ve hayal gücünü zorlayan fantastik bakış açısıyla analiz ediliyor oluşlarıdır.

        Film Ekim’inde (11-17 Ekim) gösterilecek olan “İnsanları Seyreden Güvercin” (A Pigeon Sat On A Branch Reflecting On Existence) Venedik Film Festival’inde ödülü kucakladı. Kucaklaması sürpriz olmadı doğrusunu söylemek gerekirse Roy Andersson tuhaf kareleri yakalayan çılgın bir yönetmen… Tarifi zor bir adam! Onu hangi kategoriye yerleştirsek acaba? Eminiz ki her izleyen farklı bir kategoriye yerleştirecektir. Geçen yıl Adana “Altın Koza Film Festival”inde hangi filme gitsem diye muhakeme yaparken isminden etkilendiğim “İkinci Kattan Şarkılar” filmini seyretmeye karar verdim. İzlediğim andan itibaren nutkum tutuldu, içimden dedim ki, bu nasıl garip bir filmdir, tüm gerçeküstü öğeler hızlıca dans ediyordu. Onların dansını kim durdurabilirdi ki? Filmin popüler olacağını daha o günden öngörmüştüm. Öngörülerinize güvenir misiniz diye soru soranlara cevap veriyorum: Evet! Onca filmin arasından, tuhaflıklar silsilesinin göz önüne serildiği “İkinci Kattan Şarkılar”ı, bu vesileyle izlemiş oluşum, beni Roy Andersson’a daha fazla bağladı. Artık kendisinden kopmam mümkün değil…

        ROY ANDERSSON OLMAK KOLAY DEĞİL

        Bunları neden mi anlattım? Çünkü Roy Andersson’ı derinlemesine masaya yatıracağız. Önce Roy Andersson’ın sinemasından bahsedelim. Mutlak bir kısırdöngü içinde boğulan karakterlere, yeni katmanlar ekleyen Andersson, akıldışı sinema diliyle izleyenlere soğuk duş etkisi yaratıyor. Müzikal motiflerle senaryoyu hareketlendiren yönetmen, gölgelerin içinden çıkan karakterleri, absürtlüğüyle sararken, olay örgüsünde meydana gelen ciddi çatışmaları belirli kurallar üzerine inşa ediyor. Her şey öyle karmaşık ki… Çizdiği absürt tablolarla, zekice tasarladığı hikayenin şeklini ‘soyut kavram’lar ve kara mizah ile oluşturarak/çizerek, entelektüel bakış açısını kendi anlatısal gerçekliğinin üzerine oturtuyor sanki… Nedir bu anlatısal gerçeklik? Yeni bir düzenin evrimleşmiş hali olabilir mi? Bakın bunu Andersson nasıl yorumluyor: "Benim filmlerim sinemanın çocukluk yıllarına, Charlie Chaplin ve Buster Keaton dönemine yakın duruyor. Şu farkla ki, bizim o alanda daha derin kazılar yapma imkânımız var." İkinci Kattan Şarkılar bu iddianın kalıba dökülmüş hali. Dolayısıyla filmin ruhuna nüfuz edebilmek için, sözgelimi Goya'nın "Kara Resimler"ine bakar gibi, dönüp dönüp ona yeniden bakmamız.”

        GEOMETRİK SANAT ESERLERİ GİBİ…

        Üst kültürün ve bazı sanat eserlerinin (özellikle ünlü ressamların portreleri) panoraması haline gelen hikâye yapısında, Andersson; o yapıdan hem ödünç bir şeyler alıp, hem de onunla savaşmak gibi zorlu bir işe girerek, elini sert taşın altına koyuyor. Seyircinin konforunu bozduğu aşikâr, ancak bunu kafa yormak için yaptığını da kesinlikle saklamıyor. Metaforların birbirleriyle olan ahengi sayesinde, kafasındakileri sentezleyerek ortaya döken yönetmen; film diliyle, biçimsel formla ve karakterlerin nidalarıyla, seyirciye odaklanıp, onu geometrik bir sanat eserine dönüşüyor. İçimizdeki ötekiye selam veren Andersson, karakterleri ideal benliğe kavuşturmak için, fantazilere gömülerek idealleştirdiği benlik haline erişme paradigmasını tecrübe etmemize olanak sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda kendi ideal formunun herkes tarafından kabul göreceğini ifade ediyor ve bu sayede içsel bir doyum yaşıyor. Andersson’ın tanıyanlar iyi bilirler, onun ideal benliği; çatırdayıp çöken bir binaya benzer…

        Metaforik felsefi açılımları destekleyen, argümanlar yerleştiren yönetmen, karakterlerin kendilerini dönüştürebilme özelliğini ve yetilerini çözümlemeye çalışarak, izleyende farklılık yaratmaya, izleyiciyi içinde bulunduğu sıradan dünyadan alıp sahne ile bütünleştirmeye çalışıyor. Kamerasını karekterlerin yaşadığı deneyimlere doğru yönelten yönetmen, o deneyimlerin alegorik açıklamalarını yaparak, onları birer absürt mizah mitine dönüştürüyor ve hikayenin muğlak akıbetini de çizmiş oluyor böylece… Duygularını tetikleyen şeyleri açık ederek, yaşadığı sanal dünya ve yaşadığımız dünya arasındaki sınırı çizen Andersson, karakterlerin travmalarını filmlerine öylece yaftalıyor ve o buhranlı travmalar zihnimiz içinde filizlenmiş oluyor.

        HERŞEY “İKİNCİ KATTAN GELEN ŞARKILAR” FİLMİ İLE BAŞLADI

        Toplumsal ekonominin, ölümün ve yaşamın hiyerarşisini oluşturan Andersson; psikolojik bunalımların belli bir zaman sonra insanın kimliğini ele geçirmek için oyun oynadığını ima ederek, karakterlerini oyuna doğru itiyor ki, savaşıp yılmasınlar diye… Karakterlerin dramatik personasını çıkartan yönetmen onları kelaynak kuşu gibi tüysüz bırakıyor, aslında bunu yapmasının belirli bir sebebi var: karakterler buluttan nem kaptıkları için onları kendi dünyalarının dışına doğru itekliyor. Bakınız: “İkinci Kattan Şarkılar” Filmin ismi gibi kendi de oldukça gizemli. “İkinci Kattan Şarkılar” ne anlatıyor dediğinizi duyar gibiyiz, aktaralım hemen. Aslında Andersson’ın ikinci kattan kastı; tamamıyla sembolik, zira bunu açıklamak biraz güç. İkinci katı öteki dünyanın basamağı olarak görebiliriz, ya da ikinci kat içimizdeki alt kimliklerin bir yansımasıdır belki de… Eğer ‘ikinci kattan şarkılar’ bizi ölüme çağıran bir uyarıysa, ölümle yaşam arasındaki ince çizgide akrobat misali yürüyen karakterlerin sonu hazin demektir! Kafamızda birçok imgelem oluşturmayı başaran yönetmenin kullandığı metot kesinlikle çok farklı, izlerken insanı dört koldan sarıyor ve kendi içinde bütünlük taşıyor yani anlatmak istediklerini sakince, didaktik ve yukarıdan bakmayan bir sinema üslubuyla filme yediriyor, yani bizi kendisine doğru çekiyor. Diğer bir deyişle; bizi filmin dışında bırakmıyor.

        Hayatları mahvolan insanların ortak noktası olan “İkinci Kattan Şarkılar”, stilize ortamıyla, karanlık olayları hikâyenin omurgasına yaslayarak, puslu görüntülerle, gri renginin zeminini oluşturuyor ve aniden donup kalıyoruz, çünkü yaşanılanların soğukluğunu üzerimizde hissediyoruz, onlar bize öyle bir yapışıyor ki, sahne aralarına konan mizahla dolu mizansenlere gülemiyoruz neredeyse…

        Genel itibariyle; bir sürü epizotik hikâyeyi iç içe geçiren Andersson’ın mükemmeli ve farklılığı yakalama azmi, filmlerin aurasını doğru yakalamasına yardımcı oluyor. Filmlerini belli bir sınıfa koyamadığımız bir yönetmen ile bu denli özdeşleşiyor oluşumuz, yönetmenin niyetini güzel bir şekilde ortaya koyuyor ve bu, oldukça manidar bir hal alıyor. Rotasını baştan belirleyen usta yönetmen, direksiyonu sağa sola doğru kırmadan, filmlerinin balansını koruyor ve gerçekleri ‘sert mizah’ yoluyla, ironik biçimde filmlerine akıtıyor.

        Filmlerinde ruhsal iklimi; kompozisyonun içine gömerek anlatan Andersson, uzun ve kasvetli planlarıyla hafızalarımıza kazınan görsel şekilleri, bazen tersine çeviriyor ki, bilinçaltımızda değişik bir simge oluşsun diye… Garip ve mistik olayların fışkırdığı çeşmenin, Andersson ile olan bağı, yalnızca hikâyelerin merkezini oluşturmakla kalmıyor; aynı zamanda da mantığın sınırlarını zorluyor. Ana akım sinemada Roy Andersson’ın şiarını meydana getiren unsurlar ise tüm bu anlatılanların özeti olabilir. Toprak kazıyor edasıyla filmi kurcalamamıza izin veren Andersson, filmlere konu olan sıradan hayatların ucunu açarak, sivrileştirmeye bayılıyor. Bunu yaparken asla aşırıya kaçmıyor, aşırıya kaçmış olsa bile hemen hikâyeyi toparlıyor. Andersson böyle bir adam işte!

        Özetle Andersson; sorunlu insan ilişkilerini, temele indirgemeden usta manevralarla filmin gövdesine oturtan, üstelik bunu baskı altında alarak kalarak değil, özgürce yapan nevi şahsına münhasır bir yönetmen… Uçlarda yaşamayı seven insanların, ortak düşüncelerini filmlerine döken yönetmen, gerçeküstü gerçekliğe yepyeni tatlar katıyor. İnsanı sürekli yeniliğe doğru iten Andersson, fütursuzca yapmak istediklerini sergiliyor ve görsel-işitsel iletişim kuruyor seyircisiyle…

        Diğer Yazılar