Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MUHTEREM okuyucularım...

        Stephen Hawking ve Kevin Burke’ün ölümlerinin sebep olduğu iki anma yazısıyla ara verdiğim bilimin gelişmesi serisine bugün bilimde tekdüzecilik görüşünün gelişmesini anlatarak devam etmek istiyorum. Fransızların büyük klasikçisi ve ben Collège de France’ta hocalık yaparken meslektaşım olan sevgili dostum merhum Jean- Pierre Vernant (1914-2007), dün olan doğal olaylarla bugün olan olaylar arasında temelde herhangi bir fark olmadığının MÖ 6. yüzyılda eski Yunanlılar tarafından keşfinin, bilimin ortaya çıkmasındaki en önemli etken olduğunu yazmıştır. Bu görüşün en önemli sonuçlarından biri, Darwin ve Wallace’a dünyamızın geçmişinin çok, ama çok uzun olduğunu göstererek yaşamın evriminin doğal seçme yoluyla olabileceği fikrinin imkânsız olmadığını göstermiş olmasıdır.

        MEKÂNSAL VE ZAMANSAL TEKDÜZELİK

        En bilgin Romalı diye bilinen Marcus Terentius Varro (MÖ 116-27) Latin dili hakkında yazdığı önemli eserinde, doğanın tekdüzeli davranışına dikkat çekmiştir. Nasıl ki bir buğday ektiğimiz zaman, buğday çıkacağını bekliyorsak veya zeytin ektiğimiz zaman zeytin ağacı olacağına eminsek, kafası kopmuş bir at veya inek gördüğümüz zaman da bu leşlerin ata ve ineğe ait olduğuna emin oluruz. Böyle bir durumda kimse, “Aa, bakın kafası olmayan yeni bir at türü veya yeni bir inek türü” demez. Bunun nedeni tabiatın tekdüzeliliği, yani uluslararası bilimsel terminolojide üniform davranmasıdır. Tekdüzeliliğe de “üniformitariyanizm” denir.

        SIR CHARLES LYELL VE JEOLOJİDE TEKDÜZELİK İLKESİ

        Dünyanın geçmişinde olan olaylar ile bugün olan olayların temelde bir farklılıklarının olmadığı bilhassa Sokrat öncesi Yunan doğa bilimcilerince biliniyordu, ancak bu önemli bilgi mucizelere inanan dinler nedeniyle daha sonra unutuldu. 18. yüzyılın sonunda İskoçya’da James Hutton (1726-1797) geçmişte olan doğal olayların bugün olan olaylara benzediğini bizlere tekrar hatırlattı. Ancak bu görüşü jeologlara geniş ölçüde kabul ettiren, Hutton’un memleketlisi Sir Charles Lyell’dir (1797-1875). Lyell bir aristokrattı ve ailesi tarafından Oxford Üniversitesi’ne hukuk okuması için gönderilmişti. Ama orada jeoloji profesörü William Buckland’ın (1784-1856) derslerine girmesi yaşamının akışını değiştirdi ve Lyell jeolog olmaya karar verdi. Lyell’in jeolog olmaya karar verdiği yıllarda jeolojideki egemen görüş, geçmişte bugün artık görmediğimiz çapta büyük afetlerin olduğu ve bugün gördüğümüz dağların, vadilerin hep bu tür felaketler neticesinde oluştuğu idi. Cuvier gibi büyük paleontologlar, eskiden yaşamış hayvan ve bitki türlerinin nesillerinin kaybolmuş olmasını bu tür yıkımların sonucu sanıyorlardı. Lyell’in hocası ve aynı zamanda bir Anglikan papazı olan William Buckland da başlangıçta aynı fikirdeydi.

        ORTA FRANSA’DAKİ VOLKANLAR VE GEORGE POULETT-SCROPE

        Avrupa’nın en güzel volkanik alanlarından biri Orta Fransa’da, Massif Central içerisinde, Clermont-Ferrand şehri yakınındaki Puy de Dôme civarındaki alandır. Bizim Kula’ya pek benzeyen bu bölgede 1820’li yılların başında İngiliz jeolog, iktisatçı ve parlamento üyesi George Poulett-Scrope (1797- 1876) jeolojik arazi çalışmaları yapıyordu. Poulett-Scrope burada art arda pek çok volkan püskürmesinin olduğunu ve bu volkanlardan akan lavların daha sonra derelerle aşındırılarak vadiler oluşturduğunu gördü. Daha sonraki volkan püskürmelerinden çıkan lavlar bu vadileri kısmen doldurmuş, bunlar da sonra gene akarsularla aşındırılarak yeni vadiler oluşturmuştu.

        Poulett-Scrope bu volkanları ve dereleri bugünkülerle karşılaştırarak, burada görülen yer şekillerinin oluşması için milyonlarca yıllık zaman sürelerine ihtiyaç olduğunu gördü ve bu konuda 1827 yılında bugün artık jeolojinin klasikleri arasında girmiş olan bir kitap yazdı. Bu kitap Lyell’i çok etkilemişti. Hemen oturup İngilizlerin meşhur eleştiri dergisi Quarterly Journal’da uzun bir tanıtım yazısı kaleme aldı. Bu yazısında Lyell dünyanın geçmişinde olan olayları açıklamak için afetlere gerek olmadığını, dünyamızın yüzeyinde bugün gördüğümüz süreçlerin, geçmişte meydana gelmiş olan olayları açıklamaya yeteceğini, dünyanın geçmişinin felaketlerle noktalanan bir zaman süreci değil, tekdüze cereyan etmiş bir tarih olduğunu iddia etti.

        JEOLOJİNİN İLKELERİ

        Yazdığı tanıtım yazısından sonra Lyell derhal kolları sıvayarak yeni görüşlerini onları destekleyecek verilerle birlikte topluma anlatacak bir kitap yazmaya koyuldu. “Principles of Geology” (Jeolojinin İlkeleri) adı altında 3 cilt olarak 1830-1833 yılları arasında yayımlanmış olan bu abidevi eser bugün jeoloji biliminin en büyük temel taşlarından birini oluşturur. Henüz 33 yaşındaki yazar eserinde önce jeoloji biliminin tarihçesini gözden geçirerek mitolojilerin ve dinlerin popüler yaptığı mucize fikirlerinin ve kısmen bunlardan türemiş olan afetçi görüşün tabiatı anlamamıza verdiği zararları belgeledi, sonra da iklimden başlayarak tüm jeolojik olayları tek tek elden geçirip bunların hiçbirinin açıklanması için mucizelere, afetlere gerek olmadığını gösterdi.

        Lyell özellikle denizlerde, akarsu ve göllerdeki çökelme olaylarına bakarak bunların ürünlerini bugün bizlerin katmanlı çökel kayaları olarak gördüğümüzü, volkanların geçmişte de bugünkülerin sıklığında patlayarak volkanik alanları oluşturduklarını, dağların depremlerle bir seferde değil, binlerce yükselme olayının birleşmesi sonucu oluştuğunu anlattı. Göller gibi durgun sulardaki çökelme hızlarından çevremizde gördüğümüz katmanlı kayaç istiflerinin birikebilmesi için milyonlarca yılın geçmesi gerektiği hesaplandı. Lyell’in kitabının belki de tüm bilim açısından en önemli çıkarımı, dünyamızın (ve onunla birlikte tüm evrenin) yaşının çok, ama çok fazla olması gerektiğiydi. Din kitaplarında belirtildiği gibi binlerce yıl değil, bazı eski doğa bilimcilerinin sandığı gibi on binlerce yıl değil, milyonlarca yıl gerekiyordu.

        ***********

        ÇOK UZUN JEOLOJİK ZAMAN VE BUNUN ÖĞRETTİKLERİ

        JEOLOJIK zaman bu kadar uzun olabilince, canlıların çeşitliliğini açıklamak için her birini ayrı ayrı yaratmaya gerek kalmıyordu. Lyell’den önce de Lamarck gibi doğa bilimciler, dünyamızın geçmişinin afetlerle noktalanan değil, tekdüze gelişen bir süreç olduğunu iddia etmiş, bu geçmiş içinde de yaşamın yavaş yavaş gelişerek pek az türden pek çok türün değişim yoluyla oluşabileceğini öne sürmüştü. Ancak Lamarck ve Geoffroy Saint-Hilaire gibi taraftarlarının jeolojileri sağlam değildi. Uzun zamanı ispat edebilmek için jeolojik olayları çok iyi anlamak gerekiyordu. İşte bunu ilk defa becermiş olmak Sir Charles Lyell’in büyük başarısıdır.

        LYELL’E İTİRAZLAR

        Lyell’e gelen itirazlar iki türdü: Bir grup itiraz din kökenli kişilerden geliyordu ki jeologlar bilimsel olmayan bu çıkışları ciddiye almamayı daha 18. yüzyılda öğrenmişlerdi. İkinci grup itirazlar ise önemliydi, zira şöhretli jeologlardan kaynaklanıyordu. Bunların en önemlisi Fransızların büyük jeoloğu Léonce Élie de Beaumont’dan (1798-1874) gelmişti. Élie de Beaumont dağ kuşaklarında iki tür katman istifi olduğunu iddia ediyordu. Bir grup dikilmiş, diğeri ise bu dikilmişlerin üzerine yatay olarak çökelmiş halde bulunan katmanlar. Bu ikisinin arasındaki yüzeye “uyumsuzluk” (diskordans) deniyordu.

        Élie de Beaumont dağ yükseliminin dikilmiş katmanların en genci ile onları örten yatay katmanların en yaşlısı arasında aniden olduğu görüşündeydi. Bu ani dağ oluşumlarının tüm dünyada aynı anda olduklarını iddia ediyor, bunların Cuvier’nin bahsettiği evrensel afetleri temsil ettiğini söylüyordu. Lyell ise Élie de Beaumont’un jeolojik zaman ile bu zaman içinde çökelmiş kayaçları birbiriyle karıştırdığını iddia ederek cevap verdi. Evet dağ oluşumu dikilmiş katmanların en genci ile onları örten yatay katmanların en yaşlısı arasında olmuştu, ama o katmanların çökelmeleri için geçen zaman çok uzundu. Buna ani demek, Lyell’e göre lisanı kötüye kullanmaktı.

        Lyell, Élie de Beaumont ve benzeri itirazcılarla yıllarca mücadele etmek zorunda kalmıştır, ama 19. yüzyılın ilk yarısı biterken, jeolojide artık Lyell’in dedikleri genel kabul görmüştü. Bugün de ışıklarını bize milyonlarca, milyarlarca yıl öncesinden gönderen yıldızlara baktığımızda evrenin kurallarının bu sürelerde değişmediğini, gelişimin gerçekten de Lyell’in savunduğu gibi tekdüze olduğunu görüyoruz. Buna bulunan hoş bir ifade tarzı da şu olmuştur: “Günümüz geçmişin anahtarıdır.” Bu sözlerde dile gelen görüşe de aynı zamanda “güncelcilik” (“aktüalizm”) denmektedir.

        İşte Darwin’i ve Wallace’ı doğal seçmeyi evrime temel yapma konusunda cesaretlendiren Lyell’in jeolojik çalışmaları olmuştur. Darwin “Origin of Species” (Türlerin Kökeni) adlı meşhur eserinde “Lyell’i okuyup orada yazılanlara inanmayanlar, hemen bu kitabı kapatabilirler” dememiş miydi?

        ***********

        AVRUPA’NIN VOLKANOLOJİ MERKEZİ: VULCANIA

        EĞER yolunuz Clermont-Ferrand’a düşerse muhakkak volkan tematik parkı Vulcania’yı geziniz. Pritzker ödüllü büyük Avusturyalı mimar Hans Hollein tarafından volkanologların kılavuzluğunda düzenlenmiş olan bu parkta volkanizma hakkında çok şey öğrenmeniz mümkündür. Bilhassa çocukların çok hoşuna gidecek olan Vulcania, George Poulett-Scrope’un çalıştığı alanların ortasında Clermont-Ferrand’ın 15 kilometre kadar kuzeyinde yer alır.

        Adres: Route de Mazayes, Saint-Ours-Les-Roches-Fransa

        Biletler internet üzerinden alınabilir: https://billetterie.vulcania. com/fr-FR/choisir-une-famille

        Diğer Yazılar