Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son yıllarda, Yüce Atamız’ın “Arkadaşlar, efendiler ve ey millet... Biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, şıhlar, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz...” görüş ve uyarısına rağmen, son yıllarda tersi oldu. Bu tipler, ve müritleri, akıl almaz fetvalarıyla, bu ülkenin yüz yıllarda oturmuş ahlak ve din düzenini kökünden sarsacak görüşler açıklamaya devam ederken, savcılarımız maalesef, bu aleni işlenmiş suçla ilgilenmiyorlar.

        Bir de, mantık yoksunu bir söylem daha var: Biz, Osmanlıyız... Peki biz kimiz? Mustafa Kemal kim?

        Onun askerleriyiz diyenler kim?

        Bir defa; Mustafa Kemal, Osmanlı’nın en şerefli subaylarından biriydi. Hakim güçlerin, O’nu, yükselme alanı İstanbul’dan uzak tutmak için oradan oraya koşturmalarına rağmen, en küçük itirazda bile bulunmadığı bilinir. Ama sonuç olarak onu uzakta tutanlar gurbette, Mustafa Kemal milletinin kalbinde yaşıyor.

        Burada onlara seslenebilirim; “Bizler de hem Osmanlı torunlarıyız, hem de Mustafa Kemal’in askerleri... Osmanlı bizim de geçmişimiz, bizim de atamız...

        *

        Osmanlı demişken, son haftalarda ilginç bir Osmanlı tarihi kitabı okuyorum... 18. yüzyılın en popüler isimlerinden Dimitri Kantemir, tarihi olaylara kendi mantığını da katıyor.

        O tarih kitabının sayfalardan, Kanuni Sultan Süleyman devrinden bir alıntı;

        İstanbul’daki Türkler arasında çok bilgin olup, yasalar ve daha başka ilimlerde çok yetkili birisi vardı. Bu, salt medreselerde değil, fakat camilerde de vaaz vererek halkı alenen, Hristiyan akidelerinin, İslamınkilerden daha sağlam olduğuna inandırmaya çalışıyordu.

        Bu kadar akıllı bir insanın bu beklenmedik kanaati karşısında meslektaşları olan kanun adamları ve halk tabakası kendisinden uzaklaşırlar. İnançlarını yaymaması için boş yere kendisini uyarırlar. Fakat sonunda yakalayıp müftünün huzuruna çıkarırlar. Burada da evvelce halka naklettiklerini yine açık ve seçik söylemekle kalmaz, İncil’in Kuran’a karşı üstünlüğünü kanıtlamaya çalışır.

        Müftü, bu inançlarından vazgeçmesini ve bu kadar utanç verici bir kanunsuzlukla kutsal hayatı lekelememesi için dikkatini bir kez daha çeker. Her şeye rağmen padişahın emriyle başı vurulur.

        Ardından da, İsevi akidesinin, Hz. Muhammed’inkine tercihi, ileride tartışmaya dahi cüret edeceklerin aynı cezaya çarptırılacaklarını bildiren bir ferman yayınlanır. Hepinize mutlu pazarlar....

        Diğer Yazılar