Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Patrick Ness’in kendi romanından sinemaya uyarladığı, J.A. Bayona’nın yönettiği “Canavarın Çağrısı” (A Monster Calls), hayatın tatsız gerçekleriyle erken yaşta yüzleşmek zorunda kalan bir çocuğun hikâyesini anlatıyor

        “Canavarın Çağrısı” (A Monster Calls) bildiğimiz anlamda bir canavar ya da dev öyküsü değil ama bu tür filmlerin temel özelliklerini taşıyor. Porsuk ağacının canavara dönüştüğü ve pencereden uzanıp Connor’ı (Lewis MacDougall) avcunun içine aldığı sahne mesela... Sonuçta, filmin yıldızı dev bir canavar. Hikâye ise 12 yaşında bir çocuğun acıları üzerine... Connor’ın annesi (Felicity Jones) kanserle mücadele eder. Babası (Toby Kebbell) başka bir ülkede yaşar. Anneannesiyle (Sigourney Weaver) arası iyi değildir ve okulda başı zorbalarla beladadır... Sürekli gördüğü kâbusta yer sarsılır, kilise yıkılır ve Connor annesini ölümden kurtarmak için çabalar. Kuşkusuz, korkularıyla ilgili simgesel bir rüyadır bu. İnandığı her şeyin çökmesinden endişe eder. Penceresinden gördüğü porsuk ağacının canavara dönüşmesi başlangıçta onun için ürkütücüdür. Yönetmen J.A. Bayona bu sahneleri korku gerilim üslubunda çeker zaten. Biz de Connor’la birlikte kendimizi fantastik bir dünyada buluruz; ama Connor’a özel, sadece ona görünen bir canavar olduğunu anlamakta gecikmeyiz. Kâbuslardan çıkıp gelen dev, bir süre sonra Connor’a hikâyeleriyle rehberlik etmeye başlar. Acılarla nasıl baş edeceğine dair ipuçları verir. Bir bilge değildir; Connor’ın hayallerinin ve bilinçdışının ürünüdür. Bu yüzden, her zaman doğru şeyleri önermez. Aynı zamanda, Connor’ın vicdanını ve sağduyusunu da temsil eder. Devin anlattığı her hikâye, Connor’ın duyguları ve derinlerdeki düşünceleriyle yüzleşmesini sağlar. Asıl önemli olan ise Connor’ın anlatması gereken kendi hikâyesi ya da vicdanını rahatsız eden gerçeklerin ortaya çıkacağı o son hesaplaşmadır.

        MÜTEVAZI AMA DERİN BİR FİLM

        “Canavarın Çağrısı” iddialı bir olgunlaşma ya da büyüme öyküsünden ziyade, bir çocuğun hayatı anlamasına odaklanıyor. Çocukken değiştiremeyeceğimiz gerçeklerle yüzleştiğimiz anlar vardır... Ve bir gün hepimiz, bizi düşüncelerimizin değil eylemlerimizin belirlediğini keşfederiz. “Canavarın Çağrısı” işte bunlarla ilgili, mütevazı ama derin bir film. Hüzünlü de olsa hayat sevgisi taşıyan bir yanı var. Binlerce yıl yaşayabilen porsuk ağacı belli ki doğanın gücünü ve hayat enerjisini temsil ediyor... Romanın yazarı Patrick Ness, Semih Kaplanoğlu’nun “Bal”ını seyretti mi bilmiyorum ama bir çocuğun ağacın altında uyuduğu o sahne, her iki filmde de aşağı yukarı aynı anlama geliyor. Bazı çocuklar büyük acılar karşısında sığınılacak daha büyük ve ruhani bir liman arıyor.

        DRAMATİK SAHNELER DE ÇOK İYİ

        Yönetmen Bayona, Connor’ın iç dünyasını fantastik bir görselliğe aktarırken duyarlı bir anlatım yakalıyor. Sadece canavarlı sahnelerde değil, dram sahnelerinde de çok iyi. Anneyi ilk gördüğümüz plan mesela. Felicity Jones burada anneden ziyade şefkat duyduğumuz bir çocuk gibi resmediliyor. Son olarak, dev canavarın, Liam Neeson’un katkısıyla güçlü bir karaktere dönüştüğünü ve Patrick Ness’in kendi romanından yaptığı uyarlamanın filmin başarısında önemli bir katkısı olduğunu da belirtelim.

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar