Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başrolünde Tom Cruise’un oynadığı, Christopher McQuarrie’nin yazıp yönettiği, dünyayla aynı anda Türkiye'de de gösterime giren ‘Mission: Impossible – Yansımalar’ (Mission: Impossible – Fallout) serinin en iyi filmlerinden biri

        “Mission: Impossible – Yansımalar”dan bir tür “aksiyon sarhoşluğu”yla çıkıyor insan… Aslına bakarsanız, hız ve ritm, bugün artık birçok filmde var. Hem de bazen abartılı biçimde... Özel efekt, hızlı kurgu ve gösteriş, çağdaş aksiyon sinemasında neredeyse standart haline gelmiş durumda. Ama bu filmdeki gibi bir sinema duygusu her zaman karşınıza çıkmıyor. Biteviye şekilde ilerleyen ruhsuz aksiyon sahneleri, çoğu filmde uykunuzu getirirken; “Yansımalar”da aksiyon katıksız bir sinema lezzetine dönüşüyor.

        Öte yandan, aksiyonun gerçekten de bir tür “sarhoşluk” etkisi yarattığı kesin. Her sahne kendi duygusu ve yarattığı gerçekliği öylesine güçlü bir şekilde dayatıyor ki “sıkı bir aksiyondan çıkmış seyirci kafası”ndan hemen sıyrılıp film üzerine düşünmeye başlamak pek kolay değil. Öyle ki, salondan çıktığımda ilk sahneyi hatırlamakta zorluk çektim.

        İlk sahne deyince aklıma, Berlin’de geçen, Soğuk Savaş dönemi casusluk filmlerini hatırlatan o karanlık sahne geldi önce; çünkü hikâyenin temeli tam da orada atılıyor… Ethan Hunt (Tom Cruise), arkadaşı Luther’in (Ving Rhames) hayatını kurtarmak isterken nükleer bomba yapımında kullanılacak plütonyumları teröristlere kaptırıyor. Bir yanda sevdiğiniz kişi, diğer yanda milyonlarca insanın hayatı! Gerçekten zor seçim. Ama kesin olan tek şey, Hunt’ın plütonyumları kaptırmış olması. Film boyunca Hunt’ın yüzüne defalarca vuruluyor bu gerçek.

        KATI PROFESYONELLİK, DUYGUSALLIK VE ÖZVERİYE KARŞI

        Hunt ve ekibinin bağlı bulunduğu IMF (Impossible Mission Force) Başkanı (Alec Baldwin), dünyayı kurtarmak için tek kişinin hayatını önemseyen birine güvenirim derken, CIA yöneticisi Sloan (Angela Bassett) “Ajanın görevi başka bir ajanın hayatını değil, dünyayı kurtarmaktır” diyerek Hunt’a güvenmiyor ve yanına onu kontrol etmesi için soğukkanlı tetikçi Walker’ı (Henry Cavill) veriyor. Hunt, film boyunca birkaç kez daha masum insanların ya da sevdiklerinin hayatıyla üstlendiği görev arasında kalıyor. Sadece o değil, diğer karakterler de benzer seçimlerle yüzleşiyorlar. Çünkü hikâyenin üstüne inşa edildiği fikir tam da bu çelişkide yatıyor. Bir yanda CIA’in istediği duygusuz, katı profesyonellik, diğer yanda Hunt’ın temsil ettiği duygusallık ve özveri duruyor…

        Öte yandan, istihbarat örgütleriyle kötü adamlar, masum insanların hayatına önem vermeme noktasında buluşuyorlar aslında... Zaten aralarındaki geçişken ve çapraşık ilişkiler birkaç kez vurgulanyor. Hunt, sadece kötülerle değil masum insanların hayatını önemsemeyen zihniyetle savaşıyor. Paris’te bir anda olayın ortasına düşen çaresiz polisin yer aldığı sahne bu açıdan anahtar niteliği taşıyor… Yönetmen Christopher McQuarrie orada dış aksiyonu durduruyor, sahneyi iç aksiyonun yükseldiği bir gerilim gibi çekiyor ve bütün bu karanlık oyunda insanları birbirinden ayıran tek şeyin merhamet duygusu olduğunun altını çiziyor. “Yansımalar”ın bir önceki “Rogue Nation”dan üstün yanlarından biri tam da burası... Bana sorarsanız, “Rogue Nation”, serinin en apolitik filmiydi. “Yansımalar” ise serinin ilk filmden beri sürüp giden temel fikrine yeniden dönüyor: Dünyayı gizli servisler, derin devlet operasyonları ya da karanlık güç stratejileri değil, Ethan Hunt gibi otoriteye karşı çıkmasını ve gerektiğinde bağımsız hareket etmesini bilen insanlar kurtarır... İşte bu yüzden, devlet otoritesine karşı bireyi savunan, politik bir alt metni vardır serinin.

        YALNIZ VE MUTSUZ BİR KAHRAMAN: ETHAN HUNT

        Hikâyeyi biraz daha derinlere götüren iki önemli sahne daha var filmde. İlki, ana hikâyeden bağımsız gibi durduğu için, filmden çıktığımda hatırlamakta zorlandığım açılıştaki o rüya sahnesi… Seride görmeye alışmadığımız bir görsel atmosferde geçen sahne, ilk başta Hunt’ın mutluluk hayalini yansıtır. Ama kısa sürede rüya kâbusa döner; Hunt’ın seri boyunca sürüp giden trajedisi bir kez daha vurgulanır. Mesleği nedeniyle bir kadının sevgisinden uzak kalmış yalnız bir adamdır Hunt. Uyandığında karanlık ve kasvetli bir evde tek başınadır... Ilsa Faust’la (Rebecca Ferguson) birbirlerine bütün kartlarını açtıkları sahne de önemlidir… İkisi karşılıklı John Le Carre romanlarındaki mutsuz ve yalnız casusları hatırlatırlar. Ömürleri boyunca gerçek anlamda ajanların karanlık dünyasından kurtulamayacaklarını bilirler. Aralarındaki duygusal bağ filme de romantik bir boyut katar.

        PARİS'TEKİ TAKİP SEKANSI MÜKEMMEL

        “Rogue Nation” Hunt’ı eski usul bir klasik Amerikan kahramanı haline getirmişti neredeyse... “Yansımalar” ise bir insanın sadece sevdikleri uğruna ve vicdanıyla gerçek bir kahraman olabileceğini vurguluyor.

        İşin aksiyon ve gerilim yanına baktığımızda da “Yansımalar” serinin diğer filmlerinin gerisinde kalmıyor. Fragmanları yayınlandığından beri merakla beklenen helikopter takibi çekimlerinin hayal kırıklığı yaratmayacak kadar iyi olduğu kesin. Dört sahneden oluşan ve filmin son bölümüne damgasını vuran çok uzun bir sekans bu… Özellikle iki helikopterin dağa düşmesiyle başlayan sahne, sıkı bir gerilim vaat ediyor. Ama Paris’te geçen ve peş peşe gelen o nefes kesici takip sahneleri öylesine iyi ki filmdeki diğer her şeyi biraz gölgede bırakıyor. Paris’in meydanları, caddeleri ve sokaklarıyla göz alıcı bir arka fon oluşturduğu müthiş bir aksiyon sekansı bu... Özellikle motosiklet takibi sahnesindeki çekimler mükemmel… Tom Cruise’un çekimler sırasında sağ bacağını sakatladığı Londra’daki atlamalı, koşmalı takip sahnesini de unutmayalım. Kısacası, “Yanılsamalar” serinin klasikleşmiş sahnelerine en az 3 tane daha ekliyor.

        Senaryoya da imza atan yönetmen Christopher McQuarrie, onca aksiyon ve gürültünün arasında inandırıcı karakterlerle geliyor karşımıza. Dublör kullanmayı sevmeyen Tom Cruise, aksiyon sahnelerindeki performansının yanı sıra dramatik sahnelerin de hakkını veriyor. Ving Rhames ve Simon Pegg, filmin mizah yanını ayakta tutarken, merhametsiz CIA ajanında Superman’den hatırladığımız Henry Cavill ve kötü adam Lane’de Sean Harris üstlerine düşen görevlerini yerine getiriyorlar. Serinin eski filmlerinden hatırladığımız Julia’da Michelle Monaghan hikâyeye duygusal bir dokunuş eklerken, Beyaz Dul’u canlandıran Vanessa Kirby ise kısa ama akılda kalıcı bir kompozisyon sergiliyor. Rebecca Ferguson’un da Ilsa Faust karakteriyle seriye katkılarının giderek arttığını belirtelim.

        2 saat 27 dakikalık süresini hissettirmeyen “Yansımalar”, bence 2018 yazının en iyi filmlerinden biri. Aksiyon severler kesinlikle kaçırmasım…

        Filmin notu: 7.5

        Diğer Yazılar