Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yaz aylarında gösterime giren deniz canavarı filmleri, afişi ve fragmanlarıyla seyircide bir beklenti oluşturur. Hikâye ne olursa olsun, seyirci için film, öncelikle o beklentiyle ilgilidir... “Jaws” filminin o meşhur afişini hatırlayın. Genç kadın, köpekbalığının birkaç metre üstünde yüzerken canavara yem olacağının farkında değildir. Köpekbalığının çenesinin büyüklüğü ve sivri dişleri karşısında savunmasızdır...

        Afişlerinde benzer bir fikri kullanan “Meg: Derinlerdeki Dehşet”in (The Meg), hikâyesi ve ana fikri belki çok farklı ama “Jaws” ile birebir aynı beklenti üzerine kurulu. Her şey devasa bir çenenin yarattığı tehdit duygusuyla ilgili... “Jaws”, etkileyici çekimleri, müziği, öyküsü, karakterleri, alt metinleriyle bugün artık modern bir klasik olarak anılıyor. “Meg” ise büyük ihtimalle hafızalarda sadece sıradan bir yaz filmi olarak kalacak çünkü “çenesi” çok güçlü olsa da, öyküsü zayıf. Buna karşılık, seyirciye verdiği sözü tutan, vaatlerini yerine getiren bir yaz filmi olduğu söylenebilir. “Meg”deki çene, “Jaws”taki “büyük beyazı” geride bırakacak kadar büyük ve fazlasıyla tehdit edici. Dişler için de aynısı geçerli... Zaten filmin birçok sahnesi Meg'in gücü ve marifetleriyle ilgili.

        Filmin gizli yıldızı olan ve kısaca Meg olarak anılan “megalodon”, iki milyon yıl önce neslinin tükendiğine inanılan dev bir köpekbalığı. Batılı bir sermayedar tarafından desteklenen bir grup bilim insanının okyanusun daha önce keşfedilmemiş derinliklerinde yaptığı çalışmalar sırasında ortaya çıkıyor. “Termoklin” diye adlandırılan yüzeyde açılan bir geçit sayesinde, yaşadığı bölgeden çıkıp beslenmeye başlıyor...

        Canavar filmlerinin kalitesi biraz da canavarın kişilik özellikleriyle ilgilidir aslında. Ne var ki, Meg sadece büyük bir köpekbalığı... Işığa, harekete karşı duyarlı ve tek amacı daha çok insan yemek... Ama derisi, kuyruğu, gözleri ve gövdesiyle iyi tasarlandığı kesin.

        Steve Alten'in romanından uyarlanan film, üç ana bölümden oluşuyor. İlk bölüm, Meg'in yaşadığı derin bölgede yapılan bir kurtarma çalışmasını anlatıyor. İkinci bölümde, açık denizde Meg'i avlamaya çalışıyorlar. Son bölümde ise Meg, Çin plajlarına doğru harekete geçiyor... Her bölümün bir girişi ve finali var. Dolayısıyla, özellikle bölüm sonlarının ardından temponun düşmesi filmin aleyhine işliyor.

        Filmin en zayıf yanıysa, son derece klişe bir kahramanlık öyküsü anlatması. Jason Statham'ın canlandırdığı “deniz dibinden insan kurtarma” uzmanı Jonas Taylor, eski usul bir kahraman. Açılış sahnesinde izlediğimiz operasyonda iki yakın arkadaşını kurtaramaması nedeniyle suçlamalara maruz kalmış ve her şeyden uzaklaşmış durumda... Dolayısıyla, “Meg” biraz da “kahramanın dönüşü”nü anlatan bir film ama Jonas'ın kahramanlığı demode ve yer yer biraz komik... Çin’in sevilen kadın yıldızlarından Li Bingbing'in canlandırdığı Suyin'le Jonas arasındaki duygusal ilişki de fazlasıyla sıradan gelişiyor. Ama “Cehennem Melekleri” (The Expendables) serisinin gösterdiği gibi seyirci Jonas gibi mükemmel kahramanları hâlâ seviyor.

        Filmin güçlü yanı çekim kalitesi. Yönetmen Jon Turteltaub özel efektlerin desteğiyle Meg'in marifetlerini gösterme konusunda iyi iş çıkarıyor. Jason Statham'ın Meg'in önünde adeta oltanın ucuna takılmış yem gibi sürüklendiği sahnenin yanı sıra finale doğru denizdeki binlerce insanı yukarıdan gösteren hava çekimleri de akılda kalıcı. Ama Turteltaub denizaltında geçen ilk bölümde gerilim yaratma konusunda parlak bir iş çıkaramıyor. Bunun nedeni planları kısa tutması, ses bandı ve kurguya çok iş yüklemesi galiba... “Meg: Derinlerdeki Dehşet” belirli ölçülerde seyirci beklentilerini karşılayabilecek bir film. Meg hariç köpekbalıklarına karşı özel bir düşmanlık içermiyor oluşu ise artı puanlarından biri.

        Filmin notu: 5

        Diğer Yazılar