Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Jürisinde yer aldığım bazı festivaller nedeniyle geçtiğimiz aylarda birçok yerli filmi üst üste seyrettim. Kasaba, taşra ve erkek hikâyelerinin ağır bastığı filmlerdi... Anlatım, tema ve ruh olarak birçok ortak noktaları vardı. Sözgelimi, mizah duygusu yerine hüzün ağır basıyordu. Nedenleri farklı olsa da çoğunda bir “taşra sıkıntısı” vardı...

        Saraçoğlu, Eskişehir'de yaşayan alt orta sınıf bir ailenin gündelik dertlerle geçip giden hayatına çevirmişti kamerasını. Küçük bir matbaada çalışan Tufan (Serdar Orçin) dar gelirli bir aile babasıydı. Eşi Mukaddes (İpek Türktan Kaynak) ve küçük kızı Simge'yle yaşıyordu. Bir gece, karşı dairede tek başına yaşayan komşuları Huriye (Rüçhan Çalışkur) rahatsızlanınca onu hastaneye götürüyor, maddi manevi her konuda ellerinden geldiğince destek oluyor, hatta evlerini açıp onun bakımını dahi üstleniyorlardı... Ama olaylar eski Yeşilçam filmleri ya da mahalle dizilerindeki gibi gelişmiyor, ilk günlerden itibaren bazı pürüzler çıkmaya başlıyor ve sorunlar giderek büyüyordu.

        “Borç”, net düşünceler ve tezlerle karşımıza gelen filmlerden değil. Hepimizin başına gelebilecek gündelik, sıradan olayları derinlemesine ele almak, sorular sormak ve kafamızı karıştırmak isteyen filmlerden...

        Film, tek yanlı bir özveriyle iyi komşuluk ilişkilerini nereye kadar sürdürebileceğimizi sorgulamıyor sadece. Başka insanlara karşı gösterdiğimiz iyiliğin nedenlerini anlamaya çalışıyor; iyilik yaparken kafamızın bir köşesinde oluşan beklentileri kurcalıyor... Filmin sevdiğim yanlarından biri, her şeyi Huriye'nin nankörlüğü ya da marazi kişiliğiyle açıklamaya çalışmamasıydı... Sonuçta, herkesin kendi dertlerine gömüldüğü; geçim sıkıntıları ve ödenemeyen borçlar nedeniyle giderek bencilleştiği bir dünyada yaşıyoruz. Tufan ile Mukaddes'in bakış açısından Huriye kuşkusuz bencil, duyarsız biri olabilir. Duyarsızlık, aslında iyiliğin en büyük düşmanlarından biri değil midir? Öte yandan, Huriye'nin evladını karşılık beklemeden seven bir anne olduğunu unutmamak gerekiyor. Tufan, balkonunda beslediği sakat kargadan elbette hiçbir karşılık beklemiyor ama Huriye'den bekliyor...

        Film iyi komşuluk ilişkileri ya da mahalle dayanışmasının henüz tam olarak ölmediğini, en azından fikir ya da ahlaki bir ideal olarak yaşadığını ama uygulama açısından krizde olduğunu düşündürdü bana. Maddi sıkıntılar nedeniyle insanların doğru bildikleri değerlere sahip çıkması kolay değil. Sonuçta herkes öncelikle kendi ailesine bağlı...

        “Borç”, gündelik hayatta benzerleriyle sık karşılaştığımız, dışarıdan basit görünen bir olayı ele alıyor. Sinema sanatının genellikle küçümsediği gündelik öykülerdir bunlar. Sinemanın daha cazip, daha çarpıcı, heyecan verici ve renkli konularla ilgilenmesi beklenir. Açıkçası seyirci de genelde yüz vermez böyle filmlere... Ama Zeki Demirkubuz ve Asghar Farhadi'nin filmlerinde de gördüğümüz gibi, insan doğasının karmaşasını, hayatın tuhaflıklarını anlamanın en iyi yolu bazen gündelik gerçeklerin içinde karşımıza çıkan bu tür duygusal çıkmazları gözlemlemektir. Kaldı ki, filmin kendine özgü bir cazibesi olduğunu da düşünüyorum.

        Saraçoğlu bir sonuca varmıyor ama zihnimizi film boyunca aktif kılmayı başarıyor. Huriye'nin kayıtsızlığıyla Tufan ile Mukaddes'in içine düştüğü açmazın ince bir mizah duygusuyla anlatılmasını sevdim... Saraçoğlu'nun yönetmen olarak karakterlere ve hikâyeye odaklanan sade anlatımını işlevsel ve anlamlı buldum. Son olarak, Serdar Orçin, İpek Türktan Kaynak ve Rüçhan Çalışkur'un oyunculuklarıyla filme önemli bir katkı yaptıklarını söylemem gerekiyor.

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar