Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        M. Night Shyamalan'ın yazıp yönettiği “Parçalanmış” (Split) 2017'de, “Ölümsüz” (Unbreakable) ise 2001'de gösterime girmişti. “Glass” her ikisini de yeniden hatırlamanız gereken bir devam filmi... Ne var ki, ilk iki filmi seyretmeyenlerin olup bitenleri tam olarak kavraması galiba pek mümkün değil... Çünkü film, üç ana karakteri tanıtmakla hiç zaman kaybetmiyor. Her şeyi çok iyi hatırladığımız varsayımıyla, herhangi bir televizyon dizisinin üçüncü bölümü gibi başlıyor.

        Özellikle “Ölümsüz”ü ve sürpriz finalini unutanların işinin zor olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, o filmi unutan okurlar için biraz hatırlatma yapmakta fayda var...

        Cam gibi çok kolay kırılan kemiklere sahip Elijah Price (Samuel L. Jackson), süper kahramanları anlatan resimli romanlarla büyür. Süper güçleri yoktur ama çok zeki biridir. İlk filmin şok edici finalinde, yüzlerce masum insanın ölümüyle sonuçlanan büyük “kazalar” tasarladığını öğreniriz. Asıl amacı süper güçlere sahip özel birini bulmaktır. Sonunda tren kazasından tek başına kurtulan David Dunn (Bruce Willis) ile amacına ulaşır... Dunn, dokunduğu insanların işlediği suçları, aniden zihninde beliren vizyonlar halinde görür. Aynı zamanda çok güçlüdür. Elijah, sonunda karşıtını bulmuştur. Kendisi çok zayıf ve kırılgandır, Dunn ise çok güçlü... Elijah insanları kitleler halinde öldürmekten kaçınmaz, Dunn insanları kurtarır.. Elijah, kötü adamdır, Dunn ise süper kahraman...

        İlk filmin finalinde çıkan yazılarda Elijah'ın bir hastaneye kapatıldığını öğreniriz. “Glass”, işte o hastanede geçiyor... David Dunn, “Parçalanmış”tan tanıdığımız 24 ayrı kişilikli Kevin Wendell Crumb'ı (James McAvoy) suçüstü yakalayarak genç kızların hayatını kurtarıyor. Devlet ise her ikisini birden yakalayıp Elijah'ın yattığı hastaneye kapatıyor. Gerçi David Dunn'ın neden bir suçlu ya da hasta olarak oraya kapatıldığını pek anlayamıyoruz ama “derin devlet, karanlık iş” kokuları aldığımız için durumu idare ediyoruz. Kaldı ki, üçüyle ilgili Doktor Ellie'nin (Sarah Paulson) yürüttüğü özel bir proje var. Doktor Ellie, üçünün de süper kahramanlık yanılsaması yaşadığını ve bunun beynin ön lobundaki bir sorundan kaynaklandığını öne sürüyor. Gerçi Elijah'ın zekâsı dışında süper gücünün ne olduğunu da pek anlayamıyoruz ama “Dur bakalım, ne olacak?” diye idare etmeye karar veriyoruz.

        Bu arada, Kevin Wendell Crumb'ın filmde neredeyse bir ana karakter gibi öne çıktığını belirtelim. “Parçalanmış” filminde Crumb'ın serbest bıraktığı Casey (Anya Taylor-Joy) de “Onu ancak sevgi ve güven iyileştirebilir” diyerek hikâyeye dahil oluyor. Dolayısıyla, sürpriz finale kadar, “Crumb ancak sevgiyle iyileşir” mesajını işleyen bir hikâyeyle ilerliyoruz. Bu arada, son bölüme kadar David Dunn ve Elijah'ın filme ve hikâyeye önemli katkılarda bulunmadıklarını da belirtelim... Zaten Elijah'ın finale kadar sakinleştiriciler altında boş boş bakmaktan başka bir şey yaptığı söylenemez.

        Peki, sürpriz final, her şeyi anlamlı bir yere bağlayıp filmi kurtarıyor mu?

        Bence filmi kurtardığını söylemek zor ama Shyamalan'ın süper kahramanlıkla ilgili düşüncelerini bir yere bağladığı kesin... Bunun için de önce “Ölümsüz”e dönmemiz gerekiyor.

        “Ölümsüz”ün o şok edici sürpriz finalinin güzelliği, süper kahramanlıkla deliliği karşı karşıya getiren bir noktada bizi kendi düşüncelerimizle baş başa bırakıp gitmesidir. Dunn'ın süper kahramanlığı tartışmalıdır ama Elijah'ın deliliği tartışmasızdır...

        “Glass”ın ise daha açık bir tezi var. Shyamalan, insanların süper güçlerini baskı ve otoriteye karşı özgürlüğün sembolü olarak gösteriyor. Gerçi “Ölümsüz”ü yazıp çektiği 2000 yılına oranla hayli demode bir tema... 2019 yılında bunca X-Men ve Avengers filminin ardından sanki yeni keşfetmiş gibi, özgür süper güçlerle baskıcı iktidarı karşı karşıya getirmesi, üstelik bunu “iki ruh hastası katil”le yapması pek de anlamlı değil...

        Bir filmde geliştirilen fikirler, sizi çok sarmayabilir ama hikâyeyi ya da karakterleri sevebilirsiniz... Çekimlere, anlatıma, görsel atmosfere, özel efektlere, oyuncuların performansına pek itirazım yok ama “Glass”ın hikâyesinin ve karakterlerinin beni sardığını söylemem mümkün değil.

        “Parçalanmış”da zaten yeterince iyi tanıdığımız Kevin'in “Glass”ta da sürekli farklı kişilikler arasında gidip gelmesi ve James McAvoy'un bu vesileyle oyunculuk şovu yapması “ben bunu görmüştüm, niye bir daha seyrediyorum” hissini yaratıyor, filme yeni hiçbir şey katmıyor. Doktor Ellie de bir filmi sürükleyecek kadar ilgiye değer bir karakter değil...

        İlk filmde Elijah, süper kahramanları anlatan resimli romanları bir tür “alternatif tarih yazımı” olarak gördüğünü söylemişti... Anlamlı, hoş bir laftı. “Glass”ta ise akılda kalıcı ne var diye düşündüğümde açıkçası çok fazla şey bulamıyorum. Belki restoranda gerçekleştirilen şu gizli toplantı sahnelerinden söz edebilirim. Herkes bir anda susuyor ve toplantıya geçiliyor. Shymalan'ın belki de filmdeki en güzel buluşu...

        “Ölümsüz”ü Shyamalan'ın en iyi filmi olarak görürüm. “Paramparça”yı da beğenirim. “Glass” ise galiba son yılların en büyük hayal kırıklıklarından biri...

        Filmin notu: 5

        Diğer Yazılar