Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Genellikle Türkiye dışında çalışan ve uluslararası yapımlara imza atan Çağla Zencirci ile Guillaume Giovanetti'nin birlikte yönettiği üçüncü film olan “Sibel”i geçtiğimiz eylülde Adana Film Festivali'nde izlemiştim... Erkek karakterlerin başrolde olduğu depresif taşra hikâyeleri arasında hemen dikkatimi çekmişti.

        Türkiye'de geçtiğimiz cuma günü seyircilerle buluşan “Sibel” öncelikle bir köy filmi... Karadeniz'in dağ köylerinde geçiyor ama bildiğimiz köy filmi klişeleriyle pek ilgisi yok... Özellikle iç mekânlar gerçekçi. Yönetmenler, dış mekânlarda gönlümüzü hoş edecek manzaralar yakalamak için çaba göstermiyorlar.

        Kaldı ki, kamera, sürekli filmin ana karakteri Sibel'in (Damla Sönmez) peşinde dolaşıyor... Buna karşılık, dünyaya Sibel'in gözünden baktığımızı söylememiz zor. Sürekli onun yanında olsak da iç dünyasını, arzularını, dertlerini anlamamız zaman alıyor.

        Sibel sadece ıslık diliyle konuşabiliyor. Açılış sahnesinde gördüğümüz gibi ıslık dili, konuşma dilinin birçok işlevini yerine getiren, bölgeye özel bir iletişim sistemi...

        Çevresindeki kadınların, konuşamaması nedeniyle onu çocukluğundan beri kendilerine göre “eksik, sakat ve acınası biri” olarak görmek istedikleri, Sibel'in ise buna direnç gösterdiği belli... Sibel, kendisini onlarla eşit görüyor. Saygı duyulan biri olmak istiyor.

        Sibel'in çocukluğundan itibaren kadınların dünyasına dâhil olamadığı çok açık... Annesini erken kaybetmiş. Babası da onu erkek çocuk gibi yetiştirmiş. Kız kardeşi (Elit İşcan) köydeki kadınlar dünyasının bir parçası olurken Sibel, “babasının kızı” olarak büyümüş...

        Sırtında babasının (Emin Gürsoy) verdiği tüfekle dolaşıyor. Tek başına ormana gidiyor... İnsanlarla konuşarak iletişim kuramaması nedeniyle ormanı sevdiği belli. Ama köy onun için önemli. Kullandığı ıslık dilini sadece köylüler anlıyor ve o da köyde saygı duyulan biri olmak için de ormandaki kurdu avlamak istiyor.

        Sibel kendini avcı olarak görüyor ama kadınların dünyasından kopmak istemiyor. Filmin başında evlenmeye hazırlanan genç kıza yaklaşmaya çalışmasısı, ruj sürerek kına gecesine katılması, kadınların dünyasında yerini almak istediğinin açık göstergeleri... Ama kadınların onu “olduğu gibi” kabul etmeye niyetleri yok.

        Oysa Sibel de yöredeki diğer kadınlar gibi çay topluyor, evde yemek, bulaşık ve temizlikle uğraşıyor. Onlardan en önemli farkı, boş vakitlerinde sırtına taktığı tüfeğiyle ormana gitmesi, kurda tuzak hazırlaması...

        Kız kardeşi bir sahnede babasına, Sibel'e tüfek vermesi ve onu özgür bırakması nedeniyle tepki gösteriyor. Gerçekten de babasının kız kardeşine sınırlamalar getirdiğini, Sibel'i ise özgür ruhlu bir kız olarak yetiştirdiğini görüyoruz.

        Sadece kız kardeşi değil, köydeki kadınlar da Sibel'in özgürlüğünden rahatsızlık duyuyorlar. Sibel'in de kendileri gibi olmasını istiyorlar. Sibel ise naif bir arzuyla hem kendisi olmak hem de onların dünyasında kabul görmek istiyor. Kadınlarla Sibel arasındaki mesele işte tam da buradan çıkıyor...

        Sorunu daha da büyüten ve kadınların nefretini artıran olay ise Sibel'in ormanda kurduğu tuzağa düşen yaralı bir erkeğe, Ali'ye (Erkan Kolçak Köstendil) tek başına bakma cesaretini göstermesi, onunla yakınlaşmaktan korkmaması oluyor.

        Sibel'in, Ali'ye yardım etmesi sadece köydeki değil, köy dışındaki kurulu düzeni önemsemiyor oluşunun da bir göstergesi... Sibel ormanda, doğanın bir parçası gibi, toplumsal kurallardan uzak duruyor.

        Yönetmenler Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti, Ali'yle Sibel'in ilk karşılaştıkları sahneyi ormandaki iki vahşi canlının karşılaşması gibi çekmişler. Çünkü orman, toplum dışını simgeliyor. Toplumun ya da köyün onlara müdahale edemediği bir yaşam alanında, aralarında eşitlik kurulması önemli...

        Sibel'in babası filmin anahtar karakteri... Kızını özgür ruhlu yetiştirmesi nedeniyle ortaya çıkan sorunlar konusunda ne yapacağını tam olarak bilemiyor. Otoriterlikle şefkat arasında gidip geliyor.... Ya parçası olduğu erkek egemen düzenle uzlaşacak ya da doğru bildiğini yapacak... Tam anlamıyla ortada kalmış bir karakter...

        Filmde Ali ve baba dışında önemli bir erkek karakter yok. Zaten köydeki diğer kadınlar ve erkeklere filmde çok az yer veriliyor. Filmin en sevdiğim yanı, erkek egemen düzeni ya da köydeki toplumsal baskıyı kız kardeş ve baba gibi Sibel'in en yakınındaki insanlar üzerinden vermesi oldu... Sonuçta, gerçekçi bir yaklaşım bu... Sözgelimi, kız kardeş, babası Sibel'i cezalandırmayınca kadınlardan yardım istiyor. Kadınlar, sadece kız kardeşe değil eksik, sakat ve sorunlu gördükleri Sibel'e de yardım etmek istiyorlar aslında... Kadınların derdi kötülük değil. Islah etmek, köydeki düzeni sağlamak...

        Damla Sönmez'in Sibel karakterindeki performansı gerçekten harika.. Kamerayla arasında müthiş bir uyum var. Oyunculuğuyla filme farklı bir enerji getiriyor. Gerçekten kalbiyle oynadığını hissediyorsunuz.

        Çok iyi yazılmamış Ali karakteri, Sibel'in özgürlük arayışının bir simgesi olarak yer alıyor filmde. Erkan Kolçak Köstendil derinliği olmayan, düz bir karakteri canlandırmasının dezavantajlarını elinden geldiğince yok etmeye çalışmış. Filmin dezavantajlarından biri, yan rollerdeki amatör oyuncuların zayıf performansı... Buna karşılık, babada Emin Gürsoy ve Elit İşcan'ın oyunculuklarını çok beğendiğimi söylemem gerek... Her ikisi de yaşadıkları çelişkili duyguları incelikle yansıtıyorlar.

        Çağla Zencirci ile Guillaume Giovanetti'nin hikâyeye yaklaşımı, bana Dardenne kardeşlerin filmlerini hatırlattı...

        Sonuç olarak “Sibel”, özgürlük özlemini yansıtan hikayesi, oyunculukları ve hareketli kamera çalışmasıyla sevdiğim bir film oldu.

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar