Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yıllar önce seyrettiğim bir belgeseldi... İlk çocukların, ikinci çocuğun gelişinden sonra yaşadıkları sorunlar, evlere yerleştirilen kameralarla kaydedilmişti. Hepsi de annesinin ilgisini çekmek için sonu ağlamayla biten yapay krizler çıkarıyordu.

        “Küçük Kardeşim Mirai” filminin ana karakteri Kun da aynısını yapıyor... Kardeşinin gelişini önce ilgiyle karşılıyor. Sonra onun oyun arkadaşı olmadığını anlıyor. Annesi ve babasının kendisinden çok kardeşiyle ilgilendiğini fark edince de kriz çıkarıp ağlıyor...

        Uzmanlar böyle durumlarda ne önerir, bilemem. Ama konuyla ilgili öyküler, masallar fena bir çözüm olmayabilir. Çünkü hayal dünyası, bazen gerçek sorunların çözümü için doğru yerdir. Kun da çözümü hayal dünyasında buluyor... Ama film bunu “hayal dünyası”ndan ziyade Kun'un ara sıra kendi isteği dışında girdiği “fantastik bir alem” olarak sunuyor bize...

        Fantastik aleme geçiş noktası ise evin küçük avlusundaki bahçe...

        Bu arada, yeri gelmişken filmdeki aile evinin prodüksiyon tasarımcısı mimar Makoto Tanijiri tarafından özel olarak tasarlandığını belirtelim. Sıradan bir ev değil bu... Hatta filmin gizli oyuncusu olduğu dahi söylenebilir. Geleneksel Japon mimarisinden esinler taşıyan ev, girişten itibaren yukarı doğru basamaklarla yükseliyor. Bir yanıyla eski usul iç avlulu evleri, bir yanıyla da modern mimari yapılarını hatırlatıyor. Evdeki bütün odalar, geniş yekpare pencerelerle dış dünyaya açılıyor. Alışageldiğimiz koridor, oda düzeni yok evde. Duvarların en aza indirildiği, ev içi görüş açısının çok geniş olduğu bir aydınlık ve ferahlık var.

        Bahçe ise evin gökyüzüne açıldığı, doğayla birleştiği yer. Evin arkasında ya da önünde değil, tam içinde... Dış dünyaya kapalı, aileye özel gizli bir bahçe... Kun işte oradaki ağacın önünden geçiyor fantastik aleme...

        Bahçe bir anda başka bir mekâna dönüşüyor. Köpeklerin insan bedeninde görünüp konuşabildiği bir yer oluyor mesela... Bazen de Kun'u geçmişe ya da geleceğe götürüyor.

        Kun orada kız kardeşi Mirai'nin gençlik haliyle karşılaşıyor. Mirai, lise öğrencisi bir abla gibi giriyor hayatına ama ona “Abi” diye hitap ediyor... Kendisinden büyük bir kızın ona “abi” demesi her şeyi değiştirebiliyor.

        Kun orada, annesinin çocukluğu ve büyük büyükbabasının gençliğiyle karşılaşıyor...

        Oraya her gidişinde dünyayı, zamanı ve aile bağlarını farklı bir bakış açısından görüyor...

        Bahçe, zamanın lineer akışının kırıldığı bir yer. Orada geçmiş ve gelecek iç içe... Tıpkı zihnimizde olduğu gibi... Zihnimizde de zaman, geçmiş ve gelecekle iç içe bir kavram değil mi zaten? Kun, bahçede şimdinin ötesine geçerek bakmayı öğreniyor zamana...

        Bahçede yaşadığı her deneyim, gerçek hayatındaki deneyimler tarafından tetikleniyor... Annesiyle anneannesinin yaptığı bir konuşma, karıştırılan eski fotoğraf albümleri ve akıldan çıkmayan bazı resimler, fantastik alemde yaşadığı her şeyi önceden şekillendirip hazırlıyor aslında. Kun, büyüklerin konuşmaları sırasında son derece tepkisiz, ilgisiz görünüyor. Ama bahçede olup bitenleri gördükçe Kun'un evde olup biten her şeyi çok iyi gözlemlediğini, bazı konuşmaları asla unutmadığını ve ebeveynlerinin tüm duygularını bir sünger gibi emdiğini fark ediyoruz. Ve anlıyoruz ki Kun'u en çok etkileyen, ebeveynlerinin kendisine söylediklerinden ziyade, kendi aralarındaki konuşmaları, davranışları ve eylemleri...

        Kun, gittiği hayal dünyalarında başkalarıyla empati kurmayı öğreniyorsa, bunun biraz da ev içindeki hayatla ilgili olduğunu hissediyoruz... Sözgelimi, çalışan annenin yokluğunda babanın ev işleri ve bebeğin bakımıyla ilgilenmesi, atlanmaması gereken ayrıntılar...

        Özetle, bahçedeki fantastik alem, evin içindeki gerçekliğe kökten bağlı... Toprağa köklerini salıp gökyüzüne doğru büyüyen ağacın fantastik aleme açılan kapı olması kuşkusuz tesadüf değil...

        Film, anne ve babayı her şeyi bilen, ideal ebeveynler olarak çıkarmıyor karşımıza. Kun'un annesi bağırmasına engel olamıyor mesela... Babası ev işlerinde, bebek bakımında hayli acemi... Bazen hata yapıyorlar ama Kun gibi onlar da büyüyüp olgunlaşıyor.

        Ebeveynler çocuk yetiştirirken, çocuklar da onları olgunlaştırıp büyütüyor.

        Film aile olmanın anlamını öğretici tavırlara girmeden anlatıyor.

        “Küçük Kardeşim Mirai” ailece hep birlikte seyredilmesi gereken filmlerden. Sadece kardeşi olan veya kardeş bekleyenlere değil, tüm çocuklara ve ebeveynlere hitap ettiğini düşünüyorum...

        Her şey bir yana, “Küçük Kardeşim Mirai”, estetik açıdan, seyrederken kendinizi iyi hissettiğiniz güzel bir film...

        Senaryoyu kendi deneyimlerinden esinlenerek yazan, iki çocuk babası yönetmen Mamoru Hosoda, Japon animasyon geleneğinin eski usul, naif el çizim tarzını çağdaş bir sinema diliyle buluşturmuş. Filmde harika kurgu geçişleri ve birbirinden güzel sahneler var...

        Mirai'nin kaybolma ve ailesiz kalma korkusunun tren tutkusuyla birleştiği sekansı da sevdim. Kun'un bebek Mirai'yi, genç Mirai'nin ise Kun'u kurtardığı bu sahneleri seyrederken mutlu olup hafiflediğinizi hissediyorsunuz... Mirai'nin Kun'u tutup havalandırması filmin afişine yansıyan anahtar bir imge... Mirai, Kun'u bencil, şımarık bir çocuk olmaktan kurtarıyor, ona ailenin bir parçası olmayı öğretiyor. Kaldı ki, düşlerde uçmak sorunlardan kurtulup hafiflemek anlamına da gelir.

        Bebeğin eve gelmesiyle ilk çocuğun yaşadığı kıskançlığa kuşkusuz her ailede farklı çözümler aranır, aranacaktır...

        “Küçük Kardeşim Mirai” filmini izlemek de çözümün bir parçası olabilir...

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar