Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçtiğimiz yıl “Ayin” (Hereditary) ile tanıdık Ari Aster'i... İlk uzun filminde çağımız korku – gerilim sinemasının eğilimlerinden uzak bir yaklaşımı vardı. Tarzı, 1970'li yılların korku gerilim filmlerini akla getiriyordu.

        2000'li yıllardan itibaren korku – gerilim, özel efekt teknolojisinin domine ettiği bir türe dönüştü. Gerçi aynı dönemde eski usul korku gerilim yeniden moda oldu ama “Insidious” ya da “Conjuring” serilerinde olduğu gibi bu filmler karanlık renk paletleri, bilgisayar kökenli görüntüleri ve birbirine benzeyen ses efektleriyle 2000'li yıllar sinemasının doğal bir uzantısıydılar.

        Ari Aster'in de özel efektler başta olmak üzere sinema teknolojisinin nimetlerinden faydalandığı kesin. Görüntü yönetmeni Pawel Pogorzolski'nin dijital kamerasıyla pastel tonlara kaçan bir 35mm dokusu yakalıyor mesela ya da filmin en kritik anlarında bizi ürperten birtakım özel efektler kullanabiliyor. Ama çağdaş sinemada sıkça tanık olduğumuz o “bilgisayardan çıkmış görsel korku şovları” hissini pek yaşatmıyor.

        Deyim ne kadar doğru olur bilmiyorum ama “Ritüel” (Midsommar), hormonlu değil, organik bir korku filmi... En azından, beyazperdeden bize yansıyan duygu bu...

        Açılışta gördüğümüz büyük resim, filmin duygusunu önceden haber veriyor. Beyaz üzerine çizilmiş renkli, naif desenlere yaklaştıkça tekinsizlik hissi artıyor.

        Hiç de korkutucu görünmeyen bir renk paleti ve ferah bir grafik tasarımın içindeki tuhaf tekinsizlik... “Ritüel”in görsel konsepti tümüyle bu fikir üzerinden şekilleniyor.

        Beyaz tüm bu törenlerde saflığı, masumiyeti temsil eder. Burada ise deliliği, fanatizmi ve şiddeti temsil ediyor.

        İsveç'teki komün ya da tarikatın kutladığı festival, doğadaki yeniden doğum ve hayatın kutsanmasıyla ilgili.

        Doğa kuşkusuz filmin en önemli parçalarından biri ve Ari Aster öykünün büyük bölümünü pastoral bir dekorun önünde çekiyor.

        Açılışta ise kar, kış ve karanlık hissi var... Ari Aster filmin ilk bölümünde yaşanan trajediyi ağır bir kasvet duygusuyla yansıtmayı tercih etmiş. Doğru bir tercih olduğu söylenebilir çünkü ana karakter Dani (Florence Pugh) İsveç'e içindeki “karanlığı” da götürüyor.

        ABD'den İsveç'e geldiğimiz sahnede, otomobil yeşil çayırların arasında giderken bir ferahlık hissi var ama Ari Aster bu hissin serpilip gelişmesine pek izin vermiyor. Kamerayı yavaş yavaş otomobilin içinde ters çevirerek gökyüzünü zemine, yolu ise yukarıya alıyor ve bu ters çekimi biraz uzun tutuyor... Bir sonraki sahnede ise Dani, yediği “ot”un etkisiyle “bad trip” yani kötü bir ruh hali yaşıyor.

        Özetle Ari Aster, yaz güneşinin altındaki yeşil İsveç kırlarında huzur bulmamızı pek istemiyor. Tam aksine, tekinsizlik hissini yavaş yavaş tırmandırıyor ve finalde zirveye çıkarıyor.

        Öte yandan, festivale katılan konuklar ve bizim için filmin ortalarına doğru şok edici bir dönüm noktası yaşandığını belirtelim. Yaşadığımız bu şoktan sonra tekinsizlik gerilime dönüşüyor. Finalde ise gerilim dehşete doğru evriliyor.

        Ari Aster kamerasını çok hareketli ve hızlı kullanmıyor. Kısa planlardan oluşan ritmik kurguya başvurmuyor. Tam aksine, çekimlerini uzun tutuyor.

        Kadraj düzenlemelerini, grafik dili ve resimselliği öne çıkaran sakin bir tarzı var. Müzik kullanımında, özellikle ses miksajında ise yer yer Dario Argento'yu hatırlattı bana. Mesela, ilk bölümde yaptığı gibi huzursuz edici müziği çok yüksekten girebiliyor. İlk bölümdeki ses ve müzik, bir korku-gerilim filmi seyretmekte olduğumuzu hiç unutturmuyor.

        Bu bölümdeki kasvet ve karanlık biraz da ana karakter Dani'nin iç dünyasından geliyor. Dani, yaşadığı trajediden önce de huzursuz biri... Bölgedeki ormanın karanlığında yaklaşan kötülüğü önceden hissettiren negatif bir enerji var. Ari Aster'in kamerasını evin penceresinden görünen kar fırtınasına doğru yaklaştırdığı çekim için de aynısı söylenebilir.

        Öykünün merkezinde Dani ve erkek arkadaşı Christian'ın (Jack Reynor) arasındaki ilişki var. Dani, Christian'ı seviyor ve ona çok bağlı. Ama ilgisiyle Christian'ı boğmaktan; dertleriyle onu sıkmaktan korkuyor. Christian'ın ise ilişki konusunda kafası karışık. Dani'den kurtulması gerektiğini söyleyen arkadaşı Mark'a (Will Poulter) gereken cevabı veremiyor mesela. Dani'yi İsveç'e davet etmekte de gecikiyor. Sorunlu bir ilişkileri olduğu açık...

        Tez meselesinde yakın arkadaşına kazık atan, Dani'yi tutkuyla sevmeyen Christian, kolay etki altında kalan zayıf biri. Dani ise Christian'la ilişkisini bitirmeye cesaret edemiyor. Her ikisi de İsveç'e tüm bu sorunlarla birlikte gidiyor ve gelişen olaylar karşısında sağlam duramıyorlar.

        Başları belaya giren gençleri konu alan filmlerde genellikle grubun iyileri ve kötüleri vardır. Burada ise kötülükten ziyade zaaflar ve zayıflıklar var. Josh (William Jackson Harper) mesleki açıdan çok hırslı biri mesela... Çok sığ biri olan Mark ise kafayı İsveçli kızlara takmış durumda. Christian ile birlikte üçü de çok çabuk tuzağa düşebilecek erkekler.

        Ayrıca birçok sahnede kafaları hep uyuşturucu etkisi altında... Ari Aster, onların gerçeği nasıl algıladığını göstermek için bu sahnelerde görüntüyü deforme etmiş. Kadrajın bazı yerlerinde gerçeküstü sanatı hatırlatan dijital efektler kullanmış... Bazen ağaçlar, bazen orman, bazen de masadaki yemekler adeta "üç boyutlu resme" dönüşüp hareket ediyorlar. Bu sahnelerde görsel algının ne kadar yanıltıcı olabileceğini hissediyoruz. Ari Aster, İsveç sahnelerinde olayları hep konukların açısından anlatıyor ve biz de ne kadar pasif kaldıklarını görebiliyoruz. Filmin gerilimi bu çaresizlikten kaynaklanıyor.

        Tarikat karşısında bu kadar zayıf kalan, ordan oraya kolayca sürüklenen karakterlerle “Ritüel”in anaakım sinemada çok şansı olabileceğini söylemek zor. Çünkü, anaakım sinema kolay teslim olan ana karakterleri sevmez. Ama filmin derdi tam da bu galiba... Ari Aster, zayıf, sorunlu insanların dinsel fanatizm karşısında hiçbir şansı olmayacağını vurguluyor. Hatta “Kurban olmayı bazen kendimiz seçeriz” demeye getiriyor. Gerçekten de daha ilk anlardan itibaren kendilerine sunulan her şeyi sorgulamadan yapıyor, oradaki düzenin bir parçası olmakta hiçbir sakınca görmüyorlar.

        Filmin bir fanatizm eleştirisi olduğunu söylemek de mümkün. Birçok sahnede gerilip ürperiyoruz ama özellikle finale doğru fanatizmin saçmalığına, aptallığına güldüğümüz sahneler de var. Mesela, Christian'ın katıldığı seks ritüeli sahnesi...

        “Ritüel”i özgün yanları ve içerdiği sinema duygusu nedeniyle baştan sona severek izledim. “Lady Macbeth”den (2016) hatırladığımız genç İngiliz aktris Florence Pugh'un filme çok şey kattığı kesin. Son olarak bir korku filmi için alışılmadık bir süreye ( 2 saat 27 dakika) sahip olduğunu da hatırlatmak isterim...

        7/10

        Diğer Yazılar