Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sinema camiası için gerçekten hüzünlü bir yaz yaşıyoruz.

        Kayıplar peş peşe geliyor.

        Bugün geçirdiği kalp krizi sonrasında Umur Bugay'ı da kaybettik...

        Umur Bugay gerçek bir ustaydı ve hep öyle kalmaya devam edecek.

        Çok sevdiğimiz birçok karakter, bıkmadan usanmadan seyrettiğimiz birçok film önce onun zihninde, hayal gücünde belirmişti.

        Umur Bugay, Yeşilçam sinemasının kamera arkasındaki “görünmez kahramanları”ndan biridir... Senaryosunu yazdığı filmlere şöyle bir baktığınızda dahi bunu hemen anlarsınız.

        Sözgelimi, 1975 yapımı ilk “Hababam Sınıfı”nın senaryosu ona aittir...

        Birkaç kuşağın hatıralarında özel bir yeri olan “Bizimkiler” başta olmak üzere “Yazlıkçılar”, “Saygılar Bizden” gibi kendi dönemlerinin en popüler işleri arasında yer alan televizyon dizilerinin altında onun imzası vardır.

        Umur Bugay, seyirciye, geniş kitleye ulaşmayı her zaman bilen bir yazar oldu. Ama içi boş, sığ eserlere imza atmadı. Politik yanı her zaman güçlü, sosyolojik alt metinleri hep çok zengindi... Türkiye'nin değişim sürecini çok iyi gözlemleyip süzen yazarlardandı...

        Özellikle yazdığı filmlerin tümünün söyleyecek bir sözü, derdi ve meselesi vardır. Komedinin hâlâ en çok seyredilen film türü olduğu bir ülkede her zaman ve her koşulda örnek alınması gereken bir ustadır. Keşke bugünün yazarları Umur Bugay'ın eserlerini daha dikkatle okuyup analiz etseler, onun yazdıklarından, düşüncelerinden esinlenseler...

        Umur Bugay'ın senaryoları dıştan basit gibi görünen sağlam dramatik yapılarıyla öne çıkarlar. 7'den 77'ye, her kültürden her insanı yakalayan öykülerdir bunlar. Mütevazı, iddiasız görünürler ama alt metinleri sağlam ve derindir.

        Bu ustalığında tiyatro kökenli olması ve dramatürjiyi bilmesinin kuşkusuz payı vardır.

        Özellikle, Zeki Ökten'le birlikte yaptıkları filmleri çok severim. Mesela 1975 yapımı “Pisi Pisi”, şimdilerde adı pek anılmayan mütevazi ve çok hoş bir filmdir... Başrolerinde Kemal Sunal'ın oynadığı “Kapıcılar Kralı” ve “Çöpçüler Kralı”, o yılların Türkiye'sini, sınıfsal ilişkilerini çok iyi yansıtan, sosyolojik derinliği olan filmlerdir. Bugay'ın senaryolarında toplumun nabzını ne kadar iyi tuttuğunu gösteren filmlerden biri de “Yoksul”dur...

        Zeki Ökten - Umur Bugay ikilisinin en sevdiğim ve gizli hazine olarak gördüğüm filmi ise “Düttürü Dünya”dır... Ankara'da geceleri pavyonda klarnet çalarak ailesini geçindirmeye çalışan Mehmet'in (Kemal Sunal) geçim sıkıntılarıyla dolu hikâyesini anlatan film, komik olduğu kadar hüzünlüdür de... 1980'li yıllarda yaşanan değişimi, ahlaki erozyonu anlatan en güzel filmlerden biridir bence. Daha önce çekilmiş hiçbir Yeşilçam filmine benzemeyen finali, hüzünle komediyi ustalıkla birleştirir, hepimize bir ayna tutar.

        Umur Bugay'ın başka yönetmenlerle yaptığı filmler de var kuşkusuz.

        Atıf Yılmaz'ın yönettiği “Deli Yusuf” mesela... Köroğlu hikâyesinin yeni ve çağdaş bir yorumu olarak hayli dikkat çekici bir filmdir.

        Tüm bu filmler, kuşakları birleştiren birer Yeşilçam klasiği artık... Hâlâ seyrediliyor, hâlâ seviliyorlar...

        Umur Bugay, bundan böyle senaryosunu yazdığı filmlerle yaşayacak ve genç sinemacılar için yol gösterici bir usta olma özelliğini hiç kaybetmeyecek...

        KALBİYLE YAZAN BİR ELEŞTİRMEN: CÜNEYT CEBENOYAN

        Geçtiğimiz cumartesi sinema yazarı Cüneyt Cebenoyan'ı bir trafik kazası sonucu kaybettik. Cüneyt, iyi eğitimli, birikimli bir entellektüeldi. Severdim onun yazılarını. Sadece aklıyla değil, kalbiyle de yazardı... Her zaman dürüst ve samimiydi. Yazarken de, konuşurken de... Alttan almayı sevmezdi. Aklına, mantığına ve duygularına ters gelen bir şeye sonuna kadar karşı çıkardı. Kişiliklerimiz çok farklıydı ve bazen çok farklı düşünürdük ama Cüneyt'in hayatla kurduğu ilişkiye hep hayrandım. Keşke bunu yaşarken söyleyebilseydim kendisine... Ondan her zaman olumlu bir enerji alırdım. Arkadaş olarak bana iyi gelirdi...

        Yaşadığı tüm o büyük acılara karşın, hayatın tadını çıkarmasını bilirdi. Ölümden önce hakkını vererek yaşamamız gereken bir hayat olduğunu bilen insanlardandı... İnsanlarla çok çabuk ilişki kurabilir, yeni insanlar tanımayı severdi. Karşısındakini dinlemeyi bilirdi... Onunla sohbet etmek her zaman çok keyifliydi. Güçlü bir mizah duygusu vardı. Üniversite yıllarından bu yana her zaman bir sistem muhalifiydi... Müzik de yazardı. Otomobiline bindiğinizde her zaman güzel müzik dinlerdiniz... Açık Radyo'da yıllarca müzik ve sinema programları yaptı. “Ahtapotun Bahçesi”ni hiç kaçırmamaya çalışırdım. Yaptığı sinema programlarına da katıldım. Özellikle “Kayıp Otoban”ı konuştuğumuz programı ikimiz de çok sevmiş ve bir saatin ne kadar çabuk geçtiğine şaşırıp kalmıştık.

        Aramızdan ayrılışı, sadece benim için değil bütün arkadaşları, sevenleri ve ailesi için tam bir şok oldu... Cenaze töreni çok kalabalıktı. Ailesinin yanı sıra lise ve üniversite arkadaşları, meslektaşları da oradaydı. Herkeste aynı hüzün, aynı çaresizlik vardı. Hepimiz çok sevdiğimiz bir yakınımızı kaybetmiştik... Eşi Ayşegül ve kızı Elif'in metanetli, güçlü duruşları galiba bizi de biraz sakinleştirdi. Ama çoğumuz göz yaşlarımızı tutamadık...

        Öte yandan, Cüneyt'in anılarımızda yaşayacağını, onu unutmayacağımızı biliyor olmak içten içe bana iyi geldi...

        İnsanların gerçek anlamda tümüyle unutulduklarında öldüğünü düşünürüm. Cüneyt, insanlar üzerinde o kadar güçlü izler bıraktı ki gerçek anlamda ölüp gitmesi açıkçası bana pek mümkün görünmüyor... Güle güle sevgili dostum... Burada, hep aramızda ve kalbimizde olacağını bil!

        Diğer Yazılar