Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Anlatım üsluplarından hemen tanıyacağınız yönetmenler vardır. Terrence Malick onlardan biri… Görsel açıdan sağlam ve özenli filmler çeker. Duvara asılacak tablo güzelliğinde sayısız kadrajı vardır. Pek değiştirmediği bir tarza sahiptir ama onu, biçim takıntılı bir yönetmen olarak nitelemek doğru olmaz. Çünkü derdini seyirciye en kestirme yoldan iletmek isteyen bir sinemacıdır. Söz ve mesaj onun için önemlidir. Hatta filmlerinin çoğu belirli bir noktadan sonra şiirsel vaazlara dönüşür.

        Malick filmlerindeki ışık, renk ve kadraj düzenlemelerinin, nerdeyse meditatif bir niteliğe sahip olduğunu düşünürüm. Gerçi ele aldığı konular itibarıyla, ruhunuzu dinlendirecek filmler çektiği söylenemez ama üslup sizi bir biçimde kendi içinize yönlendirir. Özellikle doğa betimlemeleri, bu dünyanın maddi varlığının ötesindeki aşkın bir gerçekliğe duyulan hayranlığı yansıtır sanki… Filmlerinde doğa, genellikle güçlü, güzel ve uyumludur. İnsanların dünyası ise doğanın huzurundan uzaktır.

        Öte yandan, karakterlerin film boyunca sürekli duyduğumuz iç sesleri itibarıyla Malick’in filmleri edebi lezzetler taşır. Malick, diyalogları hikâyeyi geliştirmek için kullanır. Karakterlerin iç sesini ise ele aldığı konunun daha derinlerine inmek için… Filmin ortaya attığı sorular veya ele aldığı sorunlar, karakterlerin iç sesleriyle konur ortaya. Malick filmlerinde insanlar kendilerini sözle ifade eder. Doğa ise her şeyin ötesindeki aşkınlığı, sadece görüntü ve sesler üzerinden sezdirir…

        İnsanlar, doğanın uyumu, güzelliği ve huzuru ile uygarlığın yarattığı kıyıcı, ürpertici sonuçlar arasında kalır genelde.

        ‘Gizli Bir Yaşam’ (A Hidden Life) da aynı tema üzerinden ilerliyor. Avusturya’nın dağ köylerinden birinde, St. Radegund’da eşi ve üç kızıyla yaşayan Franz Jägerstätter’in (August Diehl) doğanın içindeki huzur ve mutluluğu, Nazi’lerin gelişiyle sona eriyor.

        Orduya katıldığı ilk dönemde sadece temel askerlik eğitimi gören ve cepheye gitmesine gerek kalmadan çoğu çiftçi gibi evine gönderilen Jägerstätter, asıl sorunları sivil hayatta, köyünde yaşamaya başlıyor.

        İnançlı ve dindar bir Katolik olan Jägerstätter için Nazi’lerin savaş çığırtkanlığı ve göçmen karşıtı ırkçı söylemleri, hiçbir şey ifade etmiyor. Aynı köyde yaşadığı insanların, kendilerine yönelik hiçbir tehdit yokken bir anda Nazilerin ırkçı propagandalarına kapılıp gitmelerinden rahatsızlık duyuyor. Birçok insan gibi fikirlerini kendine saklamak yerine pasif direnişi tercih ediyor. Sözgelimi, seferberlik için ürününden pay istemeye gelen Nazileri geri çeviriyor, gönüllü olarak askere yazılmıyor, devlet yardımını kabul etmiyor ve Nazileri sevmediğini saklamıyor. Tüm bunlar köyde tepkilere yol açınca ailesi ve kendisi için dışlanma süreci başlıyor. Asıl büyük sorun ise askere alındığında çıkıyor. Adolf Hitler’e, yaşadığı dünyaya kötülüğü getiren bir Deccal gözüyle bakan Jägerstätter, inançlı bir Hıristiyan olarak ona bağlılık yemini etmeyi reddediyor.

        Franz Jägerstätter gerçekten yaşamış bir karakter. Hatta, filmdeki sahnelerin bazılarının Jägerstätter ailesinin St. Radegund’da gerçek evinde çekildiğini de belirtelim.

        REKLAM

        Filmde anlatılan olayların çoğu gerçek ama biraz araştırma yaptığınızda senaryoyu da yazan Malick’in hikâyeye kendi yorumunu getirdiğini görmeniz mümkün. Belli ki, Malick’i en çok ilgilendiren nokta, Jägerstätter’ın sadece kendi vicdanını dinleyerek hareket etmesi…

        Görüştüğü din adamları uzlaşmasını öneriyor ama Jägerstätter bu fikri kabullenemiyor. En az 3-4 sahnede farklı kişiler, Jägerstätter’e yaptıklarının ülke genelinde hiçbir ses getirmeyeceğini ve hiçbir şey değiştirmeyeceğini söylüyor. Başta avukatı olmak üzere tüm yetkililer ‘Fikirlerini kendine sakla ve bağlılık yemini ederek kurtul’ demeye getiriyor…

        Jägerstätter, sesini duyurmak veya tek başına Nazi’lerle mücadele etmek amacıyla hareket etmiyor. Zaten, eşi Fani (Valerie Pachner) dışında nerdeyse hiç kimseden manevi destek almıyor. Ama inançlarına ve vicdanına uymayan hiçbir şey yapmak istemiyor.

        Malick, finalde seyirciye mesaj vermekten çekinmeyen her zamanki açık kalpliliğiyle, ‘gizli bir yaşam’ başlığıyla ne demek istediğini, George Eliot’ın ‘Middlemarch’ eserinden yaptığı alıntıyla açıklıyor.

        Malick’in bütün filmi Jägerstätter’ın inancına, gösterdiği metanete bir saygı duruşu amacıyla çektiği söylenebilir. Nasıl düşünmeniz ve hareket etmeniz gerektiğini dayatan toplumsal baskıya karşı direnmek şüphesiz kolay değildir. Dolayısıyla, hiçbir zaman eskimeyecek ve her koşulda anlamını koruyacak bir hikâye anlatıyor film…

        Malick, Jägerstätter ve ailesinin köydeki dışlanma sürecini yeterince vurguluyor. Ama meseleyi biraz daha toplum-birey ilişkileri üzerinden ele almak isteseydi, Jägerstätter’ın savaştan sonra kendi köyünün insanları tarafından yıllarca affedilmediğinin altını çizmek isterdi diye düşünüyorum. Nazilerin yenildiği bir dönemde bile hâlâ ‘affedilmeyen suçu’ ne derseniz, ‘herkesle birlikte hareket etmemek’ denebilir… Çünkü köy, kasaba gibi yerlerde bireyin affedilmez suçlarından biridir bu… Naziler gider, başkaları gelir. O köy ya da parçası olduğun toplumsal grup için önemli olan Nazilere karşı çıkman değil, grubun iradesine karşı çıkmandır. Öyle yerlerde sürünün uyumlu bir parçası olmak, nerdeyse her tür değerden daha önemlidir. Ama Malick, bunları akla getiren bir öykü anlatsa da meselenin eksenini inanç olarak belirliyor; birey–toplum ilişkisini derinlemesine ele almıyor.

        REKLAM

        Biraz araştırdığınızda, Jägerstätter’ın filmde anlatılan hikâyesinin Amerikalı sosyolog Gordon Zahn’ın 1964 yılında yayımlanan ‘In Solitary Witness: The Life and Death of Franz Jägerstätter’ adlı kitabına kadar pek bilinmediğini görmeniz mümkün. Jägerstätter’ın hayatı günümüzde artık ‘gizli’ değil. Tam aksine, ülkesi Avusturya ve Hıristiyan dünyası için tarihi bir kişilik. Yine de Malick’in ‘gizli bir yaşam’ başlığıyla ne demek istediği önemli. Çünkü Jägerstätter, Nazilerin tüm Avrupa’ya hükmettiği bir dönemde sürüden ayrı durmayı göze alırken gelecekte adının nasıl anılacağıyla ilgilenmedi. O, sadece vicdanı ve inancı açısından en doğru olanı yapmak istedi…

        Malick, filmde karakterlerin dile getirdiği ‘Haksızlık yapmaktansa haksızlığa uğramak daha iyidir’ veya ‘İyi adama kötülük işlemez’ gibi fikirlerle şiddete karşı pasif direnişin yanında olduğunu belli ediyor; filme sağlam bir düşünsel çerçeve çizmesini biliyor.

        Malick’in filmlerinde, artık stilinin alametifarikası haline gelen hareket halindeki sallantısız kamerası, ‘Gizli Bir Yaşam’da da karşımıza çıkıyor. Steadycam’e takılı kamera, karakterleri yakından ve sıklıkla alt açılardan takip ediyor. Çoğunlukla geniş açılı objektifler ve hareketli kamerayla çektiği planları, bazen sıçramalı bazen de zamansal açıdan ardışık olmayan bir kurguyla birleştiriyor. Uzun çekimleri seviyor ama sürekli kullanmıyor. Hızlı kurgu sinemasını değil ama paralel montajı tercih ediyor. Film boyunca hep aynı üslubu koruyor. Sahneleri, farklı duygulara göre farklı tarzlarda çekmiyor.

        Malick sinemasının yapı taşının, kadrajların içerdiği resimsellik olduğunu düşünürüm… İlk filmlerinden bu yana ışıkta doğallığı sever. Gün ışığı onun için çok önemlidir. Temel ışık kaynağı her zaman güneştir. İç mekânlarda da ışık kaynağı genelde pencerelerden gelir.

        Malick ‘Gizli Bir Yaşam’da yıllardır birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki ile değil, Lubezki’nin filmlerinde Steadycam operatörü olarak görev alan Jörg Widmer ile çalıştı. Malick ve Widmer’in birlikte doğal ışığı ve doğanın renklerini öne çıkaran harika bir işe imza attıklarını düşünüyorum. Renklerin canlılığını koruyan keskin kontrastlı bir sinematografisi var filmin. Köy dışındaki çekimlerde de renk paletini gerçekçilik ve doğallıktan uzaklaşmadan belirlemişler. ‘Gizli Bir Yaşam’ açıkçası sadece görüntü çalışması için bile önerebileceğim bir film…

        Malick filmlerinde müzik, fon müziği olmanın ötesinde içerdiği aşkınlık duygusuyla da öne çıkar. James Newton Howard’ın müziği de bizi filmdeki maddi dünyadan adeta koparıyor. Ama bunda doğal seslerin katkısı büyük. James Newton Howard, doğanın sesleriyle müziği ayrılmaz şekilde iç içe geçiren kompozisyonlarla filme önemli bir katkıda bulunuyor.

        Görüntü, kamera, müzik ve kurgu… Bunlar bir Malick filminde beni asla rahatsız etmeyen unsurlardır. ‘Gizli Bir Yaşam’da da anlatım üslubuyla hiçbir sorunum olmadı. Filmin meselesini ele alışını sevdim ama 2 saat 47 dakikanın bu film için gerçekten çok uzun bir süre olduğunu düşünüyorum. Filmin dramatik eksenini ‘Naziler için savaşmak istemeyen bir çiftçi’ olarak özetlersek buna 167 dakika boyunca ‘çiftçi mahalle baskısına ve devlete karşı’ dışında başka bir dramatik fikir eklenemiyor… Aynı dramatik motifler fazlasıyla tekrar ediyor.

        August Diehl, Valerie Pachner gibi film boyunca gayet iyi oynayan ve ana dili Almanca olan aktörlerin İngilizce konuşmasının verdiği rahatsızlığı bir yana bırakıyorum. Asıl olarak, Almanca ve İngilizce arasındaki gidiş gelişleri hiç sevmediğimi söyleyebilirim. Avusturya köyünde ana karakter ve onun çevresindekilerin İngilizce, diğer karakterlerin ise Almanca konuşması, ‘yabancılaştırma efekti’ olarak filmle arama mesafe koydu. Franz Jägerstätter ile eşi Fani arasındaki birkaç diyalog gibi istisnaları saymazsak Almanca, film boyunca köydeki düşmanlığın, Nazi zulmünün ve bürokrasinin dili olarak geliyor karşımıza. İngilizce ise büyük oranda ‘iyi insanların’ anlaştığı dil işlevini görüyor. Bu yaklaşımın filmi basit bir sembolizme indirgediğini, Almanca’ya haksızlık yaptığını ve gerçekçiliğe zarar verdiğini düşünüyorum. Özetle, keşke tüm film Almanca olsaydı, demeden kendimi alamıyorum. Malick’in bu konuda sözgelimi bir Quentin Tarantino kadar hassas olmaması üzücü…

        ‘Gizli Bir Yaşam’, ‘Badlands’ (1973), ‘Days of Heaven’ (1978) ve ‘İnce Kırmızı Hat’ (1998) kadar olmasa da sevdiğim bir Malick filmi oldu. Tüm eserleri arasında bir sıralama yaparsam ‘The New World’ün (2005) bir üstüne koyarım…

        Dünya prömiyerini 2019 yılında Cannes Film Festivali’nde yapan ve geçtiğimiz ocak ayında birçok ülkede gösterime giren ‘Gizli Bir Yaşam’, Türkiye’de ilk olarak Filmekimi’nde seyircilerle buluştu. Şimdi Digiturk BeinConnect Boxoffice’ten kiralayarak seyretmeniz mümkün.

        ‘Gizli Bir Yaşam’ın, askeri yargıç rolünde seyrettiğimiz İsviçreli usta oyuncu Bruno Ganz ile Piskopos Fliesser’i canlandıran, ‘Ejderha Dövmeli Kız’ serisinden tanıdığımız İsveçli aktör Michael Nyqvist’in son filmleri arasında yer aldığını da belirtelim…

        7/10

        Diğer Yazılar