Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        (UYARI: Yazıda ‘The Undoing’ dizisinin finaliyle ilgili bilgilere yer verilmese de bazı yorumlar ilk 5 bölümdeki sürpriz gelişmeleri ele verebilir.)

        HBO yapımı ‘The Undoing’, son dönemin en çok konuşulan dizilerinden biri... Nicole Kidman, Hugh Grant gibi yıldız oyuncuları; ‘Ally McBeal’, ‘Big Little Lies’ gibi popüler dizilere imza atmış senaryo yazarı David E. Kelley ve sinema filmleriyle tanınan yönetmeni Danimarkalı sinemacı Susanne Bier’in varlığıyla iddiasını baştan ortaya koyan bir iş…

        Jean Hanff Korelitz’in 2014 tarihli ‘You Should Have Known’ adlı romanından uyarlanan ‘The Undoing’, özü itibarıyla bir ‘Katil kim?’ polisiyesi… Öykünün merkezinde korkunç ve kanlı bir cinayet var. Dolayısıyla, aydınlık bir dizi olduğunu söylemek mümkün değil; ama jenerik tam tersi bir duyguyla başlıyor. Nicole Kidman’ın canlandırdığı Grace Fraser olduğunu tahmin ettiğimiz küçük bir kız çocuğu çıkıyor karşımıza jenerikte. Her şeyiyle mutlu ve neşeli görünüyor. Seçilen renkleri ve görsel duygusuyla dizinin bütünüyle kontrast oluşturan iyimser ve çok hafif bir havası var jeneriğin... Ama cinayeti hissettiren kan kırmızısı renkler şöyle bir belirip kayboluyor. Hoş ve duygusal bir şarkının eşlik ettiği jenerik, küçük Grace’in bir sabun köpüğünü patlatmasıyla sona eriyor.

        REKLAM

        Grace Fraser’ın Elena Alves cinayetine kadar olan bütün hayatının ‘sabun köpüğü’ kıvamında hafif ve tatlı bir hayat olduğunu söylemek mümkün. Grace, New York’un en varlıklı ailelerinden birinin kızı… Başı sıkıştığında arayabileceği çok güçlü bir babası (Donald Sutherland) var. Harvard mezunu bir klinik psikolog olarak mesleğinde başarılı bir kariyere sahip. Boş vakitlerinde hayır işleriyle uğraşıyor. Yıllar önce üniversitede tanıştığı eşi Jonathan Fraser (Hugh Grant) ise bir onkolog… Şehrin en pahalı özel okulunda öğrenim gören, ayrıca keman eğitimi alan sorunsuz bir oğulları var ve Central Park’ın karşısında güzel ve büyük bir evde yaşıyorlar.

        Grace bir gün, bütün bu mutlu hayatın büyük bir yanılsama olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor. Sözgelimi, 18 yıllık eşini hiç de iyi tanımadığı ortaya çıkıyor. Sadece eşinin değil, en yakın arkadaşı Sylvia’nın (Lily Rabe), babasının ve oğlu Henry’nin (Noah Jupe) kendinden sakladığı gerçekleri keşfettikçe, inandığı her şeyin yıkıldığını görüyor. Elena Alves cinayeti hayatını alt üst edene kadar Grace, jenerikteki kız çocuğu kadar huzurlu ve mesut biri aslında… Babasının çocuk yaşta kendisi için oluşturduğu güvenlik çemberinin içinde bir yanılsama olarak sürdürüyor hayatını. Psikolog olarak başka insanların belki en gizli sırlarına ortak oluyor; onların hayatını, ilişkilerini derinlemesine analiz ediyor ama kendi ilişkisindeki ve burnunun dibindeki sorunlardan habersiz olarak yaşıyor…

        ‘The Undoing’, New York’un elit kesiminden psikolog Grace Fraser’ın yerle bir olan ‘tatlı hayatı’nı nasıl toparlayabileceği sorusu üzerinden gelişen bir dizi… ‘Katil kim?’ sorusunun altıncı ve son bölümde netleşen yanıtını bir yana bırakırsak, bütün dizi Grace Fraser’ın Elena Alves cinayeti sonrasında başına gelenlere verdiği tepkiler üzerine kurulu… Bütün iyi polisiyelerin ortak özelliği, ‘Katil kim?’ sorusunun sadece bir yem olmasıdır. Asıl önemli olan, biz o yemin peşinde koşarken karakterlerin yaşadığı deneyimlerdir…

        Kaldı ki, bir polisiye olarak dramatik mekanizması iyi kurulmuş bir dizi ‘The Undoing’… Son bölüme kadar Grace dahil bütün ana karakterlerin cinayeti işleyebileceğine dair bazı ipuçları sunuluyor. Sözgelimi, Grace’in babası okul müdürüne öyle bir tehdit konuşması yapıyor ki içinde karanlık bir yan olduğunu seziyoruz… Ayrıca hiç kimseye güvenemeyeceğimiz bir ortam oluşuyor. Olayın en uzağında görünen Sylvia ve hatta küçük Henry bile bizi kuşatan kuşku çemberine dahil oluyor. Öte yandan, herkesin masum olabileceğine dair düşünce tohumları da ekiliyor zihnimize. Kuşkusuz, tüm bunlar polisiyenin temel kuralları… Ama ‘The Undoing’i bir polisiye ya da mahkeme gerilimi olarak çok beğendiğimi söyleyemem. Sözgelimi, 4’üncü ve 5’inci bölümlerin polisiye entrikayı köpürtmenin, kafamızı daha da karıştırmanın ötesinde çok fazla dramatik işlevleri olduğunu düşünmüyorum. Buna karşılık, Grace’in olay karşısındaki tepkilerine, kafa karışıklıklarına ve iç çatışmalarına odaklanan ilk ilk 3 bölümü çok daha ilgi çekici buluyorum.

        REKLAM

        Özellikle de ilk bölümü… Çünkü bu bölüm Grace Fraser ile Elena Alves (Matilda De Angelis) arasındaki adı tam konamayan tuhaf ‘çekim’ üzerine… Elena’nın hayırsever veliler toplantısında bebeğini emzirmesiyle başlayan süreç, asansördeki küçük öpücükle zirveye çıkıyor… Öyle bir ilk bölüm seyrediyoruz ki, roman ve dizi hakkında hiçbir şey bilmeyen saf seyirci, dizinin geri kalanının Grace ile Elena arasındaki ilişkiye odaklanacağını dahi düşünebilir. Sonuçta, Grace’in Elena’dan etkilendiği aşikâr ve ikisi arasında çarpıcı zıtlıklar var.

        Elena kontrol edilemeyen cinsel tutkunun veya saf libidonun simgesi gibi çıkıyor karşımıza… Elena duygularına söz geçirmeyen bir sanatçı. Grace ise işinde analitik zekâsını kullanan tam bir kontrol insanı. En zor anlarda dahi serinkanlı kalabiliyor. Özellikle altıncı ve son bölüm, Grace’in analitik zekâsını kullandığında neler yapabileceğini gösteriyor… Öte yandan, Elena’da Grace’in hayatında eksikliğini çektiği bir şeyler olduğunu hissediyoruz. Cesaret, tutku ve dürüstlükle ilgili şeyler bunlar… Buna karşılık, Elena, Grace’e oranla çok daha kırılgan ve zayıf biri.

        Dizinin ilk bölümünün ardından Elena ile eşi arasındaki bağı keşfetmesi, Grace’i çok daha derinden etkiliyor. Elena’yla duygusal bağ kurmuş olması, dizinin geri kalanına çok farklı bir hava getiriyor.

        İkinci ve üçüncü bölümlerin çarpıcı yanı, Grace’in vereceği kararla ilgili olması… Israrla masum olduğunu söyleyen eşi Jonathan’ın yanında mı duracak, yoksa aldatılmanın öfkesiyle karşısına mı geçecek? Peki, yıllarca kendisine yalan söyleyen eşi Jonathan’ın cinayet konusunda doğruları söylediğini nasıl bilecek? Krize girdiğinde vicdan ve aile çıkarları arasında nasıl karar verecek? ‘The Undoing’in üstünde şekillendiği asıl sorular bunlar…

        Öte yandan, dizi Grace’le de aramıza bir mesafe koyuyor. Avukat Haley Fitzgerald (Noma Dumezweni) ile olan konuşmasında Grace’in aklından geçenleri anlayamıyoruz. Avukat, ‘Suçlu olsa dahi onu kurtarabilirim’ diyor açık açık... O noktada, Grace’in eşine yardım etme konusundaki asıl motivasyonu bizim için de muğlak kalıyor. Çocuğunu katil bir babanın oğlu olmaktan kurtarmak için mi yapıyor her şeyi? Yoksa kendisi için mi? Masum olduğu ortaya çıkarsa Jonathan ile yoluna devam etmek mi istiyor? Tüm bunlar, Grace’in de yanıtını bulamadığı sorular… Sahip olduğu toplumsal konumun her şeyin önüne geçme ihtimalini de seziyoruz. ‘Aldatan bir erkek, katil bir eş veya babadan daha iyidir’ diye düşündüğünü zaten tahmin ediyoruz. Jonathan’ın masumiyetiyle aile de bir şekilde aklanacak çünkü…

        REKLAM

        ‘The Undoing’, Grace’in zihnindeki tüm bu kargaşayı anlatabildiği için iyi bir diziydi benim için. Özellikle de ilk 3 bölümü itibarıyla… Amerikan polisiyesinde güçlü bir ekoldür bu… ‘Katil kim?’ sorusundan ziyade karakter analizi öne çıkar. Kaldı ki, burada sadece psikolojik açıdan değil, sosyal olarak da bakılıyor karakterlere… Özellikle Grace Fraser ve babası Franklin Reinhardt’ın sosyal konumunun altı özenle çiziliyor. Yönetmen Susanne Bier, New York elitlerinin yaşadığı Manhattan’ın Central Park manzaralı bölgesini filmin görselliğinin önemli bir parçası haline getiriyor. Baba Franklin Reinhardt Yukarı Doğu, Grace ve ailesi ise Yukarı Batı’da yaşıyor. Aralarında ise Central Park uzanıyor…

        Susanne Bier, dizi boyunca yakın planlardan hiç vazgeçmeyen bir anlatım tutturuyor… Karakterlerin zihninden geçenlere, bizi bu yakın planlarla yaklaştırmak ve onlarla ilgili kendi kararımızı vermemizi istiyor belli ki... İlk bölümlerde gözlerin yakın planlarına da özel ilgi gösteriyor. Gözü ya da dudakları yüzün bütünlüğünden koparmak kara filmlerden gelen bir alışkanlıktır. Bazı yönetmenler ‘femme fatale’ (meşum kadın) karakterleri için özellikle bu tür çekimler yaparlar… Bier, ilk bölümde Elena Alves’i bir ‘femme fatale’ duygusuyla filme dahil ediyor. Ama ondan ziyade Grace’in gözlerini yakın planlarla karşımıza getiriyor. Dizi ilerledikçe Elena Alves femme fatale imajından uzaklaşıyor; bir kurban haline geliyor. New York elit hayatına özlem duyan, sınıfsal yanıyla öne çıkan bir karaktere dönüşüyor. Öte yandan, sanatçı Elena Alves’in evi ve atölyesi, New Yorklu eltilerin bol gölgeli koyu renkli evlerine oranla hayat enerjisiyle dolu, sıcak, tutkulu mekânlar olarak tasvir ediliyor. Elena, New Yorklu elitlerin ağır, soğuk ve donuk dünyasının tam karşıtında yer alan doğal bir karakter…

        Yeri gelmişken görüntü yönetmeni Anthony Dod Mantle’ın da baştan sona işlevsel ve sağlam bir iş çıkardığını belirtelim. Grace’in hayatta istediği her şeye sahip olan varlıklı babası Reinhardt’ın müzede bulunan, sahip olamayacağı bir tabloyu takıntı haline getirmesi kayda değer bir ayrıntı. Onu sürekli aynı tabloya bakarken görüyoruz. Tabloya egemen olan altın rengindeki o sıcak sarı ışık, New Yorklu elitlerin hayatında göremediğimiz bir renk paletini temsil ediyor.

        REKLAM

        Oyuncu performanslarına geldiğimizde, Nicole Kidman’ın dizinin merkezinde yer alan Grace Fraser’da her zaman olduğu gibi yine gayet iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum. Kidman, Fraser’ın duygusal serüvenini incelikle yorumluyor. Hugh Grant ise oyunculuğunun farklı yönlerini göstererek, kariyerinin en iyi performanslarından birine imza atıyor. Franklin Reinhardt’ta usta Donald Sutherland ve o yaşta bir çocuğun süreçten nasıl etkilenebileceğini çok iyi yansıtan genç Noah Jupe da başarılılar... Polis dedektifinde Edgar Ramirez, Elena’da Matilda De Angelis, Elena’nın eşinde Ismael Cruz Cordava ve avukat Haley Fitzgerald’da Noma Dumezweni’nin performanslarıyla diziye önemli katkılarda bulunduğu söylenebilir.

        Katilin kim olduğunu öğrendiğimiz final bölümü özellikle mahkeme sahneleriyle öne çıkıyor ve belirli bir yere kadar ilgiyle, heyecanla izleniyor. Ama her şey çözüldükten sonra gelen aksiyon-gerilim sekansı bence çok gereksiz kaçıyor ve dizinin dramatik ağırlığını hafifletiyor…

        Beğenmediğim bazı yanlarına karşılık ‘The Undoing’ artıların ağır bastığı bir dizi oldu benim için… ‘The Undoing’in tüm bölümlerini şimdi BeinConnect’te seyretmeniz mümkün…

        6.5/10

        Diğer Yazılar