Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Üstüne düşündükçe, analiz ettikçe sırlarını açık eden, seyircilerden gelen yorumlarla zenginleşip anlam kazanan filmler vardır… Bazısı çözümlemesi zevkli bir bulmaca gibi gelirler önümüze… Bazısı ise ‘çözümlenmeye, anlaşılmaya’ karşı kayıtsızdır sanki… Serbest çağrışımla yazılmış gibi duran, öncelikle eğlenceli ve uçuk bir seyir deneyimi oluşturmaya çalışan filmlerdir bunlar.

        2009 tarihli ‘Vavien’den sonra sinema filmi çekmeye uzun bir ara veren Yağmur ve Durul Taylan’ın yönettiği ‘Azizler’ de ‘Nasıl isterseniz öyle yorumlayın, hepsi bana uyar’ diyen filmlerden… Severseniz sorun yok, yorumlarken istediğiniz kadar uçabilirsiniz ama benim gibi hayal kırıklığı yaşayıp pek sevmediyseniz eğlenceli diyaloglar, komik durumlar ve Taylan biraderlerin özenli anlatımı dışında tutunacak bir dal bulmanız pek kolay değil.

        Senaryoyu Berkun Oya ile yazan Taylan biraderler, gerçekçilik güzergahını çok kısa sürede terk eden, ‘Tüm bunlar gerçekten oluyor mu, olmuyor mu?’ kafasında ilerleyen bir anlatı tutturuyorlar. Alışıldık anlamda bir hikâye yok. İki ana karakter Aziz (Engin Günaydın) ve Erbil’in (Haluk Bilginer) amaçları ve hedeflerinden ziyade dertleri veya istekleri üzerine kurulmuş gevşek örgülü bir dramatik yapıdan söz edilebilir.

        REKLAM

        Aziz (Engin Günaydın) sevgilisi Burcu’dan (İrem Sak) ayrılmak, kaybettiği kolyeyi bulmak, 5-6 yaşlarındaki ‘canavar’ yeğeni Caner’den (Göktuğ Yıldırım) kurtulmak, arada Erbil’e göz kulak olmak ve asıl önemlisi yalnız kalıp kafa dinlemek istiyor. Erbil’in (Haluk Bilginer) arzusu ise ölmeden önce son bir gönül macerası yaşamak gibi görünüyor ilk başta… İş yerinden tanıdığı Vildan’a (Gülçin Santırcıoğlu) yaklaşmak için artık hayatta olmayan karısı Kamuran’ın (Binnur Kaya) ‘konuşan fotoğrafı’ndan izin alırken kıskançlık krizine kapılıyor ve planı değişiyor…

        Aziz ve Erbil hayatı ağır çekimde yaşayan düşük enerjili karakterler… Her ikisinin de var olmaktan dahi yorulmuş bezgin halleri, filme damgasını vuruyor. Aynı işyerindeki diğer iki yan karaktere baktığımızda, Fatih Artman’ın oynadığı Cevdet’in de onlardan farkı yok. O da hedefsiz ve nötr biri… Kaldı ki, üç dört sahnede Aziz ve Erbil’e eşlik etmek dışında filmde önemli bir dramatik işlevi olduğunu söylemek zor. Ama köfte ekmek yerken tanık olduğumuz iştahı kayda değer…

        Üçünün de çalıştığı şirketin patronu Alp (Öner Erkan), çok daha enerjik, arzulu bir karakter… Ayrıca film boyunca somut bir hedefi var. Sürekli Aziz’le takılmak ve onu yeni aldığı gösterişli evinde ağırlamak istiyor. Sırf evine gelsin diye bir sürü masrafa girdiği partiler bile düzenliyor.

        Bu dört karakter, dijital işler üzerinden para kazanan bir şirkette çalışıyor ve bu, bizi ‘Azizler’in yalanlarla, sanal gerçeklikle ilgili alt metinlerine götürüyor... Alp, filmin en eğlenceli sahnelerinden birinde Aziz’i müşterilerine ‘CGI uzmanı’ diye tanıtıyor… Müşteriler, kızlarının çektiği ve sosyal medyada paylaştığı videoların görüntülenme oranlarını yükseltmek için oraya gelen bir anne–baba (Bergüzar Korel-Halit Ergenç)… Şirketin onlara ‘gerçekmiş gibi görünen sansasyonel videolar’ hazırlamasını istiyorlar. Hırslı ebeveynlerin sosyal medyada düşen görüntülenme oranları nedeniyle yaşadığı panik ve yalana sarılma arzusu, filmin günümüz dünyasına getirdiği en somut eleştirilerden biri… O noktada, daha en başından Aziz’in gerektiğinde yalan görüntüler hazırlayan, sanal gerçeklik üzerine çalışan biri olduğunu aklımızda tutmamız isteniyor. Aziz’le ilgili takıntıları olan Alp de kendi hayatını yalan gibi kurgulamaktan çekinmeyen biri. Aziz’e hiç yalnız kalmayan, sürekli eğlenen mutlu zengin adam imajını vermeye çalışıyor.

        REKLAM

        Erbil’in de aynı yalan ve sanal kurguları üreten şirkette çalıştığını düşünürsek, iki ana karakterin varoluş bunalımlarının, işlerini pek sevmemekten kaynaklandığını düşünebiliriz. Ama filmdeki karakterleri motive eden nedenlere dair elde açık veriler yok. Her şeyi bize bırakan filmin ele aldığı herhangi bir konuya odaklanıp derinleşmek gibi bir niyeti yok ne yazık ki… Taylan biraderler dalgın ve dağınık kafada ilerleyen, komik ayrıntılara boğulan bir dramatik düzenek kuruyorlar.

        Finale doğru, sosyal medya ve röntgencilik üzerine de bir şeyler söyleniyor sanki... Hatta kafenin camına yapışarak Burcu ile Aziz’i akvaryumdaki balık gibi seyreden insanlar ile ekran karşısındaki bizler arasında bir bağ kurulduğunu söylemek mümkün.

        ‘Azizler’ üzerine söylenebilecek en kesin şeylerden biri, yalnızlık ve ne istediğini tam olarak bilmeyen insanlar üzerine bir film olduğu… Ama bana sorarsanız bu temaların nereye vardığı belirsiz kalıyor. Bu hedefsizliği, ‘absürt komedi’ye bağlayıp filmin hiçbir temaya tam olarak odaklanamayan dağınık halini erdem gibi görmek isteyenlere diyecek bir şeyim yok.

        ‘Azizler’, bana göre ideal bütünlükten yoksun olsa da bazı sahneler, ayrıntılar ve diyaloglar itibarıyla yer yer parlak bir film. Sözgelimi, Erbil filmin bir sahnesinde, ‘Ne demiş İbni Haldun: Hayat uzun bir yürüyüş, yarı yolda kesilmemek için yeni bir çocukluk bulmak gerek’ gibi akılda kalıcı, anlamlı sözler ediyor. Ama tüm filmi buradan okumak istediğinizde çok da anlamlı bir yere varmanız mümkün değil. Azi ve Erbil'in kendilerine yeni bir çocukluk aradığını öne sürmek zor. Buna karşılık, Alp ve şirkete gelen hırslı ebeveynlerin daha çok 'marazi çocukluk' peşinde oldukları söylenebilir..

        Hazır ‘marazi çocukluk’tan söz etmişken filmin en çarpıcı ve anlamlı imgesine geçebilirim. Annesi (Hülya Duyar) ile babasını (İlker Aksum) dahi kontrol altına almış küçük yeğen Caner, kuşkusuz sadece dayısı Aziz’in değil, hepimizin ortak kâbusu olarak filmin galiba en can alıcı karakteri… Caner memlekette yükselişe geçen lümpen kültürün somut bir yansıması… Caner’le görüşen psikiyatristin (Okan Yalabık) dediği gibi popüler kültüre maruz kalan her çocukta görülebilecek bir ‘hastalık’ bu… Özetle, ‘canavar çocuk’ Caner, hepimizin gelecek endişelerini yansıtan güçlü bir imge.

        Fantazi dahil farklı komedi tarzlarını birleştiren; bazen fıkraları bazen yerli mizah dergilerindeki ‘konuşma balonları’yla dolu karikatürleri akla getiren ‘Azizler’de absürt komedi adına sadece iki güçlü imge olduğunu düşünüyorum. İlki, az önce sözünü ettiğim 6 yaşında lümpenleşmiş çocuk… Diğeri ise Burcu’nun kapıldığı tekrar döngüsü... Aziz’in kız arkadaşı Burcu ilk bölümde kafede kolyeden söz ederken aynı jestler ve vurgularla bozuk plak gibi sürekli aynı cümleyi söylemeye başlıyor. Filmdeki gerçeklik duygusundan aslında Burcu’nun aynı replikte takılı kalmasıyla birlikte uzaklaşıyoruz. Aziz bir gece kafenin önünden geçerken hâlâ aynı şeyi söylemeye devam eden Burcu’nun kafedeki hali, dışardan büyük bir ekran görüntüsünü andırıyor. Burcu sanki bir filmin içinde gibi ve Aziz onun gerçekliğine dahil olamıyor… Burcu burada dokunamadığımız sanal gerçekliği getiriyor akla ya da kapatma düğmesini bulamadıkça seyretmek zoruna kaldığımız bozuk bir videoyu…

        Filmin en sağlam yanlarından biri oyunculuk… Tüm oyuncular, hep birlikte birçok eğlenceli sahneye imza atıyorlar. Ama genel olarak filmi beğendiğimi, daha önemlisi etkilendiğimi söylemem çok zor. Filmi çok seven, hatta şahane bulanlar olduğunu biliyorum. En iyisi filmi onlara emanet edip aradan çekilmek gibi geliyor bana… Çünkü ne yalan söylemeli, açık şekilde imzaları olmasa bu filmin Taylan biraderler ve Berkun Oya tarafından yazıldığına biraz zor ikna olurdum. (Netflix)

        5/10

        Diğer Yazılar