Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Scott Beck ve Bryan Woods’u 2015 yılının sürpriz hitlerinden ‘Sessiz Bir Yer’ (A Quiet Place) filminin yazarları olarak tanıyoruz… Daha önce yazar ve yönetmen olarak imza attıkları ‘Spread’ (2012) ve ‘Nightlight’ (2015) gibi korku – gerilim filmleriyle adlarını duyurabildiklerini söylemek zor…

        Buna karşılık, ‘Sessiz Bir Yer’den sonra Hollywood’un dikkatini çekmeyi başardılar ve farklı projeler üzerine çalışmaya başladılar. Yazıp yönettikleri üçüncü uzun film ‘Kâbus Evi’ (Haunt), bu projelerin ilkiydi.

        En baştan söylemekte yarar var. ‘Kâbus Evi’nin kıyamet sonrası öyküleriyle korku gerilimi birleştiren ‘Sessiz Bir Yer’le hiçbir alakası yok. Deyim yerindeyse ‘hardcore bir korku filmi’ duruyor karşımızda. Özellikle kan ve şiddet dozajı yüksek…

        Halloween gecesini profesyonel korku şovu yapan ‘Perili Ev’lerden birinde noktalamak isteyen 6 genci konu alan ‘Kâbus Evi’, yapımcısı Eli Roth’un filmlerini hatırlatan bir B filmi estetiğine sahip… ‘Eli Roth’ deyince, benim aklıma bir grup insanın bir grup insana acımasızca işkence ettiği filmler gelir. 2000’li yıllarda korkuda sınır tanımak istemeyen genç seyircilerin bağırlarına bastığı, hem grafik hem hikâye olarak aşırılıklarla dolu filmlerdir bunlar… ‘Testere’ gibi farklı bir yaklaşıma sahip olmadığı sürece bu tür aşırılıklara ilgi duyduğumu söyleyemem… Aynı ekolün bir ürünü olan ‘Kâbus Evi’ de öyle çok orijinal ve yenilikçi bir film değil belki ama kendine göre bir havası olduğu inkâr edilemez.

        REKLAM

        Beck ve Woods, ilk bakışta korku türünün birçok tanıdık unsurunu bir araya getiriyor. İlk bölüm itibarıyla, teen-slasher formatını son yıllarda örneklerini gördüğümüz tarzda bir çeşit ‘kaçış odası’ (escape room) öyküsüyle birleştirdiklerini düşünüyoruz. Kaldı ki, ‘bütün korkuların toplandığı’ bir korku antolojisinin içinde gibiyiz… Gençler, ormanlık arazinin içine kurulmuş ‘Perili Ev’ tesisine girdikleri andan itibaren kendilerini bir çeşit ‘interaktif korku müzesi’nde buluyorlar. İçeride popüler korku filmlerindeki karakterleri hatırlatan farklı masklar takan ve genelde sessiz duran bir takım ürkünç tiplerle karşılaşıyorlar. Oraya biraz şamata yapıp eğlenmeye geldikleri için önce olayın tadını çıkarmak istiyorlar. Ama korku şovuyla gerçeklik arasındaki sınırlar giderek belirsizleşiyor ve bir noktadan sonra kendilerini ‘Testere’, ‘Hostel’ filmlerini akla getiren bir ortamda buluyorlar. Çünkü gizemli birilerinin hiçbir masraftan kaçınmadan, büyük özen ve incelikle hazırladığı bir yerdeler…

        Onlar dehşet dolu tuzaklardan kurtulmaya çalışırken biz de tüm bunların altından neler çıkacağını düşünüyor, finalde karşımıza çıkacak neden – sonuç ilişkileri üzerine tahminler yapmaya çalışıyoruz.

        ‘Kâbus Evi’ ilk bakışta ‘sürprizli, oyunlu’ filmlerden biri gibi görünmüyor. Tam tersine eski usul, düz ve dürüst bir korku filmi izlenimi veriyor. Dürüst çünkü seyircisini aldatmıyor, yanlış yollara sürüklemiyor. Düz çünkü direkt hedefine kilitleniyor. Seyirciyi ürpertmek, germek ve dehşete düşürmek dışında yan yollara sapmıyor; iyi ile kötü arasındaki savaşı anlatıyor.

        Öte yandan, ana karakteri Harper (Katie Stevens) üzerinden tüm filmi baştan sona kontrol eden tuhaf ve yer yer kuşku verici bir alt metin örgüsü kurduğu da inkâr edilemez. Filmi seyretmeden önce öykünün gelişimiyle ilgili ipuçlarını öğrenmek isteyen okurlarımızla burada veda ederek bu alt metin üzerine biraz kafa yorabiliriz.

        Harper, erkek şiddeti nedeniyle geçirdiği kötü çocukluğun ardından yetişkinliğinde de benzer sorunlar yaşayan bir karakter… Erkek arkadaşına baktığımızda çocukluk travmalarını henüz aşamadığını, eril şiddetin kurbanı olarak sıkışıp kaldığını görüyoruz. Halloween gecesi Harper’ın sadece Perili Ev’in canavarlarıyla değil, kendi çocukluğunun acı hatıralarıyla savaştığına da tanık oluyoruz. Dolayısıyla, bütün filmi, sembolik düzeyde Harper’ın eril şiddete karşı verdiği fiziksel ve psikolojik bir mücadele olarak düşünmek mümkün.

        REKLAM

        Hatta hikâyeyi çok gerçekçi bulmayanlara, Harper karakteri üzerinden alternatif bir film okuma olanağı sunulduğu dahi söylenebilir. Öyle ki, istersek her şeyi Harper’ın zihninde geçen bir kurgu olarak düşünmemiz mümkün. Çünkü gecenin en kritik anlarında karşımıza hep Harper’ın verdiği kararlar çıkıyor. Gece kulübündeki Halloween partisinde Nathan’ı (Will Brittain) gözüne kestirip yanına giden o… Daha Perili Ev fikri ortada dahi yokken gece kulübünün çıkışında evde karşımıza çıkacak şeytan maskeli adamı sokakta gördüğünü unutmayalım… İnternette civardaki en yakın Perili Ev’i ararken aracı kullanan Evan’ın o yan yola sapmasını da Harper istiyor… Daha Perili Ev’e gitmeden önce, çocukluğundaki, yani zihnindeki perili evden söz etmesini atlamamak gerekiyor. Annesinin yüzüğü bütün öyküyü birleştiren bir metafor. Harper dışında diğer karakterlerin geçmiş öykülerinin olmaması, kuşkusuz ayrı bir nokta… Her şey bir yana, filmin son 10 dakikasında rüya ve gerçek arasındaki sınırlar giderek belirsizleşiyor.

        Filmin hoş yanı, ister Harper’ın öznel algı dünyasında isterse nesnel gerçeklikte geçsin, öykünün her iki düzeyde de çalışması ve alt metinlerin her koşulda aynı anlama gelmesi… Sonuçta her şey, Harper’ın korkuların kurbanı olmaya karşı verdiği bir mücadeleye bağlanıyor.

        İnternetteki sinema sitelerinde 2019’un en iyi korku filmleri listelerinde adına rastlayabileceğiniz ‘Kâbus Evi’, gösterime girdiğinde ABD’de genellikle olumlu tepkiler almıştı. Türkiye’de ise 30 Ekim 2020’de sinema salonlarında seyircilerle buluşmuş ama pandemi nedeniyle uzun süre gösterimde kalamamıştı. Şimdi BeinConnect’te seyredebilirsiniz. Ama sadece korku meraklılarına hitap eden, genellikle karanlıkta geçen kasvetli bir gece filmi olduğunu da belirtelim.

        6/10

        Diğer Yazılar