Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Geçtiğimiz Oscar ödüllerinde En İyi Uluslararası Film seçilen Danimarka yapımı ‘Körkütük’ (Druk – Another Round), kara mizah ve dram arasında gidip gelen; hüznü ve eğlenceyi yan yana getiren bir film. Yapım öyküsüne baktığımızda, filmin neden iki farklı ton arasında gidip geldiği hakkında bir tahmin yürütmemiz mümkün.

        Filmin fikri, yönetmen Thomas Vinterberg’in kızı Ida’dan geliyor. Babasının Viyana’da tiyatro yaparken yazdığı bir oyunu filme uyarlamasını öneriyor Ida. Vinterberg, kızının önerisi üzerine senaryoyu Tobias Lindholm ile yazıyor ve çekimlere başlıyor. Çekimlerin dördüncü gününde çok trajik bir olay yaşanıyor. Filmin oyuncu kadrosunda da yer alan Ida trafik kazasında hayatını kaybediyor. Vinterberg yaşadığı büyük acıdan ötürü çekimleri bırakıyor önce. Ne var ki, bir süre sonra, ekiple birlikte toplanıp, filmi hep birlikte Ida’nın hatırası için çekip bitirmeye karar veriyorlar. Hatta filmdeki gençlerin çoğunu Ida’nın sınıf arkadaşları canlandırıyor. Dolayısıyla, ‘Körkütük’ün satır aralarında Ida’yı kaybetmenin hiç dinmeyecek o sızısını hissetmek mümkün.

        Öte yandan, ‘Körkütük’, Vinterberg’in önceki işlerine oranla seyri daha kolay bir film. Buna karşılık, iş yorumlamaya geldiğinde ‘yolları çatallanan bir bahçe’ bekliyor bizi. Çünkü yönetmen Thomas Vinterberg’in filmi çekerken net fikirlerden yola çıkmadığını, açık tezlere ulaşmak istemediğini düşünüyorum. ‘Körkütük’, tümüyle duygular üzerinden gelişen, ‘kafası karışık’ ama seyircilerle dürüstçe iletişim kurmak isteyen bir film.

        Vinterberg ve Lindholm’un başlangıçtaki hedefinin ‘alkol almayı öven’ bir film olduğu biliniyor. Ama kızı Ida’yı kaybetmesiyle Vinterberg’in filmi çok daha başka bir yere taşıdığı belli. Filmin son haline baktığımda, alkolün artı ve eksilerinin bir arada ele alındığını, hatta belirli bir noktadan sonra alkolizm uyarısı taşıyan sahnelerin daha fazla öne çıktığı kesin. Özellikle, Anika’nın (Maria Bonnevie) Martin’e (Mads Mikkelsen) ‘Bütün ülke manyaklar gibi içiyor’ dediği sahneyi unutmak mümkün değil.

        ‘Körkütük’, çok farklı okumalar yapılabilecek filmlerden... Kesin olan, Vinterberg’in net tezler üzerinden ilerlemek istemediği, seyircilerle birlikte düşünmek istediği... Bence gözden kaçırılmaması gereken asıl nokta, ‘Körkütük’ün özü itibarıyla alkol kullanmak ya da kullanmamakla ilgili bir film olmaması…

        ‘Körkütük’ orta yaş bunalımı yaşayan dört lise öğretmeninin hayata yeniden bağlanmak istemeleri üzerine bir film her şeyden önce... Bu arada, ‘kayıp gençliklerini bulma arzularını’ unutmamak gerek. Alkol, onlar için kaybedilmiş gençliğe yeniden kavuşmalarını sağlayan bir araç aslında. Ayrıca, her şeyin başladığı noktaya dönersek, mesai saatleri içinde alkol kullanmaya kendi mutluluklarından ziyade ‘daha iyi öğretmen’ olmak için başladıklarını biliyoruz.

        Sonuçta her şeyin, son sınıf öğrencileri ve velilerin bir araya gelip, tarih öğretmeni Martin’e getirdikleri ağır eleştirilerle başladığını unutmamak gerek. Ona açık açık kötü ders verdiğini söylüyorlar ki biz de önceki sahnelerden haklı olduklarını biliyoruz. Ne var ki, eğitim dönemi bittiğinde aynı öğrencilerin Martin’e duygularını ifade ettikleri sahneyi seyrederken, filmin derinlerindeki mesele açığa çıkıyor. Çünkü burada Martin’in ‘daha iyi öğretmen olma’ hedefine ulaşsa da özel hayatında mutluluğu bulamadığını, tam aksine daha büyük sorunlar yaşadığını biliyoruz. Diğer üç karakter için de durum farklı değil: Öğrencilerine verebilecekleri her şeyi verseler de alkolizmin ve ruhsal yıkımın eşiğine gelmiş durumdalar… İşte bu yüzden, ‘Körkütük’ öğretmen – öğrenci ilişkileri açısından da kayda değer bir film. Öte yandan, işini en iyi şekilde yapmaya çalışırken içindeki yaşama enerjisini ve ‘gençlik duygusu’nu kaybeden tüm yetişkinlere hitap eden bir yanı da var.

        REKLAM

        Eğitimi konu alan diğer filmlerden en önemli farkı, öğretmen – öğrenci ilişkilerini, öğretmenlerin kaybedilmiş gençliğe ulaşma arzusu üzerinden ele alması… Çünkü öğretmenler içlerindeki gence yaklaştıkça öğrencilerle daha güçlü bağlar kuruyor, daha anlayışlı oluyorlar.

        Ayrıca Vinterberg’in, filmi Danimarka’daki iki yaygın gençlik ritüeliyle başlatıp bitirdiğini unutmamak gerek. Açılışta gençlerin gölün çevresinde bira içerek yarıştığını görüyoruz. Martin’in sarhoş halde ders verirken öğrencilerine söz ettiği ve bu sayede onları hemen yakaladığı eğlenceli bir ‘gençlik ritüeli’ bu… Final sahnesi ise lise mezunlarının şehirde kamyonlarla dolaştığı ve bira içtiği geleneksel bir Danimarka kutlaması sırasında geçiyor. Martin, Nikolaj (Magnus Millang) ve Peter’in (Lars Ranthe) kutlamaya katılıp gençlerin mutluluğu, neşesi ve eğlencesi içinde kaybolup gitmek istediklerine tanık olduğumuzda, filmin asıl meselesi bir kez daha açığa çıkıyor. Onların en başından beri kayıp gençliklerini aradıklarını hissediyoruz.

        Özellikle film boyunca arkadaşlarının ısrarlarına karşın dans etmeyen Martin’in, Danimarkalı Scarlet Pleasure grubunun, açılışta da duyduğumuz ‘What A Night’ şarkısı eşliğinde adeta kendini kaybetmesi ve şahane figürlerle dans etmeye başlaması unutulacak gibi değil. Uzun süredir seyrettiğim en iyi final sahnesi bu… Uzun vadede sinema tarihinin en güzel ve anlamlı dans sahnelerinden biri olarak anılacağını düşünüyorum. Sinema duygusunun çok güçlü olması, Mads Mikkelsen’in şahane performansı ve şarkının güzelliği bir yana, asıl olarak filmin anlamına yaptığı katkı açısından unutulmaz bir sahne seyrediyoruz. Orada Martin’in ‘orta yaşlı sıkıcı bir eş, baba ve tarih öğretmeni’ olmadan önce kim olduğunu hatırlıyoruz. Dans ederken bir zamanlar caz balesiyle ilgilenen o tutkulu genç geliyor gözümüzün önüne. Yeri gelmişken, filmin Danimarkalı felsefeci Soren Kierkegaard’ın ‘Gençlik nedir? Bir düş…’ sözleriyle açıldığını da belirtelim.

        REKLAM

        Finalde, Martin, Nikolaj ve Peter’in hayatlarına nasıl devam edecekleri, alkolizme teslim olup olmayacakları hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Anika’dan gelen ‘Seni özledim’ mesajının Martin için ‘mutlu son’ olup olmadığını kestirmemiz de mümkün değil. Tek bildiğimiz, Martin ve arkadaşlarının en başından beri bir düşün, yitirilmiş gençliğin peşinde oldukları. Filmin ortasında sözlü sınav sırasında yapılan diğer Kierkegaard alıntısını düşündüğümüzde, bir kez başarısız olmalarının aslında önemli olmadığını, yeniden, belki başka şekilde deneyeceklerini biliyoruz. Kaldı ki, Martin’in dansı o kadar güzel ki gençliğin yaşla ilgisi olmadığını, her daim süren bir ruh hali olduğunu düşünmemiz mümkün…

        Hali vakti yerinde olan bir grup üst orta sınıf erkeğin varoluş sıkıntılarını anlatan bu filmi beğenirsiniz beğenmezsiniz, o ayrı bir mesele. Ama ‘Körkütük’ün uzun vadede hem alkol bağımlılığını hem de orta yaş bunalımını konu alan filmler arasında özel bir yeri olacağını sanıyorum. Filmin başarısında Vinterberg’in anlatımının da kuşkusuz büyük payı var. Lars Von Trier’le birlikte başlattıkları Dogma 95 adına çektiği filmlerden beri anlatımında değişmeyen en önemli unsur hareketli el kamerası kuşkusuz. Ama önceki filmlerine oranla galiba çok daha ‘seyirci dostu’ ustalıklı bir kamera kullanımı var. ‘Körkütük’, hikâye anlatımı itibarıyla Vinterberg’in ustalık dönemi eseri olarak kabul edilebilir. Vinterberg’in özellikle dört karakterin bir araya geldiği, konuştuğu, eğlendiği, içki içtiği ve sarhoş oldukları tüm sahnelerde mükemmel iş çıkardığını düşünüyorum. Bu sahnelerde dünyayı onların gözünden görmemizi, duygularını bire bir yaşamamızı ve orada onların yanında olmamızı sağlıyor. Martin’in öğrencilerine adeta tarih şovu yaptığı sınıf çekimlerini de ayrı bir yere koymak gerek. O sahnelerde öğrencilerle birlikte biz de eğleniyoruz.

        Spor öğretmeni Tommy rolünde Vinterberg’in favori oyuncularından Thomas Bo Larsen dahil olmak üzere ana rollerdeki tüm oyuncular çok iyi. Ama Mads Mikkelsen’in oyunculuğunu ayrı bir yere koyuyorum. Vinterberg, birçok sahnede kamerasını Mikkelsen’e yaklaştırıyor ve gerisi ona bırakıyor. Mikkelsen de her seferinde mükemmel iş çıkarıyor. Yaş günü kutlama yemeğinde ne diyeceğini bilemediği, susup kaldığı ve ağlamaklı olduğu sahne mesela… Mikkelsen rol yapmaya gerek görmeden, karakteri derinden yaşayabilen ve oynadığını belli etmeyen doğal oyunculardan biri. Minimal oyunculuk tarzıyla filme gerçekten çok şey katıyor.

        ‘Körkütük’, geçtiğimiz cuma gümünden bu yana sinema salonlarında gösterimde.

        7.5/10

        Diğer Yazılar