Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Antalya Altın Portakal Film Festivali, ‘Yıldızların Altında’ adı verilen üç ayrı açık hava sinemasında, film ekiplerinin katıldığı gösterimlerle sürüyor. Cannes, Venedik gibi ‘majör’ festivallerden gelen ‘Drive My Car’, ‘Kahraman’ ve ‘Kürtaj’ gibi ödüllü yapımların yarışma dışı olarak yer aldığı yabancı film programı gayet iyi. Belgesel ve kısa filmler için de aynısını söylemek mümkün. Ama her yıl olduğu gibi festivalin vitrini yine ulusal uzun metraj film yarışması…

        Seyircilerle festivalin ilk akşamında buluşan ‘İki Şafak Arasında’ ve ‘Zuhal’, yönetmenlerinin ilk uzun konulu filmleri olma özelliğini taşıyorlar.

        ‘İki Şafak Arasında’
        ‘İki Şafak Arasında’

        Selman Nacar’ın yazıp yönettiği, dünya prömiyerini San Sebastian Film Festivali’nde yapan ‘İki Şafak Arasında’, 24 saat içinde geçen hikâye örgüsü, sahici yan karakterleri ve ana karakter Kadir’in (Mücahit Koçak) yaşadığı ahlaki çıkmazlar itibarıyla tansiyonun giderek yükseldiği, tıkır tıkır akıp giden bir film. Sabah babasının tekstil fabrikasında yaşanan iş kazası sonrası, işçinin ailesine haber verme görevini Kadir üstlenir. Başlangıçta nüfuz ve güç sahibi babasının en doğrusunu yapacağından emindir ama bir süre sonra çözümün değil, sorunun parçası olduğunu kavramaya başlar. Sadece yardım edebilme kabiliyeti ve iyi niyetinin sınırlarını keşfetmez; sınıf ilişkilerinin giderek keskinleşen kırmızı çizgilerinin hangi tarafında durduğunu kavrar. En kötüsü, vicdanının sesini dinleyerek doğru olanı yapmaya çalıştıkça ailesinin gücü karşısında ezildiğini fark etmesidir. Akşam evlenmek istediği kızın ailesiyle tanışmaya gittiğinde, hayatı boyunca o güç karşısında çok dik duramadığını hissederiz. Öyle ki, geleceğinin bile ipotek altında olduğunun farkında değildir. Uzun planlara dayalı anlatımı, senaryosu, her biri çok iyi çalışılmış oyunculukları ve ele aldığı temalar itibarıyla ‘İki Şafak Arasında’, benim için festivalin öne çıkan filmleri arasında.

        REKLAM
        ‘Zuhal’
        ‘Zuhal’

        Nazlı Elif Durlu’nun senaryosunu Ziya Demirel’le birlikte yazdığı ve tek başına yönettiği ‘Zuhal’, duyduğu bir kedi miyavlamasıyla hayatı yavaş yavaş alt üst olan Zuhal’in (Nihal Yalçın) hikâyesini anlatıyor. Durlu, ilk baştan itibaren sesin Zuhal’in zihninden gelip gelmediği konusunu seyirci açısından belirsiz bırakıyor. Kaldı ki, sesin gerçekliği Zuhal için de belirsizliğini koruyor. Ama sesi asla duymazlıktan gelmiyor. Filmin asıl meselesinin, tam da bu ‘kabul etmeme ve sonuna kadar ısrar etme’ hali olduğu söylenebilir. Dışardan bakıldığında psikolojik sorun olarak görülebilecek durum, Zuhal açısından bir inat öyküsüne dönüşüyor. Bütün filmi birey – toplum ilişkilerinin alegorisi olarak okumak mümkün. Yalnız yaşayan ve hayatlarını başkalarının düşüncelerine göre belirlemeyen bireyler konusunda ön yargılarımızı provoke eden bir yanı da var filmin. Öyle ki, Zuhal’in asıl motivasyonunun zor durumdaki bir kediye yardım etmek olduğunu; onu hayatta tutmak istediğini dahi unutup gidiyor ve takıntısına, çevresiyle uyumsuzluğuna odaklanıyoruz. ‘Zuhal’ ince mizah duygusuna karşın seyirci açısından kolay film değil. Öyle su gibi akıp gittiği de söylenemez. Hatta kendini tekrar ettiği, süresini iyi kullanamadığı dahi öne sürülebilir. Ama kendi adıma filmin öyküsünü, fikrini, seyirciyle oynamasını ve mizah duygusunu önemsedim. Bazen çevremizdeki hayat ve insanlar hepimize tuhaf gelir, kendimizi yalnız hissederiz. Böyle zamanlarda duyularımız, duygularımız, sezgilerimiz bizi hayata ve gerçekliğe bağlar. Uyum sağlamak veya normal görünmek için kendimize ihanet etmekle sonuna kadar gitmek arasında kalırız. En doğrusu ise galiba deli ya da anormal görünme korkusunu tümüyle bir yana bırakmaktır. ‘Zuhal’in tüm bunları düşündüren bir film olarak hafızamda kalacağını düşünüyorum.

        ‘Kafes’
        ‘Kafes’

        Festivalin ikinci akşamında seyirciyle buluşan ilk film Cemil Ağacıkoğlu’nun ‘Kafes’iydi.

        ‘Eylül’ (2011), ‘Tarla’ (2016) filmleriyle tanıdığımız Ağacıkoğlu, suç filmlerini akla getiren açılış sahnesinin ardından Tarihi Yarımada’nın arka sokaklarına götürüyor bizi. Filmin ilk bölümünde olup bitenlerin nasıl bir hikâyeye bağlanacağını anlamak başta hiç kolay değil. Ama dakikalar ilerledikçe eski polis memuru Hasan’ın (Tarhan Karagöz) çekip çevirmeye çalıştığı o ucuz oteli, orada kalan göçmen kadınları ve onların çevresindeki dünyayı daha iyi tanımaya başlıyoruz. Tüm bu gözlemler, bu düşmüşlük ve kaybetmişlik hali, filmin asıl derdi haline geliyor. Hasan’ın amacı mahkemede adını temize çıkarmak, polislik mesleğine geri dönmektir ama avukat tutacak parası bile yoktur. Suç dünyasına girmemek için direnir, borç bulmaya çalışır. Kendisine ihanet ettiğini düşündüğü eski polis arkadaşı Yahya’yı (Murat Kılıç) takip ederken aklından geçenleri, yaptığı planları tam olarak kestiremeyiz. Polislikten atılmasına neden olan olaylar zinciri de bir türlü netleşmez. Ağacıkoğlu, nedenlerden ziyade sonuçlara odaklanır. Kesin olan, Hasan’ın çıkışsız bir dünyada sıkışıp kaldığı, içindeki öfkeyle savaşmakta zorlandığıdır. ‘Kafes’ odaksız ilerleyen, öykü anlatımı sorunlu bir film gibi görünüyor. Ama asıl sorun galiba ana karakterin ‘ruhsal yolculuk’, ‘keşif’ gibi dramatik süreçlerden geçmemesi; sadece olumsuz yönde belli belirsiz bir değişim yaşaması. Buna karşılık, sıkışmışlık hissini seyirciye geçirmesini bilen, en alttakilerin dünyasını gerçekçi şekilde yansıtan bir film olduğunu düşünüyorum.

        REKLAM
        ‘Bağlılık: Hasan’
        ‘Bağlılık: Hasan’

        Semih Kaplanoğlu, ‘Bağlılık: Hasan’a rüya gibi bir çocukluk hatırasıyla başlıyor. Hasan’ın yattığı yerden doğrulmasıyla bu sahnenin duygusu dağılıyor ve maddi kazançlarını artırmak için elinden gelen her şeyi yapmaya hazır bir adamın huzursuz dünyasında buluyoruz kendimizi. Geçimini babasından kalan topraklarda çiftçilik yaparak sağlayan Hasan (Umut Karadağ) ile eşi Emine’yi (Filiz Bozok) tanıdıkça sadece kendi hedeflerine odaklanan, başkalarını pek düşünmeyen insanlar olduklarını anlamak pek zor değil. Yıllardır bekledikleri haberi alıp Hac için Mekke’ye gitmeye hazırlandıkları dönemde, Hasan ‘kul hakkı yememek’, ‘helallik istemek’, ‘helalleşme’ gelenekleri üzerinden hayatına, ilişkilerine farklı bir yerden bakma ihtiyacı duyuyor. Hayatını üzerine kurduğunu düşündüğü sözde manevi değerlerle eylemleri arasındaki çelişkilerle yüzleşiyor. Yıllardır görmediği, konuşmadığı abisiyle helalleşme isteği ise onu hiç beklemediği bir hayat tecrübesine doğru sürüklüyor… ‘Bağlılık: Hasan’ birçok yerden okunabilecek, yorumlanabilecek bir film. Kendi adıma, hayatı boyunca dini vecibelerini belirli ölçülerde yerine getirmenin, inanmanın her şeye yettiğini düşünen ama vicdanıyla hiç yüzleşmeyen bir adamın trajedisi olarak okudum ‘Bağlılık: Hasan’ı… Hasan’ın finaldeki çaresizliği, bazen yakınlarımızın ölümünden daha acı deneyimler olduğunu getiriyor akla. Sadece inanmanın yetmeyeceğini, çevremizde etkileşime geçtiğimiz tüm insanlarla olan bağımız üzerine düşünmemiz gerektiğinin altını çizen bir film ‘Bağlılık: Hasan’. Final dışında da birçok akılda kalıcı an var: Emine’nin örgücü kadının onurlu tavrından sonra yaşadığı hesaplaşmayı pek unutacağımı sanmıyorum mesela. Ayrıca, Hasan’ın borcunu ödemek için gittiği ayakkabıcı sahnesinden de etkilendim. Özellikle Hasan gittikten sonra esnafın hesap defterini çıkardığı o an, film bize adeta tutunacak bir dal veriyor ve Hasan’ın ruhundaki o büyük çoraklığa tam oradan bakmamızı istiyor sanki. Filmin sadece Çanakkaleli çiftçi Hasan’ın değil hepimizin öyküsü olmaya doğru kıvrıldığı anlardan biri bu… ‘Bağlılık: Hasan’ın Kaplanoğlu’nun ‘Bal’dan sonra en çok sevdiğim filmi olduğunu söyleyebilirim.

        Festivalin üçüncü akşamı gösterilen, Ferit Karahan’ın yazıp yönettiği ‘Okul Traşı’nı, Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde kazandığı FIPRESCI ödülünün ardından daha önce izleyip ayrıntılı şekilde yazmıştım. Dileyenler o yazıyı okuyabilir.

        ‘Okul Traşı’ bence ulusal yarışma bölümünün en iyi filmlerinden biri. Festival dışında seyircilerle ne zaman buluşur bilmiyorum ama kendi adıma konuşursam, gösterime girdiği yılın en iyi yerli filmlerinden biri olacağına pek kuşkum yok.

        Antalya’da ulusal yarışmada yer alan diğer filmlerle ilgili düşüncelerimi ve genel değerlendirmemi hafta sonu paylaşmayı düşünüyorum… Son olarak, festival filmlerinin gördüğü ilgi nedeniyle ek seanslar konduğunu belirtelim.

        Diğer Yazılar