Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Geçtiğimiz Antalya Film Festivali sırasında ‘Kürtaj’ın (L'événement) Türkiye’deki ilk gösteriminde iki seyircinin fenalık geçirdiğini, sağlık görevlilerinin müdahale ettiğini hatırlıyorum.

        Hafta başında Beyoğlu sinemasındaki basın gösterisinde kimseye bir şey olmadı ama kendi adıma bazı sahnelere dayanmakta zorluk çektiğimi söyleyebilirim.

        ‘Kürtaj’ gerçekçi bir dram. Dolayısıyla, korku gerilimle ilgisi yok gibi görünebilir. Buna karşılık, içerdiği gerilim duygusu ve bazı sahneleri itibarıyla korku filmlerinden eksik kalır yanı yok.

        Öte yandan, duygusal ve düşünsel etki açısından baktığımızda, farklı bir durum var. Korku – gerilim filmleri içgüdülerimize hitap eder. Olup biten her şeyi güvenli bir koltukta seyretmenin verdiği rahatlık vardır. Genellikle öfkelenmeyiz; ama ‘Kürtaj’ı seyrederken ana karakteri o duruma düşüren yasal uygulamalara öfkeleniyoruz. Oturduğunuz güvenli koltuk, korku filmlerinin aksine rahatsızlık veriyor.

        Önce yaşanmış bir olayı konu alan hikâyeyi özetleyelim. Yıl 1963. Fransa’dayız… Kız yurdunda kalan 23 yaşındaki Anne (Anamaria Vartolomei), taşrada yaşayan dar gelirli orta halli bir aileden geliyor. Annesiyle (Sandrine Bonnaire) iyi bir ilişkisi var. Fransız edebiyatı derslerinde sınıfın en parlak öğrencilerinden biri. İlerleyen sahnelerde sadece edebiyat öğretmenliği değil, yazarlık yapmak istediğini de öğreniyoruz. Yüksek eğitim, gelecekte kendi hayatını kurmanın ve ekonomik bağımsızlığını kazanmanın ilk adımı onun için. Hiç kimseye âşık değil, çevresinde onun için özel biri yok. Partilere gidiyor, o yılların gençler arasında en havalı içeceği olan kolasını yudumluyor ve dans ediyor. Film ilerledikçe, çevresindeki arkadaşlarının çoğunun aksine ön yargıları olmadığını fark ediyoruz. Özgür bir zihne sahip. Kendisi ve bedeniyle barışık bir karakter.

        REKLAM

        Ve bir gün hamile olduğunu öğreniyor… Hiç beklemediği bir gelişme olmasa da öğrendiğinde ne yapacağını şaşırıyor. Hayatına kaldığı yerden devam edebilmesi, derslerine odaklanabilmesi için istenmeyen hamileliğini bir an önce sona erdirmesi gerekiyor. Kürtaj her şeyiyle zor bir süreçken o çok daha zoruna hazırlıyor kendini. Çünkü o yıllarda Fransa’da kürtaj yasak. Dahası, yaptıran, yapan ve suça ortak olan herkesi hapis cezaları bekliyor. Anne’e hamile olduğunu söyleyen doktorun, yardım isteği karşısında kürtajın imasından dahi rahatsız olduğunu fark ediyoruz. Başka bir doktora daha gidiyor ama bir süre sonra, ülkedeki sağlık sisteminin kendisiyle değil sadece çocuğunu doğurmasıyla ilgilendiğini fark ediyor ve başının çaresine bakmak zorunda kaldığını anlıyor.

        Yönetmen Audrey Diwan, Annie Ernaux’nun 2000 yılında yayımlanan otobiyografik romanından Marcia Romano ile birlikte yaptığı uyarlamada, sadece Anne’in kişisel deneyimlerine odaklanan bir film koyuyor ortaya. Görüntü yönetmeni Laurent Tangy’nin kamerası, film boyunca Anne’i yakından takip ediyor. Kamera çoğunlukla hareketli ve dar ölçeklerde çalışıyor. Audrey Diwan ve Laurent Tangy, çerçeve oranı olarak 1.37:1’i tercih ettikleri için baştan sona nerdeyse ‘klostrofobik’ bir film seyrediyoruz. Belli ki hedefleri, görsel dikkatimizi ayrıntılarla hiç dağıtmadan, resme değil sürekli Anne’e odaklanmamızı sağlamak. Diwan, Anne’in çevresindeki dünyadan ziyade gördüklerine, yaşadıklarına ve hissettiklerine tanık olmamızı istiyor. Sonuçta hedefine ulaşıyor. Anne ile film boyunca duygu birliği kuruyor, çaresizliğini ve acılarını içimizde hissediyoruz.

        Öte yandan, güçlü bir karakter. Yönetmenin en çok vurgulamak istediği ve başarılı olduğu nokta, Anne’in yasal dayatmaya karşı hayatı, geleceği ve özgürlüğü için tek başına mücadele etmesi… Film boyunca 1960’lar Fransa’sında kürtaj için sadece yasal yolların kapatılmadığını, hapis cezalarıyla yasa dışı seçeneklerin kadınlar için daha tehlikeli hale getirildiğini görüyoruz.

        İnançlarınız gereği veya başka nedenlerden kürtaja karşı olabilirsiniz; ama kadınların karşısına böyle acımasız bir dayatmayla çıkılmasını nasıl savunabilirsiniz? Çünkü filmi seyrederken Anne’in kararının yasalar karşısında neden hiç önem taşımadığı sorusuna hiçbir yanıt bulamıyoruz. Bir insanın bütün geleceğini, hayallerini, hayatını belirleyen böylesi kritik bir kararda devletin neden yasa zoruyla tek seçenek dayattığını anlayamadığımız gibi…

        Aslına bakarsanız, vatandaşlık vermek dışında, devletin doğacak bebeğin geleceğiyle ilgilendiği de söylenemez. Çocuğun ekonomik olarak kendine yeten bir ailede, ebeveyn sevgisiyle doğru koşullarda büyümesinin belli ki devlet için hiçbir önemi yok. Özetle, devlet tek hedefini bebeğin her koşulda dünyaya gelmesi olarak belirleyerek ve ‘istenmeyen hamilelik’ diye bir durumu asla kabul etmediğini yasalaştırarak, bir kadının bedenini kendi egemenlik alanı olarak gördüğünü açıkça deklare ediyor aslında.

        Filmin bir sahnesinde, o yıllarda Fransa’daki birçok erkek doktorun, kürtaj kararının asla kadınlara ait olmaması gerektiğine inandığını öğreniyoruz. Sonuçta, kürtaj yasağının ardında da aynı kadın düşmanı zihniyet var.

        Filmin ‘kötü adamı’ kürtajı yasaklayan ve süreci Anne için nerdeyse ölümcül hale getiren devlet... Her şeyin gerisinde ise kadın bedenini kendi nüfuz alanına ait gören ve kadının kendi geleceğiyle ilgili karar almasına müdahale eden erkek iktidarı var.

        Yönetmen Audrey Diwan, film boyunca Anne’in kendi bedeniyle ilişkisini ısrarla öne çıkarıyor. Anne, çözüm için çaba gösterirken bedenine zarar vermeyi göze alıyor ve belirli bir noktadan sonra her şeyin bedensel acıyla ilgili hale gelmesine katlanmak zorunda kalıyor. Çünkü her şey hayatına ve bedenine sahip çıkmayla ilgili… Bedenine acı çektirme pahasına yasaların onu yönlendirdiği tek seçeneğe karşı mücadele ediyor. Dolayısıyla, Anne’in kendi bedeniyle kurduğu ilişki, filmin görselliğinin en önemli parçası. Öyle ki bazı sahnelerde ‘Kürtaj’ın biyolojik korku türünün bir örneği olduğunu düşünmek dahi mümkün.

        Diwan, belli ki Anne’in yaşadığı acıları ve zorlukları gerçekçi bir tarzda, yumuşatmadan anlatmak istiyor. Yine de zor sahnelerde ölçülü davrandığını ve istismardan uzak durduğunu düşünüyorum. Anne’in kürtaj olmak için tek başına gittiği evdeki o uzun tek çekim etkileyici. Finale doğru Anne’in yurtta yaşadıklarını anlatan sahnenin de bir benzerini hatırlamıyorum. Özellikle bu ikincisini seyretmekte zorlandığımı söyleyebilirim.

        Çavuşesku dönemindeki yasa dışı kürtajı konu alan 2007 yapımı Romen filmi ‘4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’ ve yasal kürtaj için eyalet değiştiren iki kızın öyküsünü anlatan Amerikan bağımsızı ‘Asla Nadiren Bazen Her Zaman’ (Never Rarely Sometimes Always - 2020) gibi iki olağanüstü filmi düşündüğümde ‘Kürtaj’ın kendi farklılığını ortaya koyduğuna inanıyorum. Önceki filmlerde arkadaşlık ve kadın dayanışması; burada ise karakterin yalnızlığı ve bedeniyle kurduğu ilişki öne çıkıyor.

        2019 yapımı ilk filmi ‘Mais vous etes fou’ (Losing It) ile dikkat çeken Audrey Diwan, senaryoyu hazırlarken ve çekimler sırasında romanın yazarı Annie Ernaux ile gerçekçi bir uyarlama için sıkı bir iş birliği yapmış. Başroldeki Anamaria Vartolomei’nin sade oyunculuğuyla çok iyi bir performans sergilediği ‘Kürtaj’ın geçtiğimiz Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan’ı kazandığını belirtelim. Son olarak ise Fransa’da kürtajın 1975’de serbest bırakıldığını söyleyelim.

        7.5/10

        Diğer Yazılar