Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ‘Kaçış’ (Flugt - Flee) animasyon, belgesel ve uluslararası film kategorilerinde Oscar’a aday olmayı başaran ilk film. Kuşkusuz, asıl ilgi çekici yanı animasyon ve belgesel dalındaki çifte adaylığı.

        ‘Animasyon belgesel’ bilinen ama yaygın olmayan bir format. Burada da yönetmenin aklına gelen ilk format değilmiş aslında. Danimarkalı yönetmen Jonas Poher Rasmussen, Afgan mültecisi arkadaşının hikâyesini başlangıçta, bir radyo programı olarak hazırlamak istemiş. Projenin zaman içinde animasyon belgesele dönüşmesinin nedenlerinden biri, filmde adı Amin Nawabi olarak geçen arkadaşının kamera karşısında gerçek kimliğini paylaşmak istememesi... Kaldı ki, filmde Nawabi’nin gerçek sesiyle animasyon formatında izlediğimiz söyleşiler, başlangıçta hiç kolay geçmemiş. Nawabi yaklaşık 25 yıldır sakladığı sırları Rasmussen’e anlatırken, filmde de tanık olduğumuz gibi zorlanmış.

        ‘Kaçış’ ilk bakışta, Afganistan’da başlayıp Danimarka’da biten tanıdık bir mülteci öyküsü anlatıyor belki. Ama çocukluk yıllarından olgunluk çağına kadar uzanan bir büyüme ve kendini bulma öyküsü aynı zamanda...

        Film yönetmen Rasmussen’in Amin Nawabi’ye ‘Ev senin için ne ifade ediyor?’ sorusuyla başlıyor. Çünkü ‘Kaçış’, özü itibarıyla bir insanın hem gerçek hem ruhsal anlamda ‘ev’ini bulması üzerine bir film… Hatta bütün öykünün Amin’in Afganistan’da kaybettiği aile eviyle Danimarka’da yaşayacağı yeni ev arasında geçtiği söylenebilir. Amin’e göre ev ‘geçici olmayan’ bir yer. Geçmişe, Afganistan’daki çocukluk yıllarına döndüğü ilk sahnede, Amin’in de bir zamanlar ailesiyle birlikte yaşadığı böyle bir evi olduğunu anlıyoruz. Babasının Sovyetler Birliği destekli darbeden sonra gözaltına alınmasından sonra dahi annesi, iki ablası ve abisiyle o evin içinde kendini güvende hissedebiliyor. Ama bir süre sonra, sadece ev değil bütün ülke güvenli olmaktan çıkıyor. Amin ilk gençliğini ve ergenlik sancılarını yaşayacağı bir çağda, kendisini Moskova’da başlayan, ölümcül sonuçları olabilecek çok zorlu bir kaçış serüveninin orta yerinde buluyor. Üstelik cinsel yönelimlerini keşfettiği bir süreç bu… Afgan toplumunda eşcinselliğin hiçbir şekilde kabul edilmediği düşünüldüğünde, Amin’in yaşadığı suçluluk ve bastırma psikolojisini unutmamak gerek.

        REKLAM

        Amin ve ailesinin öyküsünde son 40 yılda, özellikle Soğuk Savaş sonrası şekillenen Yeni Dünya Düzeni’nde milyonlarca evsiz, ülkesiz kalmış insanın yaşadığı sorunları bulmak mümkün. Rüşvetçi polislerden vicdansız insan kaçakçılarına, sığınmacıları insan yerine koymayan Doğu Avrupa rejimlerinden Batı Avrupa’nın katı bürokrasisine kadar sığınmacıların karşılaştığı birçok soruna ve manşetlere konu olan olaylara tanık oluyoruz.

        ‘Kaçış’ı benzer mülteci filmlerinden ayıran yanlarından biri, Amin Nawabi’nin bir ülkeye sığınmacı olarak kabul edilmesinden yıllar sonra başlaması. Diğer bir deyişle, ‘Kaçış’ mutlu son özlemiyle seyrettiğimiz bir mülteci filmi değil. Amin’i tanıdığımızda anadilini unutmaya başlayan, köklerinden kopmanın sıkıntılarını yaşayan Danimarka vatandaşı başarılı bir akademisyen olarak çıkıyor karşımıza. Can güvenliğini sağlamış ama iç huzuruna ulaşamamış biri. Çünkü yıllardır herkesten sakladığı sırlar ve geçmişte yaşadığı travmalar nedeniyle psikolojik olarak hayatına devam etmekte, geleceğe odaklanmakta, kalıcı bir hayata geçmekte zorlanıyor. Eşcinselliğini açık olarak yaşayan ve erkek arkadaşı Kasper’le evlenmenin eşiğindeki Amin için Rasmussen’in kamerasına konuşmak, daha doğrusu geçmişe dönmek terapi sürecinden farksız aslında.

        ‘Kaçış’ çoğunlukla geçmişe dönüşlerle ilerleyen, hafızada geçen bir film… Rasmussen’in tam da bu noktada, yıllar önce İsrail filmi, 2008 yapımı ‘Beşir’le Vals’te (Waltz with Bashir) olduğu gibi animasyon türünü yaratıcı şekilde kullandığını belirtmek gerek.

        Film, son derece sade kara kalem çizimlerle açılıyor. Dünya üzerindeki milyonlarca mülteciyi simgeleyen yüzleri belirsiz insan figürlerinin belirsiz bir hedefe doğru koştuklarını görüyoruz. Buradaki simgesellik değil ama yalın tarz, film boyu devam ediyor. Animasyon formatında tecrübesi olmayan Rasmussen, bilgisayar animasyonunun hiper gerçekçi tarzından ya da canlı çekimleri bilgisayara transfer etmek gibi gelişmiş tekniklerden (rotoscoping) uzak duruyor. Söyleşi çekimlerini model olarak alsa bile Amin’in fiziksel görünüşü başta olmak üzere gerçeklikten değil, hayal gücünden yola çıkıyor. Animasyon yönetmenliğini Kenneth Ladekjær’in yaptığı filmde eski usul el çizimlerini hatırlatan bir tarz tutturuluyor.

        İlk bölümde Rasmussen’in Amin’e ‘Hatırladığın ilk şey ne?’ diye sormasının ardından gelen sahnenin, filmin hafızayla olan ilişkisini, karakterin tüm hayatına damga vuran güvenlik ve özgürlük arayışını çok güzel özetlediğini düşünüyorum. Ablasının elbiselerinden birini giyen 4 yaşındaki Amin, Kabil sokaklarında, walkman’den A-Ha grubunun ‘Take On Me’ şarkısını dinleyerek koşturuyor. Şarkı burada sadece dönemi yansıtmıyor. ‘Take On Me’nin o yıllarda çok konuşulan videosunu hatırlayanlar için sahne, çift anlamlı. Videoda gerçek dünyadaki kanlı canlı bir genç kız, resimli romanın içine çekilir. Burada da Amin’in gerçek dünyadan animasyon evrenine geçmiş gerçek bir karakter olduğunun farkındayız. Sokaklarda koşan ve kimsenin neden kız elbisesi giyiyorsun diye hesap sormadığı Amin, bahçede düşüp dizini yaralayınca annesi ona evde pansuman yapıyor. Amin’in tüm hayatı, çocukken sokaklarda yaşadığı özgürlüğü ve evdeki güvenlik duygusunu aramakla geçiyor aslında… Aynı sahnenin başlarında 1984 yılında Kabil’den seyrettiğimiz nostaljik 8 mm arşiv görüntüleri de kuşkusuz önemli. Bu sahnedeki nostalji duygusu, film boyunca bir daha karşımıza çıkmıyor. Tam aksine, özellikle Moskova’da geçen bölümlerde bir kâbusun içinde gibiyiz. Modern beton blokların içindeki küçük apartman dairesinde yaşayan Afgan ailenin, Meksika dizileriyle hayal dünyasına kaçmaya çalıştığı, polis korkusu nedeniyle dışarıya çıkamadığı çok depresif bir dönem bu…

        ‘Kaçış’ta karakterlerin yaşadığı birçok üzücü ve zor an var. Etkilenerek ve kendinizi kötü hissederek seyrediyorsunuz ama duygu istismarı yok. Rasmussen kullandığı yalın çizim tarzının dışında birçok sahnede belirli bir belgesel estetiği de yakalamaya çalışıyor. Belli ki hedefi seyirciye gerçeklik hissini verebilmek. Dikkatle seyredildiğinde belgesel kamerası ve kurgusunu akla getiren odak belirsizliği ve sıçramalı çekimler (jump cuts) gibi bazı detaylar bulmak mümkün.

        ‘Kaçış’, bizden önce gösterime girdiği birçok ülkede 2021 yılının en iyi filmlerinden biri olarak gösterildi. Üç Oscar adaylığı ile son haftalarda adından daha çok söz ettiriyor. Tüm bu ilgiyi ve övgüyü hak eden bir film olduğunu düşünüyorum.

        7.5/10

        Diğer Yazılar