Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ‘Adamlar’ (Men) korku gerilim türünde ama giderseniz pek alışık olmadığınız tarzda bir film bekliyor sizi.

        Aslına bakarsanız, birçok tanıdık imge, fikir ve trük var. Öykünün de çok yeni ve farklı olduğu söylenemez. Ana karakter Harper (Jessie Buckley), eşi James’in (Paapa Essiedu) ölümünün şokunu atlatmak için taşrada ev kiralıyor. Ne var ki, biraz huzur bulmak, kafa dinlemek için geldiği yerde olaylar tam aksi yönde gelişiyor.

        ‘Adamlar’ ilk bakışta, tekinsiz İngiltere taşrasında geçen gerilim filmleri ile ‘sapkın erkek yalnız kadının peşine düşer’ şeklinde özetlenebilecek korku öyküleri geleneğini birleştirmiş gibi duruyor. ‘Büyük evde tek başına kalan kadın’ imgesi kuşkusuz yeni değil. Ama tüm bunlar sadece ilk izlenim. Film ilerledikçe çok daha başka katmanlar bekliyor bizi.

        Sözgelimi, psiko-analitik yaklaşımı temel alan ve travma üzerine şekillenen bir film seyrediyoruz. Dolayısıyla, karakter psikolojisi öykünün önemli boyutlarından biri. Harper’ın Londra’daki evinde filmin ilk sahnesinde yaşadığı travmatik olayla taşrada yaşadıkları arasında güçlü bağlar var. Sözgelimi, ‘ikiye ayrılmış el’ imgesi… Ayrıca, olayın gerçekleştiği gün James’le evin içinde yaşadıklarına benzer deneyimler yaşıyor Harper: Birkaç kere kapıyı kilitlemeye çalışıyor ve pencereden birilerini görüyor. Özetle, şehirdeki evinde eşiyle yaşadığı olaylar, farklı bağlamlarda farklı şekillerde yeniden tezahür ediyor.

        İşte bu yüzden, bir süre sonra olup bitenlerin gerçekliğini sorgulamaya başlıyoruz. Özellikle, terk edilmiş tüneldeki yankı sahnesinden sonra her şeyin Harper’ın zihninde geçmesi ihtimalini düşünmeden edemiyoruz. Gerçi filmi yazan ve yöneten Alex Garland, bu olasılığı devre dışı bırakmak ve işimizi zorlaştırmak için çaba gösteriyor ama yine de travmanın izleriyle yaşananlar arasındaki bağ, inkâr edilemeyecek kadar açık...

        ‘Adamlar’ bu yanıyla, 1990’ların sonundan itibaren korku gerilim sineması üzerinde etkilerini gösteren David Lynch filmlerini akla getiriyor. Finale doğru korku imgelerinin öne çıktığı bir çeşit rüya veya kâbus estetiği hâkim oluyor filme. Aynı sahnelerde, insan bedenindeki değişimler, rahatsız edici kanlı görüntüler üzerinden David Cronenberg’in ‘biyolojik korku’ filmlerini hatırlıyoruz.

        Filmin ‘resmî’ alt türü ise ‘folk korku’ olarak geçiyor. Çünkü ‘Yeşil Adam’ ve ‘Sheela na gigs’ gibi filmde karşımıza çıkan iki folklorik öğe, ‘Adamlar’ı dolaysız yoldan Britanya halk kültürüne bağlıyor. Garland, kökeni Hıristiyanlık öncesine kadar gittiği varsayılan bu iki gizemli imgenin kesin bir karşılığı veya anlamı olmaması fikrinden hareket ediyor. Her ikisini de seyircilerin serbestçe yorumlayacağı metaforlar olarak kullanıyor. Onların belirsizliği ve ürperticiliğini filmin gizemi haline getiriyor.

        Ayrıca, daha çok komedi starlarının oynadığı filmleri akla getiren bir trük de var filmde. Rory Kinnear, ‘Adamlar’da kasabada Harper’ın karşısına çıkan tüm erkekleri canlandırıyor. Hatta ergenlik çağının eşiğindeki huysuz bir çocuğu bile oynuyor. Tabi ki bilgisayar kökenli görüntülerin desteğiyle… İki yönlü bir metafor bu… Harper’ın tüm erkekleri birbirine benzettiğini veya tümünün eril iktidarın farklı yüzlerini temsil ettiklerini düşünebiliriz. Aynı zamanda, olayların Harper’ın zihninde geçtiğinin göstergesi olarak kabul edebiliriz. Harper, evi kendisine kiralayan Geoffrey’i (Rory Kinnear) gördükten sonra telefondaki arkadaşına ‘Tipik bir taşralı’ olduğunu söylüyor. Ayrıca ilk konuşmalarında ne kadar kibar ve esprili görünmeye çalışırsa çalışsın Geoffrey tuhaf ve biraz rahatsız edici olmaktan tam olarak kurtulamıyor. Harper’ın gelir gelmez bahçedeki ağaçtan elma koparıp yemesinin yanlış olduğunu söylüyor mesela. Sonra ‘Şaka yaptım’ diyor. Belli ki Alex Garland, burada Adem’in cennetten kovulmasına neden olan Havva’yı aklımıza getirmek istiyor. Böyle bir sahnenin ardından taşradaki tüm erkeklerin karşımıza Geoffrey suretinde çıkması, her şeyin Harper’ın zihninde geçtiğini düşünenlerin elini güçlendiriyor açıkçası.

        REKLAM

        Başka filmlerden alışık olduğumuz birçok öğeye karşın ‘Adamlar’ hikâyenin gelişimi ve özellikle finaliyle ‘sürü’den ayrılıyor. Finalde, Harper’ın tam olarak neler yaşadığı başta olmak üzere zihnimizdeki hiçbir soruya açık yanıtlar verilmediğini belirtelim. Geleneksel korku meraklılarını hiç memnun etmeyecek ve filmin ‘fısıltı gazetesi’ndeki tanıtımına ağır darbe vuracak bir yaklaşım bu… Ama tam da burada yapımcıların ‘Adamlar’ı sadece bir korku filmi olarak değil Alex Garland’ın yeni ‘arthouse’ yapıtı olarak önümüze sundukları aşikâr.

        Garland finalin aşırıya kaçan belirsizliği ve filmle ilgili soruları yanıtlarken ‘Adamlar’ı seyircilerin yorumlaması için yaptığını söylüyor. Ayrıca öncekiler dahil hiçbir filminin tek ve doğru bir yorumu olmayacağının altını çiziyor.

        Sonuçta, yanıtlar veren değil, sorular soran bir film. Kuşkusuz detaya inildikçe her seyircide farklı çağrışımlar uyandıracaktır ama ‘Adamlar’ın Garland’ın tarif ettiği gibi her seyirciye çok farklı anlamlar ifade edecek ‘mürekkep testi’ gibi film olduğunu pek düşünmüyorum. Yaşananların nereye kadar düş, nereye kadar gerçek olduğu belirsiz bırakılsa da alt metinlere baktığımızda, filmin bizi götürdüğü açık adresler var.

        ‘Adamlar’, öncelikle MeToo çağını yansıtan bir korku filmi. Flash-back sahnelerde Harper’ın eşi James’in, aralarındaki ilişkinin bitmesini kabul etmediğini görüyoruz. ‘Ayrılırsak intihar ederim’ tehditleri savuran, içindeki şiddeti bastıramayan zayıf karakterli biri James. Sevdiğini ve sevilmek istediğini sanan ama kadını bilinçdışında kendi malı olarak gören bir erkek.

        Olup bitenlerden sonra Harper, eşinin ölümünden suçluluk duymaması gerektiğinin belki farkında ama hepimizin bildiği gibi bilinçdışı, rasyonel neden sonuç ilişkilerinden ziyade duygularımızla ilgilidir. Dolayısıyla, Harper tekinsiz İngiltere taşrasında sadece baskıcı erkekler ve eril iktidarın sembolleriyle karşılaşmıyor en derindeki duygularıyla da yüzleşiyor.

        Eşi James ile taşradaki erkekler arasındaki ‘biyolojik bağ’ inkar edilemez bir hale geldiğinde, Harper çözüm aşamasına geliyor.

        REKLAM

        Tam da burada, Harper’ın gerektiğinde fiziksel mücadeleye girerek erkeklere direnmesini unutmamak gerek. Bıçak ve balta gibi, korku filmlerinde erkeklerin kullandığı ev aletleriyle çıkıyor onların karşısına.

        Taşraya gelirken yalnızlığı tercih etmesi, telefonda konuştuğu arkadaşını hemen çağırmaması kayda değer detay. Harper’ın erkeklerle mücadeleye hazır olduğunu hissediyoruz. Çünkü güçlü. Zayıf ve korkak davranmıyor.

        Harper’ın temel hatası, taşradaki o güzel, büyük ve konforlu eve sakinleşmek ve her şeyi unutmak için gelmesi galiba. Ama orada kaldıkça unutmanın kolay olmadığını anlıyor. James’in ölümüyle yüzleşmesi ve içindeki bastırılmış duyguları açığa çıkarması gerektiğini; ancak o şekilde hayata devam edebileceğini keşfediyor.

        Evin civarındaki ormanlık arazide yürüyüş yaparken rast geldiği eski demiryolu tünelinde yankıları duyabilmek için Harper’ın ısrarla kendi adını söylemesi anlamlı... Orada sanki kendi bilinçdışına sesleniyor ve çağrısı karşılıksız kalmıyor. Tünelin ucundan daha sonra ‘çıplak adam’ olduğunu anlayacağımız gizemli varlığın çıkması tesadüf değil. Çıplak adam bir süre sonra Britanya folklorundaki ‘Yeşil Adam’a benzemeye başlıyor. ‘Yeşil Adam’ folklorda baharı, yeniden doğumu, doğayı ve saf haliyle erkekliği simgeliyor belki. Ama Harper için tehdit edici eril bir imge olarak beliriyor. Polis yakaladığında Yeşil Adam’ın ne yapacağını bilmeyen şuursuz veya deli biri olması anlamlı. Sonuçta, Harper’ın bilinçdışından gelen bir hayalet ve tıpkı onu yakalayan polis gibi Harper da onunla ne yapacağını bilmiyor.

        Harper’ın civardaki kiliseyi ziyaret ettiği sahne de anahtar niteliği taşıyor. Harper burada taşa oyulmuş ‘Sheela na gigs’ adı verilen folklorik figürü görüyor. ‘Sheela na gigs’ dişil ve tehdit edici bir imge… Kiliselere ve farklı binalara yüzyıllar boyunca kötü ruhları korkutmak için konulduğu tahmin ediliyor. Sembolde kadını korkutucu ve tehdit edici gösteren bir yan var. Filmdeki tüm erkeklerin Harper’ı ‘Sheela na gigs’ gibi gördüklerini düşünebiliriz.

        REKLAM

        Harper bu sembolü gördükten sonra kilisede papazla konuşurken kocasının ölümüyle suçlanıyor. Papazın Harper’ı şefkatle tutarmış gibi görünen elinde sahiplenici, taciz edici, tehditkâr bir kavrayış var. James’in Harper’a vurduğu eliyle taşradaki erkeklerin eli arasındaki alttan alta bir bağ olduğu kesin.

        Son olarak finale gelirsek, ne kadar belirsizlik olursa olsun Harper’ın eve gelen arkadaşına gülümsemesi, suçluluk duygusundan kurtulduğunun işareti gibi kabul edilebilir.

        Özgün olduğu inkâr edilemeyecek bir film ‘Adamlar’ ama kendi adıma çok etkilendiğimi söyleyemem. Finale doğru tasarladığı doğurma ve döngü imgeleri akılda kalıcı ama ‘Adamlar’ın iyi yazılıp düşünülmüş bir finalden mahrum olduğunu düşünüyorum. Bu arada, pek korkutucu olduğu söylenemez. Asıl sorunu ise galiba karakter dramı olarak tatmin edici bir yere bağlanamaması. Yine de her koşulda kendi türü içinde cesaretli bir deneme...

        Sonuçta, üstüne düşünmekten ve yazmaktan keyif aldığım bir film oldu. Garland’ın yönettiği ‘Ex machina’ ve ‘Yok Oluş’u (Annihilation) ikibinli yılların en iyi bilimkurguları arasında görürüm. ‘Adamlar’ın da korku gerilimde son yılların en özgün işlerinden biri olarak anılacağını düşünüyorum.

        6.5/10

        Diğer Yazılar