Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ‘Resmi Yarışma’nın (Competencia oficial) açılış sahnesinde multimilyoner Humberto Suárez’in (José Luis Gómez) nasıl ve neden film yapmaya karar verdiğini öğrendiğimizde, aklımıza işin mutfağına hiç girmemiş birinin sinema tecrübesi üzerine eğlenceli bir komedi geliyor. Suárez’in festivallerin yükselen yönetmenlerinden eksantrik Lola Cuevas (Penelope Cruz) ile ilk randevusu da bu izlenimi güçlendiriyor. Bir yanda kibirli sanatçı, diğer yanda deneyimsiz ve heveskar yapımcı duruyor. İkisi karşı karşıya geldiğinde ‘İşte ideal çatışma ortamı!’ diye geçiriyoruz içimizden. Ne var ki, ‘Resmi Yarışma’nın hikâyesi çok başka bir yerden ilerliyor. Öncelikle, filmin büyük bölümü sette değil, senaryo okuma provaları aşamasında geçiyor. Yapımcı Suarez, okuma provalarıyla birlikte yardımcı karakter konumuna geçerken, Lola’nın yönettiği ‘Rekabet’ adlı filmin iki başrol oyuncusu, Iván Torres (Oscar Martínez ) ve Félix Rivero (Antonio Banderas) tüm ağırlıklarıyla çıkıyorlar sahneye. Filmin sonuna kadar da ‘sahne’den hiç inmiyorlar.

        En kestirme yoldan söylersek, ‘Resmi Yarışma’ öncelikle üç karakterin ego savaşları üzerine… İlk okuma provası, gelecekte olacakların açık bir işareti gibi... Lola, canlandıracakları karakterler hakkında ne düşündüklerini sorduğunda metot oyuncusu Iván Torres kapsamlı bir yanıt verirken; Félix Rivero henüz hiçbir şey düşünmediğini çünkü rolüne hazırlanmaya gerek görmediğini, metni okurken ne hissederse öyle oynayacağını söylüyor. Bunun üzerine Torres, hemen iğneleyici ve eleştirel bir yorum getiriyor. Lola, provalar boyunca sık sık takınacağı ‘poker yüzü’ ile yani ifadesiz şekilde dinliyor konuşmaları. Bir sanat filmi yönetmeni olarak içten içe Iván Torres’i desteklediğini düşünüyoruz. Ama çok değil, birkaç dakika sonra Iván’ı karşısına alarak öyle bir ego şovu yapıyor ki Lola’nın daha ilk andan yönetmen olarak ağırlığını koyduğunu, daha doğrusu ‘sopasını gösterdiği’ni anlıyoruz. Hedef olarak Iván’ı seçmesi kuşkusuz tesadüf değil. ‘Rolüne nasıl hazırlanırsan hazırlan, ne kadar büyük oyuncu olursan ol, umurumda değil. Önemli olan benim söylediğim gibi oynaman’ demek istediği öylesine belli ki, Iván bile alttan almak zorunda kalıyor.

        REKLAM

        İlk bakışta, Lola’nın oyuncu seçimi aşamasında doğru karar verdiğini, iki oyuncu arasındaki gerilimin kaçınılmazlığını öngördüğünü ve bunu filmin lehine çevirmek istediğini düşünebilirsiniz. Sonuçta, yapımcısı Suarez’le konuşurlarken, iki erkek kardeşin ömür boyu süren rekabeti üzerine bir roman uyarlaması çekeceğini öğreniyoruz. Dolayısıyla, Lola’nın böylesi bir rekabeti inandırıcı kılmak için tarzı ve imajı ile birbirine taban tabana zıt iki oyuncuyu seçmesi, belirli bir mantığa oturuyor. Ama okuma provaları ilerledikçe oyuncular arasında yükselen gerilimin filmin lehine olmayacağı belirginleşiyor. Daha şaşırtıcı olansa, Lola’nın yönetmen olarak onların arasını yumuşatmak yerine ego savaşında üçüncü odak olmayı tercih etmesi... Öyle ki, bazı noktalarda, Iván ve Félix’in en azından duygusal olarak ona karşı birleşmek zorunda kaldığını dahi görüyoruz. Onlarla aşırı derecede gereksiz bir rekabete girdiği öpüşme sahnesini veya okuma provasına vinç ile kaya getirdiği günü unutmamak gerek. Her iki oyuncunun provaya ödülleriyle gelmesini istediğinde yaptıkları ise ‘Burada kimsenin egosu benden büyük olamaz’ anlamına geliyor. Gerçi hikâyenin inandırıcılık dozu biraz zayıflıyor ama sahnenin tümü akılda kalıcı bir imgeye, hatta bir modern sanat gösterisine dönüşüyor.

        Aslına bakarsanız, içlerinden biri bile normal olsa, egosunu kontrol edebilse olaylar kontrolden çıkmayacak. Ama üçü de belirli bir noktadan sonra açıktan açığa birbirlerine psikolojik savaş ilan ediyorlar. Gerçi Lola yönetmen olarak hep hedefine yönelik hareket ediyor. Hiç beklenmedik hareketleriyle iki erkeği de etkilemeyi ve onları kontrol etmesini biliyor.

        Iván, Félix ve Lola’nın okuma provalarında yaptıklarını görünce, ilk başta prestij arayışlarını gülümsemeyle karşıladığımız Suarez’in ‘geleceğe kalan işlere imza atmak ve ismini öldükten sonra da yaşatmak’ şeklinde özetlenebilecek arzusu bize naif geliyor artık… İzlemek istediği tek okuma provasını Lola’nın nasıl burnundan getirdiğini ve onu çıkmak zorunda bıraktığını da bir yere not etmek gerek.

        REKLAM

        Iván ve Félix arasındaki ego savaşı ise gerçekten sert geçiyor. Félix’in popülerliği, star konumu, uluslararası şöhreti ve festivallerden aldığı ödüllere karşılık Iván, tiyatro kökenli saygın bir oyuncu. Üstelik aralarında sınıf farkı da var. Félix varlıklı biriyken, Iván’ın orta halli bir hayatı olması, aralarındaki çelişkileri derinleştiren bir başka mesele…

        İkisi de en baştan itibaren alttan almıyor. Oysa böylesi savaşlarda asıl güçlü olan egosuna söz geçirmesini ve alttan almasını bilen değil midir? Egosuna söz geçiremeyen insan itici ve rahatsız edici görünür. Ama burada her ikisinde de ‘ezilme’ veya altta kalma korkusu var. Çünkü mesleki geçmişlerini belirleyen daha derin bir rekabetin içindeler.

        Iván, mesleğinde geldiği ustalık noktasına ve sahip olduğu prestije rağmen popüler kültüre karşı içten içe büyük öfke besliyor. Félix, kazandığı onca paraya, ödüle ve seyircilerin sevgisine rağmen kendisini hep küçümseyen Iván gibi elitistlere olan öfkesini bastıramıyor.

        ‘Resmi Yarışma’, başta sinema ile müzik olmak üzere gerçek hayatta sık sık karşımıza çıkan popüler kültür – yüksek sanat elitizmi çatışmasında taraf tutmuyor. Taraf tutmak isteyene karışmıyor ama asıl olarak her iki oyuncunun da gereksiz bir savaşa tutuştuğunu ima ediyor.

        Senaryoyu da yazan Arjantinli iki yönetmenin kariyerlerine baktığımızda popüler kültür – yüksek sanat çatışması daha çok anlam kazanıyor. 1999’dan beri birlikte çalışan Gastón Duprat ve Mariano Cohn’un öncelikle sağlam bir televizyon geçmişleri var. Geliştirdikleri ödüllü program formatlarıyla önemli başarılara imza attıklarını görüyoruz. Ayrıca her ikisinin deneysel sinema alanında etkin olduklarını ve müzelerde gösterilen video-art eserleriyle tanındıklarını belirtelim. Belgesellerinin yanı sıra festivallerde dikkat çeken uzun metraj konulu filmlerde de tecrübeliler. Özetle, hem popüler kültüre hem art-house çalışmalara hâkimler.

        Adıyla bize direkt olarak film festivallerini düşündüren ‘Resmi Yarışma’, hem popüler estetik hem art-house tarzından izler taşıyor. Özellikle anlatım stili dikkat çekici. Filmdeki okuma provaları, Suarez’in kurduğu vakfın modern mimari etkisi taşıyan binasında yapılıyor. Son derece geniş, ferah ve minimalist anlayışla dekore edilmiş şık mekânlardayız. Duprat ve Cohn, geniş perde formatı 2.39:1 oranını, geniş açılı lenslerle çektikleri, alan derinliğine sahip kadrajlara dönüştürürlerken birçok planda sabit kamerayı tercih ediyorlar. Böylelikle mekân duygusu fazlasıyla öne çıkıyor. Öyle ki, tıpkı üç ana karakter gibi mekânın da bir egosu var sanki… Tüm bu iddialı mekânların Suarez’in güçlü egosunu yansıttığı söylenebilir.

        Filmin en güçlü yanlarından birinin oyunculuk olduğu konusunda herhalde kimsenin kuşkusu yoktur. Duprat ve Cohn’un daha oyuncu seçimi aşamasında en doğru kararları verdikleri kesin. Antonio Banderas kariyerinin en eğlenceli ve hoş karakterlerinden biriyle geliyor karşımıza. Arjantinli aktör Oscar Martínez ise Iván’ın bitmeyen gerginliğini, kıskançlığını, kibrini ve gururunu mükemmel bir dengede yorumluyor. Penélope Cruz, daha önce pek canlandırmadığı türde bir karakterde harika performans çıkarıyor. Cruz, entelektüel, hırslı, aşırı özgüvenli ve içten içe kaynasa da serin kanlı dış görünüme sahip Lola’yı ustalık isteyen bir mizah duygusuyla canlandırıyor.

        Hayatın içinden çıkıp gelmiş gibi duran üç ana karakteriyle, benzerlerinden farklı olarak çekimlere değil sadece okuma provası sürecine odaklanması ve popüler kültür - elitizm çatışmasını ele alışı ile sevdiğim ve eğlenerek seyrettiğim bir film oldu ‘Resmi Yarışma’… Ama hikâyenin son bölümde vardığı yeri çok beğenmediğimi ve olayların gereksiz derecede abartılı hale geldiğini düşünüyorum. O yüzden son bölümleri pek sevmedim. Yine de sinemaseverlerin gözden kaçmaması gereken kayda değer bir film.

        7/10

        Diğer Yazılar