Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Geçtiğimiz Cuma günü sinema salonlarında gösterime giren ‘Tanrının Yarattıkları’ (God’s Creatures), İrlanda’da Atlantik kıyısındaki bir balıkçı köyünde geçiyor.

        Özellikle ilk 40 dakikası itibarıyla Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın (1890-1973) Ege’de geçen deniz hikâyelerini akla getiren bir yanı var filmin... Kabaağaçlı, eserlerinde Bodrum ve köylerindeki insanların hayatına, sosyal sorunlarına gözlemci yaklaşımla eğilir; kurmaca hikâyeler üzerinden bölgenin gerçeklerini yansıtırdı.

        Burada da benzer bir yaklaşım var. Shane Crowley’nin, yapımcı Fodhka Cronin O’Reilly ile birlikte yazdığı hikâyeden senaryolaştırdığı ‘Tanrının Yarattıkları’, geçimini deniz ürünleriyle sağlayan insanların hayatına odaklanıyor; köydeki ekonomik hayattan gözlemler sunuyor.

        Filmin ana karakteri, deniz ürünlerinin işlendiği tesiste ustabaşı olarak çalışan Aileen O’Hara (Emily Watson)… İlk bölümde Aileen’in mesai arkadaşı Mary’nin (Marion O’Dwyer) oğlunun cansız bedeninin limana getirilmesine tanık oluyoruz. İlerleyen bölümlerde ölen gencin köydeki erkeklerin çoğu gibi yüzme bilmediğini, yükselen sular nedeniyle hayatını kaybettiğini ve benzer olayların bölgede daha önce de yaşandığını öğreniyoruz.

        REKLAM

        Gencin cenaze töreni sırasında; Aileen’in, yıllar önce Avustralya’ya giden oğlu Brian (Paul Mescal), herkese sürpriz yaparak köye dönüyor. Avustralya macerası hakkında hiç kimseyle konuşmayan Brian, dedesi Paddy’nin sağlık sorunları nedeniyle bıraktığı lisanslı istiridye işine girmek istediğini açıklıyor ailesine. Tedarik etmesi gereken teçhizat konusunda babası Con (Declan Conlon) ‘Herhalde birikmiş paran vardır’ dediğinde susmasından, köye beş parasız döndüğü ortaya çıkıyor. O noktada, Aileen’in sorunu çözeceğini söyleyerek oğlunu sahiplenmesi, bize normal geliyor. Aileen’in yeni anne olan kızı Erin’in (Toni O’Rourke) bir sahnede vurguladığı gibi kardeşi Brian, kaç yaşına gelirse gelsin hâlâ annesine muhtaç erkeklerden biri çünkü… Köyden babasıyla yaşadığı anlaşmazlıkları nedeniyle ayrılan Brian’ın annesine güvenerek eve döndüğü çok belli. Aileen’in hemen ertesi akşam, mesai sonrası çalıştığı fabrikadaki dolaplardan birinden çıkarıp aldığı objelerin Brian’ın ihtiyaç duyduğu istiridye torbaları olduğunu anladığımızda pek şaşırmıyoruz. Ama Aileen’in bu torbaları izinsiz olarak yürüttüğünü fark ettiğimizde kafamız karışıyor.

        Öte yandan, torbaların sahibi Francie’yi (Brendan McCormack) tanıdığımızda, seyirci olarak biz de Aileen’in yaptığını görmezden gelmek istiyoruz. Hatta film ilerledikçe, ‘öykünün kötü adamı’nın Francie olduğunu düşünmeye başlıyoruz. Çünkü Francie, Brian’ı kaçak avcılık dahil yasa dışı işlere çeken karanlık biri… Ayrıca Brian’ın ilgi duyduğu Sarah’la (Aisling Franciosi) yeni ayrılmış olması, bu izlenimimizi daha da güçlendiriyor. Özetle, Francie’nin köyde kalıcı hayat kurmak isteyen Brian’ın önüne engel olarak çıkacağını; hikâyenin oradan gelişeceğini tahmin ediyoruz. Ama söylediği halk şarkılarıyla gönlümüzü fetheden, Aileen’in küçük hırsızlığına göz yuman iyi kalpli Sarah’nın, Brian’a yönelttiği tecavüz suçlamasının ardından hikâye, 40’ncı dakikadan sonra hiç beklemediğimiz bambaşka bir kanaldan akmaya başlıyor.

        Brian’ın mahkemede kendini kurtaracak tanık olarak annesini göstermesiyle birlikte, ‘Tanrının Yarattıkları’ giderek derinleşen sağlam bir psikolojik drama doğru evriliyor. Söz konusu gecede Brian ile Sarah arasında yaşananları merak ettirmek üzerine kurulmuş bir polisiye örgü yok filmde… Daha çok Aileen’in iç hesaplaşmalarına ve oğluyla olan ilişkilerine odaklanıyoruz. Aklımıza ilk gelen soru, Brian için hırsızlık yapmayı göze alan Aileen’in annelik içgüdüsünden gelen korumacılık duygusunun sınırlarının nereye kadar uzanacağı…

        Aileen’in yaşadığı bölgedeki eril iktidarın acımasızlığı ile kadın dayanışması arasında kalması, hikâyenin bir başka güçlü yanı… Filmin ikinci yarısında Aileen pek konuşmuyor ve çevresinde olup bitenlere çoğunlukla sessiz kalıyor. Filmi birlikte yöneten Saele Davis ve Anna Rose Holmer, onu yakın planlarla takip ediyor ve iç dünyasında kopan fırtınaları dikkatle gözlemliyorlar.

        Filmin beğendiğim bir başka yanı, Brian’a genelde annesinin gözünden bakmamız oldu... Annesinin ona olan tavrını sorguladığımızda, hatta babasıyla olan anlaşmazlığını farklı açıdan değerlendirdiğimizde dahi Brian’ı yine onun gözünden görüyoruz aslında. Buna karşılık, Aileen’in ona artık yavaş yavaş başka bir gözle bakmaya başladığını fark ediyoruz.

        Tüm bu süreçte Aileen’in, nerdeyse refleksif davranış olarak nitelenebilecek korumacı yanını sorgulayıp sorgulamadığını pek anlamıyoruz. Kaldı ki, sorgulasa bile asıl değişim galiba oradan gelmiyor. Sonuçta, içinde annelik içgüdüsü var ve başka türlü nasıl davranacağını bilemiyor zaten. Aileen’in karakter olarak değişim eğrisi, asıl olarak Brian’ın içindeki duygu dünyasını keşfetmesiyle geliyor. Yıllar boyunca Brian’da neyi görüp, neyi görmek istemediğini keşfederken, asıl olarak kendisiyle yüzleşiyor. Tam da burada kızı Erin, Sarah ve mesai arkadaşı kadınlarla olan ilişkileri, anahtar nitelik taşıyor. Özellikle kızı Erin’in yaklaşımını ve olay karşısındaki tavırlarını gözlemlerken kendisindeki sorunu daha iyi görüyor. Mesela, Erin bir sahnede, olayların ne kadar kötüye gittiğini söyleyen annesine aslında değişen hiçbir şey olmadığını, her şeyin eskiden de kötü olduğunu söylüyor.

        Ağır tempolu, sosyal gerçekçi dram olarak başlayan ‘Tanrının Yarattıkları’, Aileen’in dramatik açmazlarına ve duygusal ikilemlerine yoğunlaşarak, etkileyici bir 21. Yüzyıl sineması örneğine dönüşüyor. Ne var ki, hikâyenin dramatik düğümünün hayli geç atılmasının filmin lehine işlemediğini düşünüyorum. Evet, bölgeyi ve karakterleri tanıyor; aralarındaki ilişkileri görüyoruz ama asıl mevzuya galiba biraz geç giriyoruz. Aklıma takılan ikinci nokta, Brian ile babasının arasındaki ilişkinin derinliğine ele alınmaması, her şeyin bizim hayal gücümüze bırakılması… Annenin korumacı ve destekleyici tavrının Brian’a yarardan çok zarar verdiğinin farkındayız; ama toksik erkekliğin babadan değil çevreden geldiği bir öykü seyredip seyretmediğimiz tam olarak netleşmiyor. Kaçak avcılık tartışması dışında babasıyla arasındaki sorunun tam olarak nerden kaynaklandığını bile anlamıyoruz. Üçüncü ve son sorun ise Francie karakterinin birden ortadan kaybolup gitmesi… Dolayısıyla, Brian ile Francie’nin iki rakipten çok bir elmanın iki yüzü olduğu yeterince iyi vurgulanamıyor.

        Dünya prömiyerini 2022 yılında Cannes Film Festivali’nde ‘Yönetmenlerin 15 Günü’ bölümünde yapan ‘Tanrının Yarattıkları’, Amerikalı sinemacılar Saela Davis ve Anna Rose Holmer’ın birlikte yönettikleri ilk film. Holmer’ın 2015’te Seale Davis’in kurguladığı ‘The Fits’e yönetmen olarak tek başına imza attığını not edelim.

        Davis – Holmer ikilisi, denizin içinde akıntıya karşı ilerleyen bir çekimle başlattıkları filmde doğal ve sosyal çevreyi betimlemeyi ihmal etmiyorlar. Bazı sahnelerde uzun çekimler kullansalar da yönetmen olarak varlıklarını pek hissettirmiyorlar.

        Karakterlerin fabrikada, kıyıda ve denizde çalıştığı sahnelerde belgesel yanı ağır basan, yer yer depresif tona bürünen bir film ‘Tanrının Yarattıkları’… Görüntü yönetmeni Chayse Irvin, düşük ışıkla yetindiği iç mekânlarda karanlığa geniş alanlar açmaktan hiç kaçınmıyor. Dış mekânlarda ise finale kadar güçlü bir güneş ışığına pek yer vermediğini görüyoruz. Finalde de simgesel bir anlamı var. İlkbaharda geçmesine karşın çoğunlukla renklerin solup gittiği bir kuzey ışığı hâkim… Görüntülerin inşa ettiği güçlü atmosfer duygusu, Danny Bensi ile Saunder Jurriaans’ın folklorik esinler taşıyan müziğiyle birleşiyor.

        Oyunculuk, filmin en parlak yanlarından biri. ‘Dalgaları Aşmak’ın (Breaking the Waves – 1996) unutulmaz ismi Emily Watson, bir kez daha ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu sergileme fırsatı bulurken; ‘Aftersun’ (2022) ile Oscar’a aday olan Paul Mescal, son dönemdeki yükselişinin tesadüf olmadığını kanıtlıyor. Her ikisi de yönetmenlerin filmdeki en önemli anlatım enstrümanları olmayı başarıyorlar.

        7/10

        Diğer Yazılar