Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1916 yılının baharı bir şenlik gibi indi şehre.

        O yıl İstanbul’da erguvanlar erken açtı.

        Bir Nevruz günüydü.

        İki yakın arkadaş olan Yahya Kemal ile Yakup Kadri, Bektaşi Dergahı'na gitmek üzere Çamlıca yokuşunu çıkıyordu ağır ağır.

        Beşir Ayazoğlu’na göre Yakup Kadri, “nasip almış” bir Bektaşi’ydi. Yahya Kemal ise Paris’ten, kendi deyimiyle “mektepten memlekete” birkaç yıl önce dönmüş sıkı bir şair...

        Yahya Kemal arkadaşının ısrarıyla, biraz da gönülsüz gidiyordu dergaha. Arkadaşı, orada bilmediği bir alem olduğunu söylemiş, görsün diye gitmeye ikna etmişti.

        İçeri girer girmez, Yahya Kemal sıkılmaya başladı. “İşçi ve esnaf takımından” bir yığın pos bıyıklı, “yeniçeri döküntüsü” adamla “Bizanslı kadın yüzleri” karşılamıştı onu.

        Büyük bir hayal kırıklığıyla arkadaşına;

        “Bütün bir geceyi burada nasıl geçireceğiz Yakupcuğum?” diye sordu.

        Her şeyi yadırgadı. Cemden sıkıldı, uzun bir süre somurttu, homurdandı durdu.

        On altı yaşındayken, tek kelime Fransızca bilmeden gittiği Paris’te on yıldan fazla yaşamış, Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre parasızlık çekmiş, üstü başı perişan dolaşmış, hatta bir ara “sülük ticareti, bir cambaz kumpanyasında figüranlık yaparak” geçinmiş, mektebe yazılıp okumuş, yeni bir tarih bilinciyle donanmış 28 yaşında bir şair olarak birkaç yıl önce memlekete dönmüştü. O yüzden bağdaş kurarak oturmayı unutmuş, rakıyla arasına uzun bir mesafe koymuş, her hareketine bir Fransız centilmeni edası sinmişti.

        Bu, durmadan rakı içerek eğlenen tuhaf kılıklı insanların arasında ne işi vardı?

        Tam onu buraya getiren arkadaşına kızıp tekkeyi terk etmeye hazırlanırken sıra musikiye geldi. Ardından nefesler sökün edince gevşedi, bir süre sonra “oh be dünya varmış” dedi.

        O anı Yakup Kadri “Gençlik ve Edebiyat Hatıraları” kitabında şöyle anlattı:

        “Derken, bu karma ahengin içinden tek başına bir genç kızın billur sesi bir ‘fevvare-i zerrin’ gibi yükselmez mi?”

        İşte o andan itibaren Yahya Kemal kendini saldı. Peş peşe yuvarlamaya başladı rakı kadehlerini, yine Yakup Kadri’nin bildirdiğine göre, “Hatta Ayin-i Cem, gün ağarırken, yine hep bir ağızdan çağrılan Kesik Kerem’den bir şarkının ‘Şarab-ı aşkında nedir bu esrar/ Söyletir efsane efsane beni’ nakaratıyla sona erdiği vakit, Yahya Kemal için her şey son bulmuş olmayacaktı.”

        İki arkadaş üç gün üç gece dergahtan çıkmadılar.

        O sırada İstanbul sosyetesinin en gözde simalarından birisi olan ressam Celile Hanım da ordaydı. Celile Hanım Bektaşi değildi, oranın “atmosferini sevdiği” için sık sık gidiyordu dergaha.

        Yahya Kemal ilk gece mi, ertesi gün mü, daha ertesi gün mü karşılaştı gözlerini “dişi parsın ela gözleri”ne benzettiği Celile Hanım’la, Yakup Kadri bize anlatmaz ama bugün biliyoruz ki Nazım Hikmet’in annesi ressam Celile Hanım ile şair Yahya Kemal o günlerde, o Bektaşi dergahında, o pos bıyıklı Yeniçeri kılıklı adamlarla, o Bizans yüzlü kadınlar arasında karşılaşıp düştüler o büyük aşka...

        Yahya Kemal
        Yahya Kemal

        *

        Yahya Kemal’le aşk yaşamaya başladığında Celile Hanım, Hikmet Bey’le evliydi. Hikmet Bey çapkın birisiydi. Eşiyle aralarında şiddetli geçimsizlik vardı.

        Polonya asıllı Enver Paşa’nın kızı olan Celile Hanım ilk kadın ressamlarımızdandır. Ressamlığının yanında piyano çalıyor, çok iyi Fransızca biliyordu.

        Resim yeteneğini Paris ve Berlin’de geliştirmişti. Daha çok portre ve nü yapıyordu. Hatta derler ki, İstiklal Marşı’nın yazarı Mehmet Akif, “resim dinen caiz değildir” diyenlere inat, kızı Suat’a Celile Hanım’dan resim derslerini aldırmış, üstüne üstlük İstiklal Harbi sırasında Ankara’da bulunan Celile Hanım, şairin bir de portresini yapmıştı.

        Celile Hanım’ın güzelliği dillere destandı. Gözlerinde küçük bir çayırlık gezdiriyordu.

        Yahya Kemal o gözleri şöyle şiirleştirmişti:

        “Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum,

        Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum,

        Hülyamı tutan bir büyü var onda diyordum,

        Gördüm: Dişi bir parsın ela gözleri vardı.”

        Celile Hanım bir sene sonra kocasından ayrıldı ve sevgilisi Yahya Kemal’i, o sırada 15 yaşında, Bahriye Mektebi’nde okuyan oğlu Nazım’a ders versin diye tuttu.

        Erenköy’deki evde, ders bitince iki aşık Nazım’ı bahçeye gönderir, ikisi baş başa kalır, “kristal fincanlarda çaylarını yudumlar” evlilik planlarını kurarlardı.

        Bir gün evde Yahya Kemal ile annesini öpüşürken gördü.

        O günden itibaren tavır koydu hocasına. İlk fırsatta pardösüsünün cebine bir not koydu. Yahya Kemal cebinde bulduğu kağıda Nazım şunları yazmıştı:

        “Muallimim olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremezsiniz!”

        Necip Fazıl’la okudukları mektepte, tarih öğretmenleri olan Yahya Kemal’in annesiyle yaşadığı aşkı, çoktan arkadaşlarının diline düşmüş, alay konusu olmuştu bile.

        O gün Yahya Kemal, Nazım Hikmet’e evde son dersini verdi.

        *

        1916’dan 1919’a kadar Yahya Kemal ile Celile Hanım şairin deyimiyle “deli gibi” bir aşk yaşadılar.

        İlişkileri üç yıl sürdü. Şevket Rado’ya anlattığına göre Yahya Kemal, “üç sene de hasretini çekti.” Celile Hanım Ada’da oturuyordu. Sonbahar yaklaşınca “İstanbul’a iniyordu.” Her gidişinde Yahya Kemal arkasından iskelede mendil sallıyor, ağlıyordu. O gidinceye kadar “Ada dopdolu idi, gider gitmez boşalıveriyordu.”

        Avare avare dolaşıyor, günlerce telefonunu bekliyor, bazen de dayanamaz, fırtına lodos demeden, vapur olmadığı zamanlarda döküntü sallara binerek arkasından gidiyordu.

        Sizin bakmayın şiirin bir cenazeyi çağrıştırdığına; “Sessiz Gemi” o günleri anlatan bir şiirdir sanki.

        Celile Hanım
        Celile Hanım

        *

        Yahya Kemal ile Celile Hanım aşkının en yakın şahidi Yakup Kadri’dir. Ona göre tam da evlilik hazırlıkları yaparken kaçmasının sebebi, Yahya Kemal’in “vesveseleri ve kıskançlığı”dır.

        Telaşa kapıldı şair. Korku sardı her yanını. Herhalde bu kadar güzel bir kadını kendine “fazla” gördü. Sadakatine bir türlü kendini inandıramadı. Aşkından korktu, “Bunca yıllık kocasını bırakan, beni hayda hayda bırakır” dedi, kaçtı, izini kaybettirdi.

        Celile Hanım her yerde onu aradı durdu, mektuplar yazdı, hiç birisine cevap alamadı.

        Arkadaşı Yakup Kadri’ye bu “kaçışının” sebebini şu sözlerle açıkladı:

        “Bu kadar dile gelmiş bir kadınla ben nasıl evlenebilirim? Sonra herkes bana ne der? Ne gözle bakar?”

        Baş edemediği bu duyguyu da şöyle şiire döktü:

        “Son zevkin ağır aşk ise ummana karış, tat!

        Boynundan o canan dediğin laşeyi silk, at!

        Kirpikleri süzgün o ihanet dolu gözler

        Rikkatle bakarken bir fırsatı gözler.”

        Yakup Kadri arkadaşının bu sözlerine çok sinirlendi, Murat Belge’nin aktardığına göre, “Yahu sen ne küçük burjuva adammışsın” dedi. Bu yüzden iki yakın arkadaş bir süre küs kaldılar.

        Yakup Kadri kitabında arkadaşına hiç yakıştırmadığı sözlerine şöyle tepki gösterdi:

        “Hem Yahya Kemal o büyük aşkını hangi cemiyetin göreneklerine ve telakkilerine feda ediyordu. Kaça göçe riayet etmeyen, sokağa iki kat peçe ile çıkmak adetine uymayan bir genç ve güzel kadına türlü çamurlar atıldığı, birbirinden kaba ve iğrenç adlar takıldığı geri bir Şark cemiyetinin değil mi?”

        *

        Yahya Kemal, üç yıl boyunca “deliler gibi aşık olduğu” Celile Hanım’ı terk ettikten sonra, “hasretini çektiği” üç yıl içinde de hissettiklerini “Ses” şiirine döktü:

        “Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum;

        ‘Yarab! Hele kalp ağrılarım durdu’ diyordum.

        His var mı bu alemde nekahat gibi tatlı?

        Gönlüm bu sevincin helecaniyle kanatlı

        Bir taze bahar alemi seyretti felekte.

        Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek’te;

        Akşam! Lekesiz, saf, iyi bir yüz gibi akşam!

        (....)

        Her yerden o, hem aynı bakış, aynı emelde,

        Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde;

        Her yerden o, hem aynı güzellikte göründü,

        Sandım bu biten gün beni ram ettiği gündü.”

        *

        Oysa kimse onu “ram” etmemiş, kendisi kaçmış, izini kaybettirmiş, Celile Hanım’ın hiçbir mektubuna cevap vermemişti.

        Celile Hanım da umudunu kesti, bir ara Paris’e gitti, sonra da bir kaymakamla kısa süren bir evlilik yaptı, yarasına tuz bastı.

        *

        Yahya Kemal, Celile Hanım için birbirinden güzel şiirler yazdı. “Vuslat”ı, “Telakki”yi, “Ses”i, “Erenköy’de Bahar”ı, “Eski Mektup”u...

        *

        Nazım Hikmet, 1938 yılında “askeri isyana teşvik” suçundan 28 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Aynı yılın Haziran ayında, çıkarılması düşünülen bir affın kapsamına alınsın diye Celile Hanım, milletvekilliği ve seferlik yapmış, o sırada etkili bir şair olan Yahya Kemal’e “Size maziden bir ses sesleniyor” diye başlayan bir mektup yazdı. Ancak şair o sesi duymadı.

        1950’de, 12 yıldan beri hapishanede bulunan Nazım Hikmet açlık grevine başladı. Celile Hanım da, oğluna destek vermek için Galata Köprüsü üzerinde açlık grevine oturdu. Bir görüşe göre o sırada oradan geçen Yahya Kemal Celile Hanım’ı gördü, ancak yanına gitmedi.

        Celile Hanım da itibarı yüksek Yahya Kemal’e, diğer yazar ve şairler gibi oğluna destek olsun diye tekrar mektuplar yazdı, ancak Yahya Kemal bu mektupları da cevapsız bıraktı, Nazım’ın salıverilmesi için kılını bile kıpırdatmadı.

        *

        Hikayemizin sonuna dair Taha Toros hazin bir olay anlatır.

        Yıllar, yıllar sonra Yahya Kemal ile Celile Hanım artık 70’li yaşlardayken Celal Esat Arseven, evine sık sık gelen Celile Hanım’a, bir gün aynı buluşmaya Yahya Kemal’i de davet etmek istediğini söyledi. Celile Hanım, “Gelmez” dedi, Celal Esat Bey, “Ben getirmeye çalışacağım” dedi. Ertesi Pazar ahbaplar toplandı evde, kapı çalındı, Celile Hanım, “yüzündeki çizgileri mümkün oldukça makyajla kapatmış, boynunun kırışıklıklarını sarı bir eşarpla kamufle etmiş halde” geldi.

        Yahya Kemal yoktu!

        Celal Esat Bey, orada bulunanlara Yahya Kemal’i davet ettiğini, ancak şairin “Hayalimi bozmak istemem” diyerek daveti ret ettiğini anlattı.

        Salona bir sessizlik çöktü. Celile hanım titrek bir sesle:

        “Ben size söylemiştim Celal Bey, Yahya Kemal Bey gelmez diye. Ben onu bilirim. Beni, bu halimle görmek istemez!” dedi.

        *

        Yahya Kemal, Celile Hanım’ı terk ettikten sonra ömrünün sonuna kadar bekar yaşadı. Kuşkusuz başka aşkları oldu, başka başka kadınlara başka başka güzel şiirler yazdı ama hiçbir zaman bir evi olmadı, otel odalarında, bekar evlerinde, pansiyonlarda hayatını tamamladı.

        Ölümünden kısa bir süre önceki halini Ahmet Hamdi Tanpınar günlüğünde şöyle tasvir etti:

        “Park Otel’in barında gördüğüm küçük, dar, takatsiz adımlarla ancak yürüyebilen hasta ve büyük kuş. Muhacir kuş...”

        Diğer Yazılar