Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ressam arkadaşım Ahmet Güneştekin telefonuma bir twitter mesajını yolladı. İlişikte Kürt kızı Rewşan’ın bir albümü vardı, yanına şunları yazmıştı:

        “Ertuğrul abi (Özkök) onun için ‘Kürtlerin Sezen Aksu’su diyor, cidden çok iyi.”

        Açtım, dinledim.

        Daha önce de dinlemiştim Rewşan’ı. Ama daha çok geleneksel parçaları seslendirdiği önceki işlerini...

        Bu kez yeni bir albüm yapmış. Gerçekten de çok iyi.

        Ben de sosyal medya üzerinde haberdar oldum varlığından. Biliyorsunuz artık kimsenin gizlisi saklısı kalmadı. Anında her şeyden, herkesin haberi oluyor. Kim iyi veya kötü bir şey yaparsa –ki kötü olan bu mecradakilerin daha çok ilgisini çekiyor- haber hemen yayılıyor. Bu kez bana onun kliplerini gönderenler, genellikle son gönderen arkadaşım Ahmet gibi, “dinle, ne kadar iyi bir ses” diye gönderdiler.

        Haset yok, kıskançlık yok!

        Sahiden de güzel bir ses onunkisi...

        Yalnız ona gelmeden, Ahmet’in şu mesajı üzerine bir şeyler söylemek istiyorum.

        Bir şeyi bir şeyle kıyaslamak, asıl anlatmak istediğimiz şeyi ifade etmekte güçlük çektiğimiz zamanlarda başvurduğumuz bir yöntemdir. Herkesin iyi kabul ettiği bir şey, bir kişi, bir şehir, bir isim, bir eşya vardır, elimizdekinin de onların ayarında bir şey olduğunu berikine kabul ettirmek için alır onun libasını ötekine giydiririz.

        Bu en çok şehirler konusunda olur!

        Şehirlerini çok sevenler, misal Vanlılar Van’ın ne kadar güzel bir şehir olduğunu anlatmak için “Doğu’nun Paris’i” derler. Genellikle bunu söyleyenler de Paris’i hayatında hiç görmemiş olanlardır.

        Ahmet’in, şarkıcı Kürt kızı için Ertuğrul Özkök’ün söylediği “Kürtlerin Sezen Aksu’su diyor” mesajına, “Sezen Aksu sadece Türklerin midir?” diye şaka yollu bir cevap yazdım. Galiba bu tarafına fazla takılmadı Ahmet, “Çok iyi iş çıkarmış, Ertuğrul abi Cumartesi günü yazacak,” diye yazdı.

        Cumartesi günü Ertuğrul Özkök, sahiden de bahsetti albümden ve yazısına “Size Türkiye Kürtlerinin Sezen Aksu’sunu takdimimdir” başlığını koydu.

        Haklı, Türkiye dışında yaşayan Kürtler Sezen Aksu’yu pek bilmezler!

        *

        Kürt müziğinin üzerindeki yasakların kalkmasının tarihi kısadır. Uzun, çok uzun yıllar devletimiz Kürtçe yok dedi. Sonra baktılar varlığını daha fazla gizleyemiyorlar, Arapça Farsça Türkçe karışımı iptidai bir dil dedi. O da tutmayınca bir yığın başka şey dedi. Bundan on yıl önce TRT Kurdi açılıncaya kadar bu kafa karışıklığı sürdü gitti.

        Devlet, ben bir şey yok dersem, benim hikmetimden sual olunmaz, elbette herkes onu yok sayacak diye düşündü. Ama vardı ve bir yerlerde tınısı duyuluyordu. Hadi dil bölücüdür, yasaklanması bir yere kadar izah edilebilir, peki müzik niye yasaklandı ki?

        Bunun sebebi de Kürtçeyi yasaklayanların, bu dili siyasetten ibaret sanmalarıydı. Onlara göre Kürtçe her şarkı, her türkü, her lawje, her mani, her söz, her kelam, her hikaye siyasi bir şeyi anlatıyordu.

        Oysa bu büyük bir yanılgıydı.

        *

        Tam da burada bir anımı anlatmama izin verin:

        2000’li yılların başında memlekette silahlar susmuş, her yerde bahar havası esiyordu. Biz de İstanbul’da bir grup idealist aktivist, “İstanbul-Hakkari Dostluk Köprüsü” diye bir etkinlik yapmaya karar verdik. Bir yığın sanatçıya gittik, programı uyan hiç kimse hayır demedi bize. Yazarlar, ressamlar, gazeteciler, şarkıcılardan oluşan 50 kişilik bir kafile topladık. Bu işin tertip komitesinde ben, Vecdi Sayar ve fotoğraf sanatçısı İsa Çelik abim vardık. Düşündük, bir de Kürtçe şarkı söyleyen bir sanatçı götürelim dedik. Rojin’e söyledik, seve seve gelirim dedi.

        Etkinlik programımızı İçişleri Bakanlığı’na bildirdik, onlar da Hakkari valiliğine bildirdiler, sorun çıkarmadılar, kalktık gittik Hakkari’ye. Bir coşku, bir sevgi seli, kıyamet! İstanbul’dan şehre sanatçılar gelmiş, daha ne olsun! Ama işte tam burada zurna zırt dedi. O zamanki Hakkari Alay Komutanı Albay bilmem kim bizi makamına çağırdı ve gözünden çıkarmadığı güneş gözlükleriyle sert bir komutla, burada böyle açık havada, hele şehir stadında alenen bize Kürtçe konser verdirtmeyecekti.

        Etme albayım, yapma albayım, biz bakanlıktan izinliyiz, burada yetkili olan valilik, valiliğin haberi var, hem burada yaşayan insanlar bütün düğünlerini dışarıda, açık havada Kürtçe şarkı söyleyerek yapıyor, burada Kürtçe konser yasaklamak iş değil, yasaklayacaksanız Kürtçe bilmeyen yerlerde yasaklayın dedik ama derdimizi anlatamadık. Mecburi İçişleri Bakanlığına durumu bildirdik; bakan jandarma genel komutanını aramış, komutan Hakkari’deki albayı aramış, albay nihayet imana gelmiş, bir gün sonrasına Rojin’in şehir stadındaki konserine izin çıktı.

        Hepimiz şehir stadında yerimizi aldık, heyecanlıyız, tarihte ilk defa Hakkari’de açık havada bir Kürtçe konser veriliyor, boru değil... Tam bu sırada her halinden sivilleri çekmiş bir asker olduğu belli bir yabancı gelip yanıma oturdu. Elinde kağıt kalem... Komutanı, “Kalk git, dinle şunu kadını ve söylediği şarkının sözlerini harfiyen yaz, bana getir” demiş. Hilaf yok, kendisi bunu söyledi bana. Ama bir sorun var, görevli Kürtçe bilmiyor. Beni tercüman olarak kullanacak besbelli. Neyse konser başladı, Rojin şöyle oynak, şıkır fıkır bir şarkı söylüyor, rütbeli sivil asker ikide bir beni dürtüyor, “ne dedi, ne dedi?” diye soruyor. İşin ucunda komutandan fırça yemek var, hiçbir şeyi kaçırmaması lazım, mecburi görevini yapacak.

        Allah Allah, işe bakın ki o sırada Rojin sözleri cidden erotik bir şarkı söylüyor. Gerçekten de öyle. Her dilde olduğu gibi Kürtçede de erotik türküler, şarkılar var. Şarkının sözlerinin içinde “memik şemamoké” gibi laflar geçiyordu.

        Tekrar beni dürtünce rütbeli asker, “Yaz dedim, diyor ki, göğüsleri mis kokulu süs kavunu.”

        Önce bir iki kelime yazdı, sonra durdu, “Benimle dalga mı geçiyorsun?” dedi.

        “Hayır, kesinlikle dalga geçmiyorum, aynen böyle. Komutana söyle, Rojin muzır şarkılar söylüyor, yasaklayacaksa buradan baksın meseleye.”

        Hiçbir şey anlamadı, sanırım artık tercüme istemedi benden. Biz de kazasız belasız döndük İstanbul’a.

        *

        Ne zaman Kürtçe şarkı türkü bahsi açılsa bu hatıramı anlatıyorum herkese. Çok şey anlatıyor bu hatıra çünkü.

        İşte bu yüzden Kürtçe müziğin yolculuğu bu memlekette netameli bir yolculuk oldu. Bu işe yeltenen her sanatçı, şarkı söylemenin cezasını çekti, burnundan fitil fitil söylediği şarkının notaları getirildi.

        O yüzden Celal Güzelses, İzzet Altınmeşe, bir parça İbrahim Tatlıses ve daha sonra gelen bir çok Kürt icracı, çok iyi bildikleri Kürtçe şarkılara, türkülere Türkçe sözler yazarak sahneye çıktı. “Bir Mumdur”, “Ağlama Yar Ağlama”, Cane Cane”, “Bitlis’te Beş Minare” başta olmak üzere birçok popüler türküde olduğu gibi. Kürt müziğine bu zulüm yapılmasaydı, yasaklanmasaydı aslında herkesin bildiği Türk müziği ile Kürt müziği, -geleneksel dengbéjleri dışında tutarsak-pek farklı müzikler olmadığı görülecekti. Aynı nağmeler, ayrı gırtlaklarda çıkıyordu o kadar. O türküleri bir Türk nasıl söylüyorsa, bir Kürt, -Nuri Sesigüzel, İbrahim Tatlıses vb- onlardan daha güzel söylüyordu.

        Yasaklar doksanlı yıllarında başında yavaş yavaş delinince, özellikle bu yılların ikinci yarısından itibaren pıtırak gibi Kürtçe müzik yapan gruplar çıktı ortaya; bu müziğin en çok da yaygınlaşmasına, korkulacak bir şey olmadığına “Kardeş Türküler” grubu vesile oldu.

        Sonra peş peşe solo albümler geldi.

        Bütün o albümlerde, geleneksel halk müziğinin bilinen parçalarının yanında yapılan bestelerin hemen hemen tümü genellikle Türk pop müziğinden etkiler taşıyordu. Tıpkı Türk pop müziğinin Batı’dan etkilenmesi gibi. (İnsan hep Batısına özenir, Doğusunu aşağılar!) Kürtler de kentlileşiyor, düğünleri artık tarlalardan düğün salonlarına taşınıyor, ister istemez çiftlerin eşliğinden romantik danslar yapabileceği parçalar moda haline gelmeye başlıyordu.

        Çok başarılı, kapıları kıran işler çıkmadı ama –erkek icracıları saymazsak- içlerinden Aynur, Rojda, Rojin, Nilüfer Akbal gibi kendi alanının kadın starları yetişti.

        İşte bu halkanın son örneğidir Rewşan’in son albümü. Daha önceki çalışmasında, çoğu daha önce başka icracılar tarafından da seslendirilmiş artık “klasik” diyebileceğimiz parçalarla çıkış yapmıştı; bu albümünde beste ağırlıklı şarkılar var. Ses güzel, güfte güzel, beste güzel olunca iyi müzik oluyor işte.

        Rewşan’ın en özgün yanı billur gibi sesi... Birazcık genizden geliyor, bazen baharda çiçek açmış bir bademin titrek dalı gibi naif, bazen de kayadan atlayan bir kartalın kanat çırpması gibi tok...

        Yoksa Kürtlerin Sezen Aksu’su falan değil, tıpkı Sezen Aksu’nun misal İngilizlerin Adele’si olmaması gibi.

        Adele hepimizindir.

        Sezen Asu hepimizindir.

        Rewşan de hepimizin...

        Ne zaman, “bak ne güzel müzik yapıyor, ne güzel şarkı söylüyor, hem de Kürt,” gibi acıma hislerimizden bağımsız cümlelerle yaklaşırsak müziğe, işte o zaman herkes bulunduğu yerde hak ettiği değeri kazanır.

        Rewşan’ı de, tıpkı Adele gibi, tıpkı Sezen Aksu gibi diline bakmadan dinleyin, eminim siz de onu hepimizin sayacaksınız.

        Zaten müziğin tek bir dili var, o da notalardır.

        Diğer Yazılar