Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Kütüphanesi olan bir evde doğmak” deyimini ilk olarak dün toprağa verilen Jak Kamhi’nin “Hatırladıklarım” adını verdiği, 2013 yılında çıkan hatıratında okumuştum.

        Bendeki çağrışımları çok büyük oldu bu sözün. Bırakın kütüphanesi olan bir evde, kütüphanesi olan bir şehirde doğmak bile benim kuşağımdan, benim doğduğum coğrafyada doğan birisi için büyük bir şanstı.

        Ben o şanslılardandım, zira kütüphanesi olan bir şehirde dünyaya gelmiştim. Gerçi köyde doğmuş, orada gördüğüm tek kitap, bir muhafaza içinde evimizin duvarını süsleyen Kuran-ı Kerim’di ama okuma yazma öğrendiğimde, şehrin tek fiyakalı binası olan İl Halk Kütüphanesi’ne gidip gelmeye başladım büyük bir heyecanla.

        Kütüphanenin müşterisi çoktu. Tıklım tıklımdı. Hayır, şehrimizin tekmil ahalisi birer kitap kurdu olduğundan değil, şehirde kaloriferleri yanan, içeri girdiğinde rahat bir sandalyeye oturabileceğin, müstahdem “burası kahve mi?” demesin diye de eski kıraathanelerde olduğu gibi eline bir kitap alıp okuyormuş gibi yapabileceğin yegane yer orası olduğu için…

        Millet oraya dimağını geliştirmek için kitap okumaya değil, kış günü iliğine kadar üşüyen kemiklerini ısıtmak için gidiyordu.

        REKLAM

        *

        Vakti zamanında “Hakkari’de bir kütüphane açıldı” haberi üzerine bir yığın kitapsever, “onlar da okusun, onlar da bizim gibi allame-i cihan olsun” diye bir yığın kitap göndermişti bu kütüphaneye ama onlara, şehirde bulunan gerçekten de okumaya meraklı bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kişinin ulaşması mümkün değildi. Çünkü ruh sağlığımızı da düşünmek zorunda kaldıkları için neredeyse ruh sağlıklarını hepten yitirmiş olan devlet yetkilileri, o kitapların büyük bir kısmını sakıncalı bulmuş, onları büyük bir depoya kapatmış, kapısının üzerine de o zamanki siyasi şube kapılarına kırmızıyla yazılan bir “GİRİLMEZ” levhasını asmışlardı.

        Bize küçük bir odada sergilenen aşk ve macera kitapları kalmıştı. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı, Esat Mahmut Karakurt’u, Jules Verne’i, Muazzez Tahsin Berkant’ı, Kerime Nadir’i istediğin kadar oku; ne ruh sağlığın bozulur, ne “yıkıcı-bölücü bir cereyana kapılır”, ne de yasak bir fikir aklını çeler; çok çok o kitaplarda anlatılan veremli aşıkların hikayelerine inanır, sen de derin bir melankolinin pençesine düşerdin ki bu durum devleti pek ilgilendiren bir şey değildi zaten.

        Buna da şükür, şehrimizde bir kütüphane vardı ya! Kütüphanesi olan bir şehrin sınırları içinde dünyaya gelmiştik ya! Büyük nimetti.

        *

        O yıllardan itibaren kitap biriktirmeye başladım. 12 Eylül geldiğinde, bir iki çuval kitabım vardı. (Bizim kuşak kitapları raflarla değil, çuvalla ölçer. Raf bir yerden bir yere taşınmaz ama çuvalı vur sırtına, götür istediğin yere sakla kitapları peşindeki polislerden. O tarihlerde polis evleri bastığında, önce “zararlı sol yayınları” arardı. “V.I. Lenin” kitabını bir evde bulan bir komiserin, “Birinci Lenin yetmiyordu, başımıza bir de Altıncı Lenin çıktı” demesi bu kitap takibatlarından kalan hoş bir anekdottur.) O birkaç çuval kitaptan kurtulmak gerekiyordu, zira her çuval için bir kamyon dayak yemek vardı işin ucunda. Ağabeyim götürüp mezarlığa sakladı onları. Üzerlerine sonbahar yağmurları yağdı, hepsi şişti, hepsi öldü sonra, hepsinin ruhu o mezarlıkta dolaşıyor hala. Hiç olmazsa benim kitaplarım bir mezarlıkta can vermişlerdi, benimkiler kadar şanslı olmayanların büyük bir kısmına ateşlerde cayır cayır yanmak düşmüştü.

        REKLAM

        *

        Günün birinde kendi evim olduğunda ve artık kitap yüzünden devletten korkmamayı öğrendiğimde, evimin bir odasını kitaplara ayıracağıma söz verdim o mezarlıkta yatan o birkaç çuval kitabıma.

        Sözümü tuttum, evimin en rahat yeri kitaplarındır şimdi.

        *

        Jak Kamhi’nin “kütüphanesi olan bir evde doğan bir çocuğun farklı bir çocuk olacağına” dair anlattıklarını okuduğum günden beri hep çocuklarımı düşündüm. Bu sözü okuduğumda kızım yedi, oğlum iki yaşındaydı. Kitapların olduğu odaya, “kütüphane” adını onlar verdiler. Evimize gelen arkadaşlarına oğlum önce “kütüphaneyi” gösterdi gururla.

        Kitaplar arasında büyüyen her çocuk Jak Kamhi olacak diye bir şey söylemiyorum tabii ki.

        Her çocuğa nasip olmayacak bir atmosferin içine doğmuştu çünkü o. Babası Bulgarca, İspanyolca, Fransızca, İtalyanca ve Rumca biliyordu. Annesi de İspanyolca, Fransızca ve Rumca... Bütün diğer Sefarad evlerinde olduğu gibi onların evinde de Ladino ve Fransızca konuşulurdu. Çocukken Rum mürebbiyelerden Rumca da öğrenmişti.

        Asıl adı bir hayli uzundu. Jak Cordoba Sultana Hayim Kamhi… Unkapanı’ndan Eyüp’e kadar Haliç kıyısındaki arazilerin büyük çoğunluğu onlara aitti vakti zamanında.

        Doğduğunda babası muhtardan nüfus işlemlerini yapmasını rica etmiş, o da büyük bir gönül rahatlığıyla nüfus cüzdanının din hanesine “İslam” yazdırmıştı. Yedek subay olacağı sırada nüfus cüzdanını eline alan subay din hanesinde “İslam” yazıldığını görünce çok şaşırmış. Neyse ki, askere giderken durum fark edilmiş ve düzeltilmiş. Oysa o güne kadar kimsenin aklına nüfus cüzdanına bakmak gelmemişti.

        REKLAM

        *

        O hatıralardan aklımda kalan en önemli anekdotlardan birisi de İsmet İnönü’ye dairdir.

        İnönü, Cumhurbaşkanı olmadan önce İstanbul’a her gelişlerinde Pera Palas'ta kalırdı. Kaldıkları oda, Jak Kamhi’lerin evinin tam karşısındaydı. Bir süre sonra çocuklar pencereden ilişki kuramaya başlar. Jak Kamhi ile Ömer-Erdal İnönü kardeşlerin dostluğu o zamanlara dayanır, buldukları her fırsatta pencereden pencereye seslenerek şakalaşmaya başlarlar.

        Jak, Teknik Üniversitede okurken İnönü artık Cumhurbaşkanı’dır. Günün birinde arkadaşı Ömer İnönü onu babasıyla tanıştırmaya götürür. İnönü, nerede okuduğunu sorar, o da mühendislik okuduğunu söyler. Bunun üzerine İnönü, “mektebi bitirdiğinde, sakın yol yapmaya kalkışma, sonra bütün köylüler şehirlere akın eder” der. Mektebi bitirir, mühendis olur, yol yapmaya başlar. Yaptığı ilk yol, Maçka’dan Dolmabahçe’ye inen yoldur, o yol İnönü Köşkü’nün önünden geçer. O evin adı “İnönü Köşkü”dür ama rahmetli İsmet İnönü orada hiç oturmaz, orada oturmak, Jak Kamhi’nin arkadaşı, oğlu Ömer İnönü’ye düşer.

        *

        Jak Kamhi, “Doğduğu evde kütüphane bulunan şanslı” çocuklardan birisiydi. Bu bilgiyi yedi sene önce okuduğumda hatıratında, bir yere kaydetmiştim. Ölüm haberini duyduğumda bütün bunlar geldi aklıma.

        Allah rahmet eylesin.

        Diğer Yazılar