Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Mimar Sinan’ın kafatasına nerede?” sorusu arada bir sorulur ama soruyu soran sorduğuyla kalır. Bu soruyu en son, AKM’nin “Mimar Sinan Operası”yla açılması üzerine Habertürk’te bir kez daha Murat Bardakçı sordu ama nafile, belli ki bu sorunun cevabını kimse bilmiyor.

        Ben; bir “Mimar Sinan’ın kafatası sorunumuzun” varlığını ilk defa 9 Nisan 2016 Cumartesi günü, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Süleymaniye Camii avlusunda düzenlenen Mimar Sinan’ı anma toplantısında bir konuşma yapan dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’ndan öğrendim.

        9 Nisan memleketimizde “Mimarlar Günü”dür, bu vesileyle bunu da söylemiş olalım.

        O gün Başbakan Davutoğlu, o zamana kadar hiç duymadığım bir mezar hikayesini anlatmaya başladı.

        “Mezar hikayeleri" oldum olası ilgimi çeker; eminim sizin de... "Mezar" deyince aklıma hep Necip Fazıl’ın şu dörtlüğü gelir:

        “Bir musiki orda zaman ve mekân.

        Yıldız dolu feza küçük camekân.

        İmkân atomunu çatlatan imkân.

        Bir hiç ki, içinde heplerin hepsi.”

        Dilimde, koca evreni bir mezar olarak gören büyük şairin bu dörtlüğü, Davutoğlu’nu dinliyordum. Meğer Koca Sinan’ın büyük eseri muhteşem Süleymaniye’nin gölgesindeki kabri 1935 yılında açılmış, kafatası önce ölçmek, ardından da müzeye konulmak üzere mezardan çıkartılmış, sonra da kırklara karışmış.

        Başbakan’ın şu cümlesi duruyor defterimde o gün aldığım notlar arasında:

        “Tarihimizdeki bu kara lekeyi temizleme görevini yerine getireceğiz. Müsteşarıma bu olay hakkında bir inceleme başlatma talimatını da verdim.”

        Ama o “inceleme” de sonuçsuz kaldı belli ki.

        *

        Cumhuriyet Gazetesi, 5 Ağustos 1935 günü, birinci sayfasında, Davutoğlu’nun bahsettiği hadiseyi “Dahi San’atkar Mimar Sinan’ın Kafatası Mezarından Çıkarıldı” başlığıyla şöyle haberleştirmişti:

        “Süleymaniye’de büyük Türk mimarı Sinan’ın mezarında araştırmalar yapılmış, Mimar Sinan’ın kafatası çıkarılmıştır. Koca Mimar’ın kafatası sağlam ve bozulmamış olarak bulunmuştur. Koca dâhinin kafatası üzerinde yapılan tetkikat, büyük Mimar’ın yalnız kültür itibariyle değil, ırk noktasından da Türk olduğunu göstermiştir. Türkler ırk itibariyle Brakisefal, yani yassı yuvarlak kafalıdır. Mimar Sinan’ın kafatasının muayenesinde bu büyük başın da Brakisefal olduğu meydana çıkmıştır. Mimar Sinan’ın kafatası Antropoloji Müzesi’nde muhafaza edilecektir.”

        “Mimar Sinan’ın kafatası” hikayesini 1998 yılında ilk defa yazan Mustafa Armağan’ın gazete koleksiyonları üzerinde yaptığı araştırmaya göre 5 Ağustos 1935 tarihli Akşam gazetesinde de “Mimar Sinan Türk mü? Araştırması” başlıklı haberde şu bilgiler vardı:

        “Büyük Türk mimarı Sinan'ın kafatası mezarından çıkarılmıştır. Kafatası antropoloji müzesinde saklanacaktır. Kafatası üzerinde yapılan tetkikatta bunun brakisefal yani yassıyuvarlak olduğu görülmüştür. Bütün Türkler brakisefal olduklarından büyük mimarın yalnız kültür itibariyle değil, ırk itibariyle de Türk olduğu bir kere daha meydana çıkmıştır.”

        *

        Hadisenin buraya kadar olan kısmı üzerine, şu ana kadar çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Ancak olayın buraya varmasının bir hikayesi var ki, bu kısmını çok az kişi biliyor, bu yazıda bunu anlatmak istiyorum ben de.

        1920’lerden itibaren Avrupa’da “ırklar” mevzusu en çok rağbet gören mevzulardan birisiydi. Öyle ki Kristof Kolomb’un etnik kökeni hararetle inceleniyor, her ulus kökeninde bir “asalet” arıyor, İtalya’da da İtalyan dilinin kurucusu “İlahi Komedya”nın yazarı büyük Dante’nin neye benzediğini anlamak için Bolgona Üniversitesi antropologları mezarını açıp kafatasını inceliyorlardı. “Irklara” dair bu titiz inceleme, bir süre sonra Avrupa’da bir “ırkçılık” sorununu doğurdu zaten. Yapılan incelemelerde topluluklar “asaletlerine” göre sıralamaya tabi tutuldu. Bu sıralamada Türklere ortalarda bir yer verildi. Birçok Batılı araştırmacıya göre Türkler “uygar insan niteliklerinden” bir hayli uzaktı, yani “vahşiydi”. O halde Mimar Sinan gibi büyük bir dahi Türk olamazdı!

        Bu fikir ortalıkta dolaşırken, bunu çürütecek bir “bilimsel buluş” henüz icat edilmemişti Türkiye’de. 1925 yılında Ankara’da Türk Antropoloji Enstitüsü kuruldu. Bu enstitünün yardımına da Cenevre Üniversitesi profesörlerinden E. Pittard yetişti.

        İşte bu profesörün keşfi, memleketimizde hem bir yığın “ırk” meselelerinin önünü açtı hem de Mimar Sinan’ın mezarının açılması ve kafatasının zaman içinde kaybolmasının da…

        *

        Kurucu babalar, her ne kadar Cumhuriyeti “tek ulus, tek dil” fikri üzerinde yükseltmeyi amaçlamışlarsa da eldeki “Türk unsurun” imparatorluk bakiyesi, dünyanın en yaşlı devletinin içini doldurmaya yetmeyeceğini biliyorlardı. Bu yüzden sadece “Türk ırkına” dayalı bir Türkiye yerine, Türkiye’deki Türklerin dışında kalan milletleri de “Türk sayarak” büyük Türkiye’yi kurma yoluna gittiler ama Profesör Şükrü Hanioğlu’nun saptamasıyla söylersek eğer, “Erken Cumhuriyet ırk kuramları aracılığıyla Türk olmayanları dışlamayı değil, herkesin ‘ırken’ de Türk olduğunu ispata gayret” ettiler. Yani yaptıkları, “Bölücü değil, birleştirici ırkçılık”tı aslında.

        Bu tezine misal olsun diye de Hanioğlu şunları söyler:

        “Nitekim Âfet İnan, hocası Pittard'ın evvelce yapmış olduğu çalışmalarda Kürt ve Lazlara ait burun ölçümlerini Türklerinkinden ayrı olarak sınıflandırmasını eleştirerek tasnifin ‘Laz, Kürt gibi kabile isimlerine göre’ değil, ‘ırk birliğine sahip’ bir ülkenin coğrafî bölümleri temel alınarak yapılmasının gerekliliğini vurgulamıştı.”

        Herkesin bildiği gibi Atatürk, 1924 yılında Paris’te yayınlanan “Irklar ve Tarih” kitabının yazarı Profesör E. Pittard’ı manevi kızı Afet İnan’ın hocası olması hasebiyle tanımadı. Tam tersine, Pittard “keşfedildikten” sonra Afet İnan’ın hocası oldu.

        Profesör Pittard’ın memleketimize gelmesine vesile olan kişi ise ressam, şair Arif Dino’dur.

        Peki Arif Dino kimdir?

        *

        Abidin Paşa’nın torunu olan Arif Dino, kardeşi Abidin Dino’nun deyimiyle “Teni mermer beyazı, saçları uzun ve simsiyah, alnı koca­man, yumrukları balyoz, burnu boksör burnu, boy 1.90'a yakın, kilosu 100 kilodan fazla, gözleri çocuksu, tertemiz, uzun kirpikli saray gibi, içi dışı bilinmedik cinsten” bir adamdı.

        Sayısız mesleği vardı:

        Boksör, aş­çı, portre ressamı, şair, sinema oyuncusu, grafiker, heykeltıraş, sanat eleştirme­ni...”

        Belçika'da Simon Ste­vens Enstitüsünde, Gembloux’da Ziraat Okulunda ve Cenevre Üniversitesi Siyasal Bilgiler Bölümün­de okudu. İngenieur geometri diploması sahibidir.

        Öğrenciliğinde uçmaya meraklıydı. Bu yüzden sineklerin kanat yapısına merak sardı. Nasıl oluyordu da sinekler konduğu yerden dikine kalkabiliyorlardı? Helikopter henüz icat edilmemişti, helikopter pervanelerine ilişkin ilk çalışmayı, sineklerin kanat yapısını inceleyerek o yaptı. Yerçekimi ve boşluk meselesi de ilgisini çekmişti. Bu mevzuya dair de bir aygıt geliştirdi. Sonra antropolojiyi merak etti. Profesör Pittard bu sırada karşısına çıktı, onun derslerine katılmaya başladı.

        *

        Profesör Pittard’a göre, “biri birisinden üstün olmadan” insan kafatasları ikiye ayrılırdı:

        Topatan kavununa benzeyenler ve arkadan basık kestane biçiminde olanlar… Birinci gruba “dolikosefal”, ikinci gruba da “brakisefal” deniyordu.

        Hocanın çalışması oldukça geniş kapsamlıydı, İsviçreliler bu işin ispatına yetmiyordu. Bu yüzden öğrencilerini sahaya sürdü. Aralarında Arif Dino da vardı. Memleket memleket araştırma yapacaklardı. Arif Dino parlak bir öğrenciydi, sakallı hocası ona İsviçre’de yaşayan Türklerin kafataslarını gerekli araç ve usullerle ölçme ödevini verdi. Arif geniş ailesi arasında işe başladı. Çevreyi biraz daha genişletti ve ilk sonuçlara vardı.

        “Türkler çoğunlukla ‘brakisefal’di!”

        Cumhuriyet döneminde Adalet, Maliye, Milli Eğitim ve Dışişleri Bakanlıkları, TBMM Başkanlığı ve Başbakanlık yapacak olan Şükrü Saraçoğlu da o sırada Cenevre’de hem Siyasi İlimler okuyor hem de İsviçre’deki Talebe Cemiyeti’nin başkanlığını yürütüyordu. Ateşli bir gençti. Arif Dino’nun yaptığı araştırmayı duyunca hemen ilgilenmeye başladı. Arif boylu boslu adam ya, yabancı öğrenci törenlerinde, sokak gösterilerinde, resmigeçitlerde Türk bayrağını ona taşıtıyordu. Bir gün oturdu araştırmasının sonuçlarını bir bir anlattırdı Arif Dino’ya, notlar aldı, günün birinde mutlaka lazım olacaktı!

        *

        1930’ların ortalarında, yani Behçet Kemal Çağlar, Atatürk için, “Ey altın saçlı brakisefal” dizesini yazdığında; o sırada Adalet Bakanı olan Şükrü Saraçoğlu (ki İmralı Cezaevini o açtı) hepimizi “ırken Türk” olduğumuzu ispat etmeye karar veren devletin yardımına koşmuş, Atatürk’ün de huzuruna çıkarak elindeki “müthiş” yöntemin varlığını çoktan ona açıklamıştı. Fikir şuydu:

        Cenevre’deyken Arif Dino adında bir Türk öğrenci Profesör Pittard’ın yönlendirmesiyle oradaki Türklerin kafataslarını ölçmüş ve hepsinin “Brakisefal” olduğunu tespit etmişti. Bu metodu burada da tatbik edebilirdik!

        Bu fikir kabul gördü. Daha önce kurulmuş olan Antropoloji Enstitüsü hemen işe koyuldu. Dağ taş “Brakisefal” diye inlemeye başladı. Şimdi “Türklere aşağılık ırk” diyen Batılılara gününü göstermenin tam zamanıydı.

        Prof. Selçuk Mülayim’in verdiği bilgiye göre, “İstanbul’dan Ankara’ya taşınmış olan kadroların 1925’te kurdukları Antropoloji Tetkikat Merkezi’nin ilk dört yılı, başta Karacaahmet Mezarlığı olmak üzere, toplanan kafataslarının incelenmesiyle geçmişti. Türkler’e atfedilen aşağı ırk söylemleri fiziki antropolojinin bulgularıyla alt edilecekti. 1935 Haziranı’nda Ankara’da, Selçuklular’a ait Yediler Mezarlığı’ndan çıkarılan 10 iskelet incelenmek üzere alındı. Sonuçta, 1939’a kadar, Antropoloji Enstitüsü’nde, Anadolu’dan 372, İstanbul’dan 1040 adet kafatası ile zengin bir Selçuklu-Osmanlı koleksiyonu birikmişti. Bunlar toprak altı çalışmalarıydı. 1937 yılında, 19 Haziran-31 Aralık tarihleri arasında çalışan on ekip Anadolu insanları üzerinde ölçümler yaparak, 64 bin gibi inanılmaz bir sayıyla uygulamayı iyice genişletti ve bu araştırmanın sonuçları yayımlandı.”

        1930’ların başında Türk Tarih Tezi’ni dillendiren, daha sonra da tarih çalışmalarının koordinasyonuyla bizzat Atatürk tarafından görevlendirilmiş olan Afet İnan, Atatürk’ün bizzat okuyarak altını çizdiği Profesör Pittard’ın “Irklar ve Tarih” kitabını hatmetmekle görevlendirildi. Hemen arkasından da kitabın yazarı profesör, Ankara’da toplanan Türk Tarih Kurumu’nun toplantısına davet edildi. İsviçreli profesör Türk Tarih Kurumu’nun 1937 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen ikinci kongresine de “Şeref Bakanı” oldu. Bir anda memleketin en itibarlı konuğu oldu Pittard. Anadolu’ya kafile kafile araştırmacı sürmüş, herkes işi gücü bırakmış kafatası ölçüyordu. Pittard, Atatürk vefat edene kadar yakınında bulundu, ölümünden sonra da Şevket Aziz Kansu ve Afet İnan’a danışmanlık yaptı. Pittard, Türkiye halkının tarihten gelen ve yüksek bir gelecek vaat eden fiziksel yapısını müsbet ve kati neticeleriyle belirleyecek bir kişi olarak Türkiye’de müthiş bir itibar gördü.

        *

        Batılıların “Türk olamayacak kadar dahi” dedikleri, birçok Türk tarihçi ve yazarın “devşirme” dediği, bir kısım ahalinin de üzerine basa basa “Ermenidir” dediği; kim ne derse desin kainatın gördüğü en büyük sanatkarlardan birisi olan Mimar Sinan’ın kafatasını ölçme fikri de, (hazır Pittard varken) Afet İnan’dan çıktı. Sahi, Dante’nin kafatasını inceleyen İtalyanlardan bizim ne eksiğimiz vardı! Koca Sinan hakkında “etraflıca” bir araştırma istedi İnan. Büyük bir ihtimalle o da brakisefal’di! Derhal kafatası ölçülmeliydi!

        1 Ağustos 1935 günü, Türk Tarih Kurumu üyeleri Afet İnan, Hasan Ferit Çambel ve Şevket Aziz Kansu, Süleymaniye Külleyeside bulunan Sinan’ın mezarına gitti, mezar açıldı. Kemikleri bile erimiş olan Sinan’ın sağlam kalmış olan kafatasını aldılar ve hemen incelemeye başladılar. Antropoloji profesörü Şevket Aziz Kansu sonuçları kısa sürede açıkladı:

        “Mimar Sinan brakisefal değil, hiper-btekisefal’di, çünkü ölçüleri, 80-90’dı.”

        Sonuçlar tam da bekledikleri gibidir. Sinan ne Ermeni ne de Rum’dur. Özbeöz Türk’tü! Onların arasından Sinan çıkmaz diyen gavur şimdi kına yaksındı!

        Mimar Sinan’ın kafatasını mezara geri koymadılar. Böyle bir kafatası toprağın altında değil Antropoloji Müzesi’nin müstesna bir yerinde muhafazaya alınıp sergilenmeliydi!

        “Mimar Sinan’ın kafatası nerede?” sorusunu soranlar, Antropoloji Müzesi’ni arasınlar derim. Eğer memleketimizde böyle bir müze varsa, Mimar Sinan’ın kafatası da kesin oradadır.

        *

        Büyük Fransız alimi Jean-Paul Sartre der ki:

        “Irk kelimesinin bizzat kendisi de ırkçıdır.”

        *

        Yararlanılan Kaynaklar

        M. Şehmus Güzel, “Abidan Dino, Birinci Kitap 1913-1942,” Kitap Yayınevi

        Prof. Selçuk Mülâyim, “Mimar Sinan’ın Mezarında Tehis-i Meyyit”, makale, Belleten, sayı 294

        Prof. Şükrü Hanioğlu, “Erken Cumhuriyet Irkçılığı ve Siyasi Türkçülüğünün Masajı Aynıydı” makale, Sabah Gazetesi 17 Şubat 2013, Pazar

        Diğer Yazılar