Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Coğrafya kaderdir,” sözünü bundan birkaç yıl öncesine kadar birçok kişi gibi ben de İbn Haldun’un sanıyordum. Hatta Kobani’de “21. yüzyılın devriminden” Avrupa’ya kaçarken ailesiyle denizi aşamayıp cesedi Bodrum’da bir kumsala vuran; deniz suyuyla yıkanmış yüzü kumda yumuşak bir yastığa gömülmüş gibi duran, dokunsan tatlı uykusundan uyanacak da şaşkın şaşkın “beni neden uyandırdınız, ne güzel uyuyordum şuracıkta” diyecek kadar sahici, bütün tehlikeleri bertaraf etmiş, orada öyle tatlı bir rüyanın içinde mutlu bir çocuk gibi duran Alan (Aylan değil) adında bir Kürt çocuğun fotoğrafı üzerine yazdığım bir yazıda söylemiştim ben de bu sözün İbn Haldun'a ait olduğunu…

        Kulağıma bir yerlerden çalınmış, muhtemelen birkaç yerde bu sözün Tunuslu alime ait olduğunu duymuş, okumuş, bu yüzden aklımda kalmış, bilgiyi doğru kabul ederek birçok kişinin yaptığı hatayı yapmıştım ben de. Aradan sekiz sene geçmiş, bugün yapsam neye yarar bilmiyorum ama hatanın neresinden dönülse kârdır diyelim; o gün o yazımı okuyanlara bir özür borcum var galiba bugün, onları yanlış bilgilendirdiğim için hepsinden özür dileyerek devam etmek istiyorum meramımı anlatmaya.

        *

        Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 16 Mayıs 1945 günü “Ülkü” dergisinde yayınlanan; yazarın daha sonra denemelerini topladığı “Yaşadığım Gibi” (Dergah Yayınları) kitabına aldığı “Savaş ve Barış Hakkında Düşünceler” diye bir yazısı var. Avrupa’da savaşın bitmesini anlatıyor Tanpınar. Savaşın bitmesi barışın gelmesi anlamına gelmez, savaşın bitmesi sadece hummanın bitmesidir, barışın yolu uzundur, barış da en az savaş kadar güç bir iştir, fedakârlık gerektirir diyor. Ona göre savaş silahın zaferiyle bitti, barış “aklın, temiz duygunun” zaferiyle kazanılabilir. Savaşta kazanan yoktur. Şimdi insanlığın geldiği yer katiyen savaş öncesinin yeri değildir. Savaştan önce yapılan “edebiyata bakın” diyor; “zamanı anlamamış aydının ne demek olduğunu görürsünüz” saptamasını yaptıktan sonra yazısına şu paragrafla devam ediyor:

        “Coğrafya bir kaderdir. Bu demektir ki bunun gereklerini kabul etmek, ona ayak uydurmak şartıyla onunla iyi kötü uzlaşılabilir. Fakat bu şartları büsbütün unutanlar için perişanlık mukadderdir. Almanya öyle bir coğrafyada yaşıyordu ki bu millette uyanacak herhangi bir saldırganlık arzusu ister istemez karşısına Avrupa milletlerini çıkaracaktı. Almanya için yapılacak şey, onları bir arıza gibi değil, ihmali doğru olmayan bir realite gibi tanımaktı.”

        Ona göre Nazi Almanya’sı Avrupa coğrafyasındaki “kaderine” razı olmamış, bu yüzden savaşta ağır bir yenilgi almış, Nazi tecrübesiyle de Avrupa’ya saygı fikrini de baltalamıştır.

        REKLAM

        *

        Bu durumda; Ahmet Hamdi Tanpınar gibi titiz, başkasının fikrini kendine mal etmeye ihtiyacı olmayan bir yazar, tırnak işareti kullanmadan, herhangi bir dip not düşmeden “Coğrafya bir kaderdir,” diye bir cümle kuruyorsa, o cümleyi daha önce birisinden okumuş, oradan aklında kaldığı için değil, bu cümleyi yazı yazarken o sırada aklına gelmiş olduğu için yazmıştır. Bir çoğumuzun İbn Haldun’a mal ettiği bu cümleyi Tanpınar, alimden almış olsaydı eğer mutlaka kaynağını belirtir, fikrini anlatmak için o kadar güçlü bir referanstan o kadar kolay kolay vazgeçmezdi sanırım.

        Demek ki Türkçede “coğrafya kaderdir” sözünü ilk söyleyen, büyük romancı Ahmet Hamdi Tanpınar’dır.

        *

        Bir ülkenin iktisadi gelişmişliği, insanların tabiatla ilişkisi, dünyevi her türlü işi boş verip her şeyi ahirete havale etmesi, tembelliği, hantallığı, ev yapma biçimi, yerleşim yerini seçmesi, fay hattı üzerine ev inşa etmesi, jeolojiye yüz çevirmesi, her şeyi kadere bağlaması, cehaleti kutsaması ve aklınıza gelebilecek bir yığın şeyi izah ederken bütün bunları coğrafyayla ilişkilendirmesi, işin kolayına kaçmak için de İbn Haldun’a sığınıp ona “coğrafya kaderdir” diye bir sözü mal etmesi sorumluluğumuzu ne kadar hafifletiyor anlatamam. Bir kaçış rampası olmuş bu söz son birkaç yıldan beri. Kendini kurtarmak için sorumluluğu coğrafyaya ve kadere bağlamak… Teselliyi de büyük alime mal edilen o ilk bakışta kusursuz gibi duran sözde aramak…

        REKLAM

        Ancak gelin görün ki İbn Haldun’un böyle bir sözü yokmuş meğer. Ben de dahil olmak üzere, sağına soluna bakmadan bu sözü İbn Haldun’a mal edenlerimizin büyük bir çoğunluğu alimin anıtsal eseri “Mukaddime”yi okumuş değiliz. Zaten şu ana kadar bu kitabın eksiksiz bir çevirisi de yapılmış değil bu memlekette. Hepimiz “Don Kişot”tan, “Savaş ve Barış”tan bahsederiz ama bu romanları sonuna kadar okuyanlarımız çok azdır; “Mukaddime” de öyle…

        İbn Haldun üzerine çalışmış, “Bir Beşeri Coğrafyacı Olarak İbn Haldun” başlıklı mükemmel bir yüksek lisans tezini yazmış olan akademisyen Rauf Belge; İbn Haldun’un kitabı “Mukaddime”de geçtiği söylenen “Coğrafya kaderdir,” sözüyle ilgili şunları yazar tezinde:

        “(….) Diğer bir husus ise İbn Haldun’a atfedilen ‘coğrafya kaderdir’ sözüdür. Mukaddime’nin farklı tercüme ve baskıları incelendiğinde böyle bir ifadeye rastlanılmamaktadır. Oysa birçok araştırmada İbn Haldun’un böyle bir cümlesinin olduğunu iddia eden ifadeler kullanılmıştır. Ancak bu ifade doğrudan Mukaddime’de geçmemekle birlikte Mukaddime’nin bütününe bakıldığında, İbn Haldun’a göre coğrafyanın insanların kaderini belirlediğini söylemek yanlış olmaz. Bu noktada, ‘coğrafya kaderdir’ sözü, lafzen İbn Haldun’a ait olmasa da; ihtiva ettiği mana bakımından İbn Haldun’a atfedilebilir.”

        O kadar! Demek ki alimin “Mukaddime”sinin herhangi bir yerinde, Tanpınar’ın denemesinde yazdığı açıklıkta geçmiyor bu cümle.

        *

        Cemil Meriç’e göre İbn Haldun, “Kendi semasındaki tek yıldız”dır. “Kılıcıyla fethedemediği ülkeleri kalemiyle fethetmiştir”, konusu “beşeri ümran” olan yeni bir ilim kurmuştur. Ona göre Osmanlı aydını, Arapça orijinalinden “Mukaddime”yi okumuş ama dil devrimi, genç nesillerin Tunuslu tarihçiyle tanışmasını imkânsız hale getirmiştir. Cumhuriyet döneminde de doğru düzgün bir tercümesi yapılamamış bu büyük eserin, Meriç’e göre MEB’in yaptığı tercüme ise tam bir faciadır, vaktiyle Türk solcularının Fransızcadan yaptıkları çeviriyi ise hiç sormayın; berbattır. Dolayısıyla “Mukaddime” şu ana kadar hâlâ eksiksiz bir çeviriyi bekliyor.

        REKLAM

        “Umrandan Uygarlığa” kitabı içinde bize İbn Haldun’u anlatan Cemil Meriç, “coğrafya-kader” ilişkisi üzerine şunları yazar:

        “(İbn Haldun’a göre) Toplumların kaderini çizen âmillerden biri de coğrafya. İnsanları farklılaştıran çevreleridir, çevreleri yani iklim ve gıda. İklim, toplumlara sürekli vasıflar kazandırır. Soğuk ülkelerde, zekâ daha hudutlu, sanatlar daha az gelişmiş, mesken daha iptidaîdir. Sanatlar, mutedil iklimlerde kemale varırlar. Büyük şehirler ve büyük hanedanlar böyle ülkelerde kurulur. Servetler oralarda teraküm eder. Hakimane kanunlar oralarda hazırlanır. Sıcak iklimlerde, hafifmeşreplik ve tedbirsizlik hüküm sürer. Toprak da insana birçok temayüller kazandırır. Tesanüt bilhassa çöllerde kuvvetlidir. Zira insan, düşman bir tabiatın ortasında, hemcinsine dayanmak zorundadır.”

        Cemil Meriç’in İbn Haldun’a atfen, “coğrafya toplumların kaderini çizen amillerdir” demesi, bugün “Coğrafya kaderdir” sözünün Tunuslu alime mal edilmesinin önünü açmıştır bir bakıma…

        *

        Kendi beceriksizliğine bir kılıf aramayan insan azdır. Aklını kullanmayıp gelen felaketi coğrafyaya, tabiata, kadere yüklemek, en kolay çıkış yoludur. Kaderini coğrafyaya bağlayıp boş verselerdi insanlar, hiçbir arayışa, çıkış yoluna bakmayıp kaderlerine razı olsalardı örneğin, bugün yeryüzünde İsveç diye bir ülke olmazdı. Çok değil 19. yüzyılın başında üç milyon olan ülke nüfusunun bir milyonu Amerika’ya göç etmiş, geride kalanlar ise hızarla ağaç kesip onun tortusundan çorba yapıp beslenmiş, kıtlık ve sefalet insanın iflahını kesmiş, Amerika’ya gidenlerden bazıları oradan patates getirmiş memleketlerine, ekmişler, devlet teşvik etmiş, açlığın ve kıtlığın önüne böyle geçmişler. Ormanlarına bakmışlar, kısa sürede dünyanın en büyük kereste ve kâğıt ihracatçısı olmuşlar, demir bulmuşlar, satmışlar başkalarına, Almanların çöpünü üstüne Almanlardan para alarak almışlar onlardan, iki santralda yakarak memleketi boydan boya ısıtmışlar… Yılın altı ayı karanlık ve soğuk, metrelerce karın yağdığı, kışın ısının hep eksilerde dolaştığı haşin coğrafyalarının kaderlerine hükmetmelerine izin vermemişler. Hem coğrafya kader olsaydı, balıktan başka yiyeceği olmayan, yer altında ve üstünde hiçbir zenginliğe sahip olmayan Japonya ne yapardı dersiniz? Kaderse eğer coğrafya; aynı coğrafyada dikenli tellerle birbirinden ayrılmış Kuzey Kore ile Güney Kore arasında bu kadar büyük dengesizlik olur muydu? Coğrafya kader olsaydı eğer aynı topraklar üzerine yaşayan İsrailliler ile komşuları Arap devletleri arasında bu kadar büyük uçurum olur muydu?

        REKLAM

        Evet coğrafya belirleyicidir ama alın yazsını değildir. Coğrafya kader değil, olsa olsa coğrafya kederdir.

        *

        Ama başımıza gelen büyük deprem felaketinden sonra da hâlâ ve ısrarla “coğrafya kaderdir” diyorsanız, belki de bunun sebebi, Gonçarov’un büyük romanı “Oblomov”da geçen, “Batıda hayaller gerçekleştirmek için kurulur, doğuda gerçeklerden kaçmak için,” sözü yüzündendir.

        Bir “bahaneler” coğrafyasıdır doğu coğrafyası, bir suçu başkasına yükleme diyarı… Hiçbir işini doğru düzgün yapmayıp mesuliyeti Allah’a yükleyecek kadar cesur insanların yaşadığı bir coğrafyadır burası.

        *

        Evet coğrafya kader değil ama insanı kendine benzetmede ustadır. Bu yüzden “insan yaşadığı yere benzer” diyor Edip Cansever “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde ki uzun şiirin bir bölümü şöyle:

        (…)

        Ah güzel Ahmet abim benim

        İnsan yaşadığı yere benzer

        O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

        Suyunda yüzen balığa

        Toprağını iten çiçeğe

        Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine

        Konya’nın beyaz

        REKLAM

        Antep’in kırmızı düzlüğüne benzer

        Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir

        Denize benzer ki dalgalıdır bakışları

        Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına

        Öylesine benzer ki

        Ve avlularına

        (Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)

        Ve sözlerine

        (Yani bir cep aynası alım-satımına belki)

        Ve bir gün birinin adres sormasına benzer

        Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne

        Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına

        Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına

        Minibüslerine, gecekondularına

        Hasretine, yalanına benzer

        Anısı ıssızlıktır

        Acısı bilincidir

        Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan

        Gülemiyorsun ya, gülmek

        Bir halk gülüyorsa gülmektir

        Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi.

        (…)

        *

        Ahmet Hamdi Tanpınar, “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânı vermiyor,” demişti bir yerlerde… “Türkiye’nin evlatları” da bundan pek şikayetçi değil anlaşılan; baksanıza depremin cılk yaraları orta yerde dururken gitmekte olduğumuz seçime doğru son birkaç günde olup bitenlere…

        Diğer Yazılar