Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN 19. Milli Eğitim Bakanlığı Şûrası’nda alınan kararlar arasında garip biçimde en çok tartışma yaratan, oysa en göz alıcı karar olan seçmeli ya da zorunlu Osmanlıca derslerinin gerekliliğine inandığımdan ve bu nedenle söz konusu kararı desteklediğimden bahsetmiştim. “Eğitim Yöneticilerinin Niteliğinin Artırılması” Komisyonu’nda kabul edilen, yönetici pozisyonlarındaki atamalarda kadın yönetici lehine pozitif ayrımcılık getirilmesi kararı da sevindirici bir haberdi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan gelen öneriyle “toplumsal cinsiyet eşitliğinin” ele alınacağı bir ünitenin sosyal bilgiler kapsamına girmesi ise bir diğer olumlu gelişmedir.

        Ancak dün de kısaca belirttiğim gibi, zorunlu din derslerinin ilkokul 1. sınıftan itibaren okutulması konusundaki direnci hayli tuhaf bulduğumu belirtmeliyim. Zorunlu din derslerine kategorik itirazım olmamasına rağmen, Milli Eğitim Bakanlığı’nın karşı önergesini reddetme pahasına ısrarcı davranan iradeyi anlamakta zorlanıyorum. Mevcut durumda ilkokul 4. sınıfta başlayan dersleri daha da öne çekmekten beklenen faydayı anlamış değilim.

        Zira mütedeyyin pedagog ve psikologların da taraf olduğu bir husus var: Çocuğun belli bir yaşa gelinceye kadar soyutlama yapamadığı, soyut kavramları kavramakta zorlandığı bilimsel olarak tespit edilmiş, dindarların da itiraz etmediği bir malumat. Üstelik ilköğrenim 12 yıla çıkarılmış durumda. Bu, daha uzun yıllar “din dersi” okunacak, okutulacak anlamına geliyor. Derdimiz 12’de 12’yi tutturmak mı? Din dersi meselesini ideolojik çatışmanın nesnesi haline getirmek, din eğitiminin, din eğitimine karşı olanlarca karikatürize edilmesini şiddetlendiriyor. Bundan son kertede manen zarar görecek olanlar da dindarlardan başkası değil.

        Zorunlu din derslerinin, yurttaşlık bilgisi, hayat bilgisi, sosyal bilgiler gibi elzem bir ders olduğunu, bu alan hakkında bilgi sahibi olmanın toplumun nüvesi olmayı sağladığını düşünen biriyim. Zorunlu din derslerinin kaldırılması yönünde kuvvetli bir toplumsal talep olmadığı sürece devlet bu eğitimi okullarında vermek durumundadır diye düşünürüm. (Bu konudaki daha kapsamlı yazım için bkz. “Devlet din işlerinden elini çekebilir mi?” 4 Nisan 2012- Habertürk http://www.haberturk.com/yazarlar/ nihal-bengisu-karaca/730873-devlet-din-islerinden- elini-cekebilir-mi)

        Ancak biz bu ülkede zorunlu din derslerinin kendi inanç değerlerini dışladığını düşünen milyonlarca Alevi olduğunu da biliyoruz. Normal şartlarda burada devreye, çoğunluğun talepleriyle Alevilerin rahatsızlığını giderecek bir yöntemi meczedecek bir çözümün girmesi gerekir.

        Gelgelelim şûra “din kültürü ve ahlak bilgisi dersi programında Aleviliğe ilişkin içeriğin geliştirilmesi” önerisini reddediyor.

        Hem bu talebi reddedip hem de deyim yerindeyse “el yükseltmek”, yani ders sayısını artırmak ise tatsız bir gövde gösterisi olarak algılanmaya son derece müsait görünüyor.

        Bu eğilimin hükümetin iyi bir çizgi yakaladığı Alevi açılımına olumsuz yönde tesir edeceği aşikâr.

        Alevilikle ilgili içeriğin zenginleştirilmesi önerisini reddederken, din derslerinin 1. sınıflara kadar teşmil edilmesinde ısrarcı davranan şûra, siyasi sorumluluk almadan siyasi şov yapmayı kabul edilebilir bulduğunu göstermiş oluyor.

        Ama siyasetçilerin, yani hükümetin böyle bir lüksü olduğunu sanmıyorum.

        Yönetmek, toplumsal gerilimin düğüm olduğu noktalarda “geçinme gayreti” içinde olmayı zımnen vaat etmektir.

        Tam da bu nedenle hükümetin ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın hakkaniyete, pedagojiye ve iktidar aygıtının demokratik kullanımı kılavuzuna uygun olmayan böyle bir kararı yok saymasının doğru olacağı kanaatindeyim.

        Diğer Yazılar