Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye bir taraftan olumsuz yönde değişen ekonomik dengeleri yeniden rayına oturtmak için çalışıyor bir yandan İdlib’e yönelik olası Esad saldırısını engellemek için çaba sarf ediyor. Her ikisi için de AB ülkelerine, daha doğru bir deyimle ‘Avrupa’ ülkelerine ihtiyacı var. ‘Trump ve çevresi’ nedeniyle ABD üzerinden yaşanan kriz de bu ihtiyacın çarpan etkisini kuvvetlendiriyor.

        Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu dün yaptığı bir açıklamada “Türkiye, Suriye ordusunun İdlib’e yönelik saldırısı konusunda kaygılı. Bunu engellemek için de gerekli olan her türlü girişimi yapacak. İdlib’e yönelik her türlü operasyon veya saldırı, bu kent ve Suriye’nin geleceği için bir facia olur” dedi.

        İşin aslı sadece Suriye için felaket olmaz. Türkiye’yi de ciddi şekilde vurur. Nedenini anlamak için haritaya bakmak yeterli.

        İdlib, Suriye ile Türkiye arasındaki en büyük sınır kapısı olan Cilvegözü’nün bulunduğu (Bab al-Hava) bir şehir. Astana görüşmeleri sonucu ilan edilen çatışmasızlık bölgelerinden biri. Muhaliflerin ve Esad tarafından evi başına yıkılmış, kovulmuş sivillerin toplu olarak bulunduğu tek yer. Aynı zamanda Afrin ve Azez’le yan yana. Esad rejiminin İdlib’e yoğun ve sınırsız bir saldırı yapması demek sınırlarımızda birikecek milyonlarca mülteci demek. Aynı zamanda Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları ile alınan mesafenin, sağlanan kontrolün kaybı anlamına da gelebilir.

        ESAD’IN TEK SEÇENEĞİ ‘SÜREKLİ SAVAŞ’ FAZINDA KALMAK

        Bazıları İdlib’i sadece Nusra’dan dönme HTŞ (Heyet Tahriru’ş Şam) ile özdeşleştirmeye çalışıyor ama İdlib’de 2016’dan beri HTŞ ile çatışma yaşayan başka muhalif gruplar da var. Ahrar onlardan biri. Ayrıca 11 ÖSO grubunun birleştiği ‘Ulusal Özgürleştirme Cephesi’ ve Cephe Tahrir Suriye gibi silahlı güçler de var. İşin özü 70 bini aşkın silahlı savaşçı ve 4 milyon sivil var. Sivil derken, Esad’a ‘tamam haşmetmeapları’ dememiş ve bu nedenle evi başına yıkılmış, Esad’ın ele geçirdiği bölgelerden süpürülmüş sıradan sünni halk kitlelerinden bahsediyoruz.

        Türkiye makul bir çizgide uzlaşmaya, masaya oturmaya yakın muhalif gruplarla sivillerin ayırt edilmesini ve bir müdahale olacaksa da extremist grupların tahkim ettiği alanlarla sınırlandırılması gerektiğini savunuyor. Lazkiye ve Tarsus’ta yer alan Rus askeri üslerinin güvenliğini öncelikli konu edinen Moskova yönetiminin de sınırlı operasyondan yana olduğu iddia ediliyor. Ancak İran’ın ‘gerçek’ arzusu, her ne olursa olsun Esad ve ailesinin görevde kalmasından yana. Oysa dünya ne kadar delirmiş olursa olsun, Suriye yönetimin yaptığı mezalimi ne kadar görmezden gelmiş olursa olsun, ülkedeki herhangi bir normalleşme ihtimali Esad’ın savaş suçundan yargılanması; en hafif ihtimalle iktidarda kalmamasıyla sonuçlanacak. Tam da bu nedenlerle İran’ın ve Esad rejiminin normalleşmeye direnme yolu seçeceğini tahmin etmek, ‘sürekli savaş’ fazında kalmayı isteyeceklerini öngörmek için kahin olmaya gerek yok. ‘Esad’la masaya oturalım, hem terörle mücadelede aldığımız mesafeyi koruruz hem PKK-PYD’nin bir koridor devleti kurmasını önleriz hem de komşuyla gerilim halinde yaşama sıkıntısından kurtuluruz’ düşüncesinde olanların gözden kaçırdığı bu. ‘Sürekli savaş’ fazında karar kılan Esad’ın, Türkiye’nin tehdit ve güvenlik analizlerine sadakat göstereceğini zannetmeleri. Artık zan mı, naiflik mi, yoksa ‘Türkiye NATO’dan çıkar, İran, Rusya, hatta Çin’le yeni bir hayat kurar, doğal olarak Esad’la da sorun yaşamaz’ şeklindeki bakkal hesabıyla Türkiye’ye yeni Avrasyacı eksen biçme gayretlerinin; ABD emperyalizminden kurtulmak için Rus emperyalizmine biat etme reçetesindeki muhteşem(!) zekâ düzeyinin tezahürü mü, muamma.

        ‘BIRAKIN ESAD HALLETSİN’ DEMEK ASLINDA NE DEMEKTİR?

        Öte yandan Türkiye’nin muhalefeti her konuda olduğu gibi bu konuda da garipliğini koruyor. Bundan otuz yıl önce her faili meçhul cinayetin akabinde ‘Türkiye İran olmayacak’ yazılı dövizlerle yürüyen cenahın şimdi Esadcı ve İrancı olmasındaki garabeti epeydir idrak ediyoruz. Ama bir kafa nasıl olur da hem İdlib’den kaynaklanacak yeni bir mülteci akınını dert edip hem de ‘Bırak İdlib’i Esad halletsin’ temposu tutar anlamayı başaramıyoruz. Yeni mülteci akınını yaratacak olan zaten İran-Esad birlikteliği ve onların yapmayı düşündüğü sınırsız operasyon. Bu ahmaklığı sürdürürken bir yandan da Türkiye’nin sınırlı müdahale öneren tutumunu, “E çünkü AKP’nin İdlib’deki cihatçılarla arası iyi” diye açıklayan CHP milletvekillerini görüyoruz ekranlarda.

        Kendilerine “Ne demek istiyorsunuz” diye sormak gerekiyor. Sahiden, ne demek istiyorsunuz? “Hazır ortada elini kana bulamış bir katil var, bunu yapsa yapsa Esad yapar, verilsin eline atom bombası, o da kadın çoluk çocuk demeden hepsini ortadan kaldırsın, dolayısıyla ülkemize de kimse gelemesin” mi diyorsunuz? Böyle diyorsanız, aynı adamla nasıl barışmayı düşünüyorsunuz? Srebrenica’dan katbekat ağır bir soykırımı sizin yerinize işleyecek bir Esad’la mı masaya oturulmasını savunuyorsunuz? Böyle bir aktöre daha sonra nasıl güveneceksiniz? Bilmediğimiz, kamuoyuna açıklamadığınız güvencelere mi sahipsiniz?

        Diğer Yazılar