Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yeni sistem merkezi devleti daha da merkezileştirdi, devlet çekirdeğinin kütlesi ile beraber çekim gücü de arttı. Partilerin de, taraftarlarının da genel seçimdeymiş gibi davrandıklarına, “Yolumuzu kim nasıl yapar, mahallemizi kim nasıl güzelleştirir, hangi adayın şehirciliğe bakışı diğerininkinden daha iyidir?” sorularının o kadar da itibar görmediğine şahit oluyoruz. Sadece İstanbul ve Ankara’dan aday olacak isimler heyecan yaratıyor. Yerel seçimde kazanmak için “elli artı bir” şartı gerekmemesine rağmen, “beka meselesi” üzerinden parti ittifakları öne çıkıyor. Kentlerin/ilçelerin çözüm bekleyen sorunlarından çok “Eğer AK Parti kritik yerleri kaybederse yeni sistemin meşruiyeti de tartışmalı hale gelir” kaygısının konuşulduğu bir iklimde “Yerel seçim, ne kadar yerel?” sorusu her gün biraz daha el yükseltiyor.

        Öne çıkan başka bir soru daha var…

        Acaba bir daha ne zaman partiler sadece kendi varlıkları ile kendi programları ile seçime gidebilecek?

        Sorunun cevabı şimdilik belli. Görünen o ki, AK Parti bir sonraki genel seçime de 50+1 zorunluluğu nedeniyle ittifak yaparak gidecek. Geriye kalan partiler de varlık şansları olabilsin diye, güç birliği yapma imkanlarını zorlayacak. Bu güç birliği sırasında kendi parti kimliklerinde ısrarcı olurlarsa yaptıkları ittifaka zarar verecekler; tam tersine işbirliği mantığına uygun “parti rozetsiz” adaylarla çalışma yoluna giderlerse de bu durum bir süre sonra parti kimliklerinin silikleşmesi ile sonuçlanacak.

        Peki partilerin kimlikleri silikleştiğinde, halktan oy talep etmenin, hatta uzlaşma ve ittifak arayışlarının referansı ne olacak?

        İlkelere dayalı siyasetin önü mü açılacak, yoksa kitleler bir partinin heybesinden diğer partinin heybesine aktarılan insan kumbaralarına mı dönüşecek?

        İttifak dinamiği siyaseti öldürecek mi, yoksa yeni ve daha anlamlı politik pozisyonlara ebelik mi yapacak?

        YENİ SİSTEMDE SİYASETİN GELECEĞİ VAR MI?

        Yerel seçim sathı maili de gösteriyor ki, yeni hükümet sisteminin icbar ettiği ittifaklı seçim dinamiği önce partilerin kimliğini, daha sonra dayandıkları sosyolojiyi değiştirecek. Ancak, Türkiye’nin siyasi denkleminin ayrıldığı/ayrılacağı ikili hattın, hangi politik ayrıma göre şekilleneceği hâlâ belli değil. “Politik ayrım” ifadesini seçmemin nedeni, ittifaklar parti kimliklerini ne kadar silikleştirirse silikleştirsin, bu ayrımın önünde sonunda “anlamlı” olması gerektiği realitesinden kaynaklanıyor.

        Bir an için ekonomik sorunlar, gıda tüketim maddelerindeki enflasyon gibi meselelerin aşıldığını düşünelim.

        Türkiye siyasi denklemi iki hatta, iki kutba ayrılacak ise eğer, bu ayrışmayı anlamlı kılan eksen ne olacak?

        -Cumhurbaşkanlığı sistemini sevenlerle parlamenter sistemi geri getirmek isteyenler ayrımı mesela, hakiki ve sürdürülebilir bir politik ayrım mıdır?

        Hayır. İki nedenle. Bir: Yeni sistemin sihirli değnek olmadığı, McKinsey olayında da görüldüğü gibi bir ülkeyi daha milli yerli güçlü kendine yeten bir Osmanlı filan yapmadığı anlaşıldığından beri tek başına sistem vurgusu AK Parti ve MHP tabanını tahkim etmeye yetecek bir faktör değil. İki: Muhalefet açısından da, geçip gitmiş olanda ısrar, saplantılı ve hastalıklı bir nostalji ile malul olma algısı yaratacağından dolayı işlevsel değil. Yeni sistemin taraftarlığından ya da toptan karşıtlığından iki bloku ayıran anlamı ihtiva edecek bir derinlik çıkmaz.

        -Devletçi- milliyetçi-muhafazakarlar bir kutupta, devletçi- ulusalcı-laikler diğer kutupta mı toplanacak?

        Her iki kutbun oyun kurucuları eşit derecede devletçi, tektipçi, milliyetçi olacak ise, bugün sorun olduğu iddia edilen konulara çözüm üretmeyen, normalleşmeye hizmet etmeyen ama “kolay” olan yol seçilmiş olacak demektir. Ayrıca her dem galip çıkacak olan bellidir: “Muhafazakarlık” kriterini yedeğine alan taraf. Zira halkımız dini değerleri aşağılayan ve dışlayan devletçiliğin nasıl bir “millet düşmanlığı” paketiyle geldiğini yeterince deneyimledi. Eğer muhalefet hem bu beceriksizlikte devam eder hem de bazı CHP’lilerin (ve iktidara yakın bazı şark kurnazlarının da) istediği gibi; su katılmamış 30’lu yıllar CHP’liliğinde, “Ezan Türkçe olsun” çizgisinde hizalanırsa eğer, seçimlere katılım oranının fena halde düştüğü ama iktidar- muhalefet oy dağılımının %70-%30’lara varacağı bir tabloya doğru gidilecektir... “Sorun değil, bu denge güzel” diyecek olanların konforu da uzun sürmeyecektir. Çünkü bu olasılıkta başta HDP olmak üzere toplumun her kesiminden sistem dışı kalan çok fazla toplumsal grup olacak ve iktidar-muhalefet denkleminin her iki tarafı da yaratılan mutsuzlar ordusuyla baş etmek için kendi mahallelerine, habitatlarına ve müşterek olarak belirledikleri ortak “öteki”ye yaptıkları baskıyı arttırma yoluna gideceklerdir. Bu tür bir kısır kamplaşma türünün eğitimli kişileri ve gençleri dışarı iteceğini, insan kaynağını dar bir havuza indirgeyeceğini, zamanla milli gelirin adil dağılımı diye de bir şey bırakmayacağını, ekonomideki ve yargıdaki sorunları kalıcılaştıracağını öngörmek çok zor olmasa gerek.

        -Yeni politik ayrımın hattı devletçi-milliyetçi-muhafazakarların milliliği ile toplumcu, özgürlükçü, liberal, dindarlığa saygı duyan sekülerliğin ortasından mı geçecek?

        Böyle olacaksa eğer, politik olarak anlamlı bir ayrışmadan bahsetmekle beraber “zor” olan yola girilecek demektir. Çünkü muhalefet blokunun ana gövdesindeki en büyük parti CHP, ikinci sırada İYİ Parti var. Böyle bir muhalefet bloku yanına HDP’yi de alabilecek noktaya evrilse bile başarı için gereken yeterli niceliğe sahip olabilmek için Saadet Partisi’nin ve AK Parti’li muhafazakarların oylarına ihtiyaç duyacaktır. Ama gerek ana gövdeyi oluşturan partinin ve tabanının gerekse yan unsurların liberal demokrasi sınavından geçebilecek bir “birlikte yaşama/birlikte siyaset yapma kültürü” oluşturmaktan uzak olması önemli bir handikap. Çünkü bugün iktidarın demokrasi ve hukuk anlayışını, lümpenliğini vs beğenmeyen muhalefet grupları da liberal demokrasi pınarından yeterince içmiş filan değillerdir.

        İktidar karşıtı olduğu için söz konusu blok içinde yer alan anti emperyalist solcuyu, “serbest piyasa”cılarla, Kemalistleri Kürtçülerle uzlaştıracak müşterekler teşekkül edebilirmiş gibi görünmemektedir. AK Parti’ye akraba hemşehri kayırmacılığı, yargının kontrol edilmesi gibi nedenlerle tavır koymuş muhafazakarları; kimi hâlâ islamofobik, kimi mülteci düşmanı, kimi batı merkezci dünya görüşüne/yaşam tarzına sahip unsurlarla uzun soluklu beraberliğe ikna etmek de pek mümkün görünmemektedir.

        Sözün özü Kemalistleri, liberalleri, muhafazakarları ve Kürtçüleri içine alma iddiasıyla yola çıkacak bir “liberal demokrat” eksen, daha kitlelere söz söyleme olgunluğuna erişemeden ufalanma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Dolayısıyla bu türden bir muhalefetin en büyük sorunu “yerli ve milli” üzerinden tahkim edilmiş kitlelere iletilecek ortak ve güçlü mesajı/ duygudaşlığı oluşturup koruyacak disiplinden yoksun olması olacaktır.

        Anlayacağınız, yeni sistemin geleceğini şekillendiren yerel seçimde hangi kalenin ele geçirileceği ya da kaybedileceği olmayacak. Yeni sistemin geleceğini sınayan daha önemli şey, ittifakların, beklendiği şekilde; “politik ayrılıkları iki anlamlı temel hatta, iki kutba” indirgemeyi başarıp başaramayacağı meselesi olacak.

        Diğer Yazılar